Siz okurlarımdan bir dileğim var. Türkiye Kardeşlik ve Kaynaşma Cumhuriyeti Öyküleri derlemek istiyorum. Yıllardır en büyük hırslarımdan biridir ve artık bu derlemeyi çıkarmadan gidersem, gözüm açık gidecek, biliyorum. Bu dileğimi yayınız, bana kardeşlik, kaynaşma, bir arada yaşamak mutluluğunun örneklerini çoğaltan öyküler gönderiniz, ben de derleyip toparlayayım, kitabın, kitapların okullara girmesi için uğraşayım. Edebi öykü yazın istemiyorum; kardeşlik, kaynaşma, paylaşma anılarınızı, anekdotlarınızı, bu bağlamda yaşadıklarınızı, yaşattıklarınızı, hatta duyup dinlediklerinizi gönderiniz.’Mazi kalbimde yaradır’ diyor şarkı. Bu şarkı içimi yarıyor, uykularım kaçıyor. Mazi kadar, gelecek de kalbimde yaradır. Geçmişte olanlar kadar, gelecekte olabilecekler de beni korkutuyor, üzüyor. Kardeş Türküler yıllardır bu yolda canla başla çalışıyorlar, türkülerimizi söylüyor, söyletiyorlar. Öykülerimiz de dolaşsın, yayılsın.
Daha önce yapıldıysa, yeniden yapalım, daha çok, daha güzellerini anlatalım. İyilikten, güzellikten geberelim.
Ateşin kızları, annelerimiz, ilk öğretmenlerimiz ve tüm kadınlar başta olmak üzere. Türkiye’yi bugün hoşnut olmadığımız haline getirenlere karşı birlik beraberlik öykülerimizi anlatalım. En çok kadınlara güveniyorum, babam ketumdu belki ondandır, anlatmazdı. Annem ise hep iyilik konuşurdu. İnsanların birbirine ettiği iyiliklerden söz ederdi ve o ilk öğretmenim sayesinde de ben de önce dört kızın ardından olduğum için kibirli oğlan çocuğu gibi büyütüldüm, sonra da iyi, güzel ne varsa herkesle, hiçbir ayrım gözetmeksizin paylaşmayı öğrendim.
Yürekli Galatasaraylılar da göndersin öykülerini. Ben takım tutmazdım, Arena açılışında çıkardıkları sesten sonra takım tutsam mı ki diye düşünmeye başladım. Bravo Aslanlara! Bravo ama yine de ‘pozitif ayrımcılık’ bile yapılsın istemiyorum artık. (Ben pozitif ayrımcılıktan bunu anlıyormuşum meğer: Kötü iktidara yuh çekmeyi:)
Yuh yuh, soyanlara, soyup kaçıp koyanlara, insana kıyanlara! Yuh nefsine uyanlara, yuhh!!!
Ama yuh çektikten sonra, bir daha yuh çekme ortamının yinelenmemesi için el birliği ile çalışmak da gerek. Bunun için de kardeşlik öykülerimizin anlatılması ile başlayalım istiyorum. Türkiye’mizin birlik ve beraberliğinin en güzel kanıtlarını, ninelerinizden, dedelerinizden duymuş ya da bir yerlerde okumuş olabilirsiniz, sizler bizzat yaşamış, yaşatmış da olabilirsiniz. Komşunuzun, arkadaşınızın kimliği ne olursa olsun, onunla birlikte imece usulü kışlık şepe ekmeği yapmışsınızdır, birlikte domates çiğneyip salça, üzüm çiğneyip şıra, pekmez yapmışsınızdır. Birbirinizin acılarına, kederlerine ortak olmuş yaralarınızı sarmışsınızdır. Hatta elinden tuttuğunuz insanlar, size hayatı zehir edenler ya da ‘onların’ çocukları olabilir. Bu öyküleri istiyorum. Gerçek yaşam öyküleri olmalı. Yaşanmış olmalı. Unutturmamalıyız. Örneklerini çoğaltmalıyız.
Belki Başbakan’ın bile vardır bir kardeşlik öyküsü. Anlatsın kitaba koyalım. Annemin kullanılmış çaputlardan yaptığı ‘patchwork’ namazlığı da ona hediye edeyim.
Hayat boyu görmedim dediğim adaleti, sadece o öykülerde bulacağıma inanıyorum. Halkın, doğaçlama yoluyla, içtenlikle yaptıklarında, komşuluk ilişkilerinde, yaşadıkları güzelliklerde, insaniyet ve aşk öykülerinde.
Hepimizin, Türkiye’de yaşayan herkesin kendisini ait hissedeceği ortak tek bir öykü bulabiliriz belki yeniden, fakat bir tek öykü, bu memleketi toparlayacak bir tek kahraman daha ararken yanlış yapıyor olabiliriz. 77 milletin 88 yıldır ve öncesinde de kaynaşmaya, kardeşçe yaşamaya her an hazır olduğunu ve bunu günlük hayat içinde binlerce kez kanıtladığını gösteren öyküler bütünüyüz, bu öyküleri, bu kendiliğinden, bu otantik, bu sahici öyküleri istiyorum.
Tim Burton’ın Big Fish adlı bana göre en iyi filmini bu yüzden derslerimde işliyorum.
Güdümlü ve güdülen bugünkü iktidarın sözde Ermeni, Rum, Kürt, Roman, Alevi ‘açılımlarına’ hiç inanmadım, inanmıyorum. Farlılıkları belirginleştiren ve ülkeyi paramparça etmeye yönelik göstermelik çalışmalar teker teker gerçek yüzünü gösteriyor çünkü bugünkü iktidarın tarihi ve kuruluş temel ve emellerinde insanları kaynaştırmak ve kardeşçe BİRARADA adil bir düzen içinde yaşatmak gibi bir amaçları, bu amaçları dile getiren manifestoları yok.
Edebiyat ya da sinemanın en etkileyici örnekleri ne yazık ki acı ve keder dolu öyküler ve benim saplantılarımdan biri de şu: Kardeşçe yaşayabilecek insanların birbirlerine ettikleri eziyetleri anlatan öyküler yaygınlaşıp çoğaldıkça bu ayrımları belirginleştiren ve çatışmalara zemin hazırlayan sebepler de mutlak gerçeklikler gibi yerleşiyor ve bu memleketi oluşturan insanlarımızın (yad ellere kaçamayanların) kendi kozalarında güven içindeymiş gibi, diğerlerinin kozalarına yapışmış, belki alışverişte diğer kozalara teğet yaşayabildikleri ikircikli ve her an infilak etmeye hazır bir toplum görüntüsünü sergilemeyi sürdüreceğiz. (Adalet Ağaoğlu’nun Kozalar adlı oyununu güncelleyip oynasak mı yeniden?)
Mevlana Celaleddin Rumi tüm insanlığa seslenmiş: Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Ben de Rumi’ye haddim olmayarak şunu ekliyorum: İçinizdeki iyilik yumağını da açın, bildiğiniz iyilik, kardeşlik, kaynaşma, paylaşma öykülerini de içinizde tutup saklamayın, anlatın, anlatmamıza yardımcı olun. Bu yazımı yaygınlaştırın ve bana bu öykülerin gönderilmesini sağlayın ki kitap olsun, kitaplar olsun, herkes okusun, okutalım. Kitabın tüm gelirini de öksüz yetim okutan okuluma, Darüşşafaka’ya ve başka hayır kurumlarına bağışlayalım.
Farklılıklarımızın ve birbirimize yaptığımız kötülüklerin kullanılmasından, bu farklılıklar yüzünden ayrılmamız gerektiğini damardan öğreten ve gerisinde tarikatlı, yolculu, zamanın harikası bir Cumhuriyet düşmanının çelişkiler yumağı sözlerinin ardında dil, din, mezhep, cinsiyet ayrılıklarımızın kışkırtılmasından bıktık usandık. Kahramanmaraşlar, Madımaklar olmasın, faili meçhul cinayetler yaşamayalım artık. Hiçbir çocuk annesi babası bu Cumhuriyet’e ait değilmiş gibi muamele görüp yetim kalmasın.
“İnsanlığı Rumdan, ustalığı Ermeni’den öğreneceksin” gibi bir atasözümüzü bir taksi şoföründen duymuştum yıllar önce. Tersi miydi yoksa, ama ne fark eder, ayrımcılık karşıtı bir atasözü işte. Başka bir taksi şoförü ise geçenlerde şöyle dedi: “Hocam ya, bu halkın birbiri ile yok bir alıp veremediği. Herkes kardeşçe yaşamak istiyor, herkes geçim derdinde. Ama bırakmıyorlar, hep bu siyasiler yüzünden!” Ben demedim, ben çanak tutmadım, yemin ediyorum. Sıradan halktan birinin kemiğine dayanmış artık ki söyleyiverdi. Saraçlık, terzilik, ve diğer zanaatların o kurcalamaktan bıkmadığımız, kibirden yanımıza varılmayacak denli yapıştığımız Osmanlı öykülerimizin içinde ne kadar gayrimüslim var, bilmiyor mu halkımız? Osmanlı donanmasının marangozları temelde Ermenilerden ve Yunanlılardan oluşmaymış. Padişahlarımızın, eşlerinin, anne ve babalarının yedi ceddini kurcalayınca kaçında ‘ari’ beyaz Türk kanı çıkıyor ki?
Bu hayalimi bana Başbakan’ı yeni stadlarından kaçıran cimbom taraftarları kadar bir de piyes anımsattı: Elpiniki’nin Yaşamı. Metin Balay’ın yazdığı ve Emek Dedeoğlu’nun yönettiği ve Beyhan Arbay’ın oynadığı oyun Elpiniki’nin günlüğü ve bu Rum kızının, Ermeni Ester ile kardeşliği, dostluğu benzer bir direniş ve hayatta kalış öyküsü. Yazımın başında ettiğim söz bu oyundan esinli: Les Filles du Feu: Ateşin kızları. Ortodoks Rum Elpiniki ile Müslüman Türk Behzat’ın gerçekleşmeyen aşkı (malum gavur gelin olmaz), Elpiniki’nin 6-7 Eylül olaylarında talan edilen düzeni, hayatı, Atina’ya kaçınca da ‘Turkosporos’ diye aşağılanışı ama ille de de vatanım diyerek Türkiye’ye dönüşü, Behzat ile hayali de olsa dans edişi.
Macide Tanır’ın hep söylediği söz de var oyunda: Kilise ile teyatro bir. Tiyatro ibadettir, imandır. Pera, eskiden İstanbul anlamına da kullanılan Pera, çokkültürlü, çok kimlikli birlik ve beraberliğimizin en güzel ve yaşatılası simgelerindendir. Evet hâlâ öyledir. Pera odaklı sanatsal işler yapanlara da ayrıca duyurulur.
Elpiniki’nin karanfilleri elden ele dolaşsın. Sahile insin artık tüm iyilik, güzellik, kardeşlik öykülerimiz. Fırtınadan korktukça biz, şarkılardaki gibi hep eller bahtiyar olacak!
Nazım Hikmet’in yeni bulunduğu söylenen şiirlerinden ikincisinden iki dize alıntı ile bitireyim bugünkü sözümü çünkü birbirine âşık insanların çocukları olduğumuzu kanıtlayabiliriz:
Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum.