Doğru zaten güçlüdür, doğru insanların dilinde daha da güçlü olacaktır.
Nal sesleri geliyordu… Atların nal sesleri! Üstelik ateş emri verilmişti, tereddüt edilmeyecekti! Nereden geliyordu sesler? Vurulacak olanlar kimlerdi? Süvari Birliği kimin üzerine yürüyordu? Ortalığı, havaya gelişigüzel açılan silahların cayırtısı kaplamış, askerlerin karşısındaki binanın duvarları delik deşik olmuştu. “Başbakan istifa, hükümet istifa!” sloganları bir kez daha yükseldi.
* * *
Tarih 29 Nisan 1960, yer Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’dir.
Öğrenciler, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda Turan Emeksiz’in öldürülmesini protesto etmektedirler. Güvenlik güçleri önce fakültenin bahçesine, sonra da mülkiyeye yönelirler. Süvari Birliği Hukuk Fakültesi’nin içine girer.
Nal sesleri, üniversitenin koridorlarından yükselir, binanın taş duvarlarına çarparak yankılanır. Sloganlar devam eder, silah sesleri de…
Askerler fakülteye girdiğinde, dekan Fehmi Yavuz’un yanında asistanları ve öğrencileri vardır. “Buraya giremezsiniz, ben öğrencimi vermem!” der, göğsünü siper eder, direnç gösterir; copu yer, tırnağı kopar…
Barut kokuları kaplamıştır her yanı. Genç asistan, dekanı Fehmi Yavuz’un yanından bir an olsun ayrılmaz. Genç yaşında üniversiteyi, bilimi solumakta; yeri geldiğinde onun, etiyle, tırnağıyla nasıl korunacağının tanıklığını yapmaktadır. Asistanın adı Cevat Geray’dır…
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin duvarları delik deşik olmuş, üniversite yaralanmıştır. Koridorlarında atların nal sesleri duyulmuş, duvarlarında mermi izleri kalmıştır.
Haftalar sonra dönemin başbakanı Menderes dekan Fehmi Yavuz’u arayıp binadaki kurşun izlerini silmesini isteyecek, aralarında kısa bir tartışma çıkacaktır. Fehmi Yavuz başbakana, o izlerin “Mülkiye’nin şerefi” olduğunu söyleyecektir.
* * *
1964 yılı, Hindistan, Hayderabad eyaleti.
Bir grup, Türkiye’deki köy enstitülerinden esinlenmiş bir okulda gözlemlerde bulunmaktadır. Köy gençlerini alarak lider ve öğretmen olarak yetiştirmeyi amaçlayan bir okuldur bu. O gün okulda diploma törenini vardır. Törende çocuklar diğer gösterilerin yanı sıra cirit oynamaktadırlar.
Konuklara hayvanların bulunduğu damlar gezdirilir. Biri tamamıyla beyaz, diğerinin ise gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi siyah iki gösterişli atın önünde dururlar. Kıratın adını Cevat, doru atınınki ise Ruşen ‘dir. Bir süredir Hindistan’da toplum sağlığı üzerine araştırma ve gözlemler yapan bu iki insan olay karşısında oldukça duygulanırlar. Zira isimleri atlara verilerek onurlandırılan kişiler, ileride Ankara Üniversitesi SBF tarihine adlarını yazdıracak Prof.Dr.Cevat Geray ve Prof.Dr.Ruşen Keleş’ten başkası değildir.
Olay, hayatlarının 51 yılında birlikte olan ikilinin, Yeni Delhi’de 5 yıllık kalkınma planlarında köye yönelik ne tür olanaklar sağlandığını, Bombay’da konut sorunlarını nasıl çözdüklerini incelemek; Pune Üniversitesi’ndeki kırsal kooperatifçilik konusundaki çalışmaları yerinde görmek için Hindistan’da bulundukları sırada yaşanır.
* * *
Sene 1977.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derneği’nin kapısından biri girer. Fakültenin yeni dekanıdır gelen. Kendisi de öğrencilik yıllarında aynı derneğin üyesi olmuştur.
Fakültedeki tüm sorunları öğrencilerle birlikte çözmeyi önerir. Önerisinde samimidir, öyle de yapar. Okuldaki sorunların çözümü için birlikte çalışma kararı alırlar.
Babacan biridir. Sağcı olsun, solcu olsun her koşulda öğrencisinin okula devam etmesini sağlamaya çalışır. Birçok öğrencinin okuldan atılmasını özel çabasıyla önler. Salt öğrenimleri aksamasın diye, emniyetin sorduğu öğrencileri saklar, parası olmayanlara harçlık verir, yeri gelir nikâh şahitliği yapar, okul bittiğinde onlara iş bulur.
Uzun dalgalı saçları, müşfik ve babacan tavırlarıyla tam bir öğrenci dostu olan; sadece üniversitenin değil, her üniversite hocasının özerk olmasını savunan bu adam, geleceğin Efsane Dekanı olarak adlandırılacak olan Prof.Dr.Cevat Geray’dır.
Dekanlık yaptığı sürece, kolluk güçlerinin üniversiteye girmesine hep karşı olmuştur. 1978 yılında polisin ilk kez SBF’ne girişindeki tavrı ise hafızalara kazınmıştır:
Başlarında elinde telsiziyle komiserleri olmak üzere bir grup polis, okula girerek öğrencilere saldırır. Cevat hoca, dekan odasının olduğu üst kattan, aslan yelesini andıran saçları dalga dalga, merdivenlerden aşağı doğru seyirtir. Polislere, “Sizi kim çağırdı? Kim oluyorsunuz da okula izinsiz giriyorsunuz?” diye bağırır. Polisler, başlarındaki komiserleriyle birlikte neye uğradıklarını şaşırırlar. Kös kös çıkıp giderler. Üniversite onun evidir, öğrencileri ise çocukları… Öğrencilerin gözünde “evini ve çocuklarını koruyan bir aslan gibidir.”
* * *
Karlı bir kasım akşamı.
Bir araç, Mersin’den Malatya’ya doğru yol almaktadır. Hava soğuktur, kar yağmaktadır.
Üniversitenin resmi aracı içindeki üç yolcusu tedirgindir. Hava karanlıktır, belki de gece yarısı. Kar şiddetini iyice arttırmış, zincirsiz araç, karlı yolda zorlanmaya başlamıştır. Yaşça diğerlerinden hayli büyük olan adam, diğerlerinin ürkek, kaygılı hallerine aldırmadan peş peşe espriler yapmakta, fıkralar anlatmaktadır. Gecenin köründe kara saplanıp kalmak, kurda kuşa yem olmak umurunda bile değildir. Ya da diğerlerine öyle gelmektedir.
Bir gün önce, Mersin Üniversitesi’ndeki Şehir Plancıları Odası’nın toplantısında konuşmalar yapmışlar, yenilen yemeğin ardından hoca, yaşından beklenmeyecek şekilde piste fırlamış, gençlere taş çıkartırcasına dans etmiş, herkesi keyiflendirmiştir.
Kasım ayında, kış koşullarıdır. Ertesi günü Malatya’da yapılacak toplantıya gidip gitmeme tereddüdü oluştuğunda, o her zamanki gibi cesur ve rahattır. Tüm kaygıları giderecek şekilde, “haydin çocuklar, gidiyoruz” demiştir…
Gergin ve gerilimli geçen yolculuğun sonunda, ertesi gün, sabah erkenden kalkan, hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeyen yine odur. Gayet rahattır; kürsüye çıkar, konuşmasını yapar...
Üniversitede bilimin meşalesini hep yüksekte tutan, daima gençlerden yana tavır koyan, bir dönemin efsane dekanıdır o. Her devrin diktatörlerinin hışmını üzerine çekmiştir. Emeklidir. Adı Cevat Geray’dır…
* * *
“Müthiş bir çığlık, kadın çığlığı… Sonra korkunç bir sessizlik. Evet ölüm sessizliği… Kısa sürüyor.”
Kısa sürüyor, çünkü alevler onları daha yukarı katlara çıkmaya zorluyor. Dışarıdan tekbir sesleri yükseliyor. Gözü dönmüş güruh “Sivas şeytan Aziz’e mezar olacak, şeriat gelecek, zulüm bitecek” diye slogan atıyor.
Adam, karısıyla birlikte Aziz Nesin’e yaklaşır, “seni kaçıralım” diye sorar. Ama nereye? Nasıl?
Beş katlı otelin, ön cephesinin her katına aralıksız taş yağmuru başlar. Kalabalık, korunmak için arka odalara, koridorlara doğru çekilmek zorunda kalır. Aşağıda, belediye başkanının “gazanız mübarek olsun” diye başlayan konuşması, dışarıyla artık yapılamaz olan telefon bağlantıları… Elektrikler de kesilir, otel tümden karanlığa gömülür, ortalığı bir ölüm sessizliği kaplar…
Bir anda holü saran ateş yalımları arasında adam ve karısı kendilerini odalarında bulurlar. Pencere! Odanın penceresi! Birisi odanın penceresini açmaya çalışmaktadır. Bir kaçış yolu belki! Pencereden terasa çıkış, yıkılan sac perde, karşıda ışık yanan bir ev, bitişik apartmana bir geçiş olanağı…
Ölüm, ateş ve duman bulutu içinde soluk soluğa kalmışlardır. Eşi Gülsen’in elinden tutmuş olarak kendilerini bitişikteki binanın odasında, pek de konuksever gözükmeyen insan kalabalığının istemsiz, öfkeli, kindar bakışları arasında bulurlar; “Niye geldiniz?” derler...
Yaşadıkları bir kâbus gibidir. Şok olmuş vaziyettedirler. Bir süre ne yapacaklarını bilemeden, ayakta öylece dururlar. Gençlerden birinin sesi onları kendine getirir. “Cevat Hocam bu tarafa gelin!”
Tarih 2 Temmuz 1993, Sivas ili, yer Madımak Oteli’dir. Beki de insanlık tarihinin gördüğü en büyük aydın katliamı. 35 aydın, yazar, sanatçı, kültür insanının yakılarak öldürüldüğü katliamdan eşi Gülsen Geray’la birlikte son anda kurtulanlardan biri de Prof.Dr.Cevat Geray’dır.
* * *
Sene 2017, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi.
Tam 57 yıl önce, atların nal seslerinin duyulduğu fakültenin koridorlarında bu sefer plastik mermilerin, biber gazlarının, polis coplarının sesleri duyulur. Mülkiye’den 72 öğretim üyesi KHK ile ihraç edilmiştir.
Kampüsün önüne gelen hocalar ve öğrenciler içeri alınmadığı gibi, fakültenin kapısından polis kalkanlarının önüne katılarak sürülürler. İçerdeki hocaların yapabildikleri tek şey, cübbelerini kampüs girişine sermek olur.
Polis kampüs önünde serilmiş hocaların cüppelerini öfkeyle, hınçla çiğneyerek içeri girer. Biber gazı ve su ile saldırır, katlara ve sınıflara müdahale eder. Bazı akademisyenler coplanır, yumruklanır. Bir kez daha resmi bir nefretin kokusu bulaşır mülkiyeye. Bir kez daha atların nal sesleri yankılanır fakülte koridorlarında. Bu sefer gelenler TOMA’lardır, akreplerdir; coplu, kalkanlı, biber gazlı polislerdir…
Ve üniversite bir kez daha yara alır bu topraklarda. Aklı ve yüreği halktan, bilimden, aydınlanmadan yana bütün akademi çalışanları da yaralanır. Bu yaralanmadan 87 yaşındaki bilim insanı Prof.Dr.Cevat Geray’da nasibini alır. 80’lerin efsane dekanının, emekli öğretim üyesi sıfatıyla altmış yıllık akademik birikimini paylaştığı fakültedeki derslerine rektörlük kararıyla son verilir.
* * *
Prof.Dr.Cevat Geray.
Akademinin saygın insanı, mülkiyenin çınarı. 88 yaşındaydı.
Türkiye’nin en önemli kent bilimcilerinden, ömrünü bilime, aydınlığa adamış, öğrenci dostu bu güzel insanı geçenlerde kaybettik. Cebeci Mezarlığı’nda sessiz, duygulu bir kalabalık uğurladı onu. Son yolculuğunda öğrencileri, dostları, sevenleri yanındaydı. Yüzlerinde, hep aynı yürek burukluğu, ruhlarında eksik kalmış bir düşün halkaları vardı…
Atların nal sesleri, bu sefer ülkenin her taraftan duyuluyordu. Yaşam, bir ömre daha noktasını koymuştu…
Lakin bilenler, biliyordu; tarih, hayat tarafından ne kadar örselenseler de, haklı olmanın gururuyla yaşayan neşeli insanların yurduydu.
Not: Bu yazının yazılmasından katkıları olan Celal Özkan, Serap Kurt, Yunus Isın, Tahir Şilkan, Özcan Yaman, Mehmet Özer, Taner Avşar, H.Tarık Şengül’e teşekkürlerimle…