Hepiniz tanıdınız onu.
Cumartesi akşamı ana akım, tali akım, yan akım; cümle medyanın ekranlarındaydı.
Rotatifler çalışıp, dizgiler tamamlanmadığından günlük gazetelerin manşetlerindeki yerini almasına daha çok vardı.
Yardım görevlisi kadın, Elazığ’daki depremde yıkılmış bir binanın önünde, telefonla konuşuyordu.
Telefonun diğer ucunda, belli ki yerle bir olmuş binanın enkazında sıkışmış biri vardı.
Enkazın üstünde hummalı kalabalık, arkada kompresör, karot, balyoz sesleri; yardım ekipleri heyecan içinde, gayretkâr; ortalık can pazarı.
Kadın, "Xaltî, Xaltî" diyordu; "Azize, de ki Xaltî, Xaltî"
Enkazın altında, telefonla konuşan kadının yanında başka bir kadın daha vardı. Komşunun annesiydi. Belli ki Türkçe bilmiyor, bilinmeyen bir dilden konuşuyordu…
Ne tesadüftür ki yardım görevlisi ile telefonun öbür ucundaki kadın da aynı dilden konuşuyorlardı.
Anadil, yurdu gibiydi insanın. Ona kavuştuğunda nasıl rahatlar, nasıl da mutlu olurdu insan.
Nitekim öyle de oldu:
Yardım görevlisi kadın
"Ben sana Türkçe söyleyeceğim, sen de ona Kürtçe söyle, tamam mı?
De ki;
"Saxlixa te çito ye?" (Sağlığın nasıl?)
"Nefesê te çito ye?" (Nefesin nasıl?)
"Xaltî kuderê te diêşê?" (Teyze neren ağrıyor?)
Azize’nin övgüye değer çabalarını izlerken aklıma geldi.
Geçenlerde okumuştum:
"İstanbul Havalimanı’nda 36 dilde ve 80 lehçede yolculara 'anlık çeviri hizmeti' verilmeye başlandı."
İçlerinde Çince’den İspanyolca’ya; Hitçe’den Katalanca’ya, Farsça’dan Urduca’ya kadar dünyanın 36 coğrafyasının dili vardı…
Lakin bu toprakların dili olan Kürtçe yoktu!
Azize’nin, enkaz altındaki canları hayatta tutabilmek amacıyla çırpınırken, son anda anadiline sarılışını görünce içim burkuldu.
Azize, "Xaltî (Teyze) de", diyordu, "Xaltî"
Mesajlar, yer üstünden yer altına ışık hızında ilerliyor, kulaktan kulağa yayılıyordu. Ve belli ki aşağıda, enkazın altındaki kadın, komşusuna "Xaltî, Xaltî" (Teyze! Teyze!) diye sesleniyordu.
Bir sözcük… Tek bir sözcük, bazen insana nefes oluyor, hayat kurtarabiliyordu.
Gördüm ki, yardım görevlisi kadının çabaları Azize’ye hayat verdi. O tek bir sözcük, "xaltî" Azize’nin komşusu "teyze" ye hayat verebildi mi, bilmem…
Merak ettim, haber kanallarını şöyle bir dolaştım.
Gördüm ki, haber değeri olmazmış meğer bilinmeyen bir dilden atılan çığlıkların. Ya "can kurtaran telefon," ya "enkazda telefon görüşmesi," ya da "Azize’ni göz yaşartan gayretleri" diye geçiyordu haberler…
Kimisi "hayat kurtaran telefon" diye başlık atmış, kimisi, "telefonda hayat öpücüğü" nden bahsetmiş, kimisi enkaz altındaki yaralıyı konuşturan sağlık görevlisine övgüler dizmişti...
Bazıları nedense, özellikle görmezden gelmiş gibiydi Azize’nin konuştuğu dili.
Örneğin devletin ajansı, genlerine yazılmışçasına, videodaki Kürtçe konuşmaları makaslayarak sunuyordu müşterilerine.
Adına uluslararası ün katmış kanalın biriyse haberinden, itinayla cımbızlamıştı bilinmeyen dile dair sözcükleri…
Kürtçe!
Dünyanın en çok konuşulan 29. dili.
Google’a yazsan biliyordu, Facebook desen tanıyordu; sorulur mu, Wikipedi’nin bile Kürtçesi vardı.
Ancak kendi ülkesinde hala haramdı; "kart, kurt" gibiydi, yoktu!
O, bu topraklarda hala tabelâsı sökülendi!
Okullarda kazara konuşulduğunda, çocukları azarlanan; dünyanın övünç duyulan "en modern" havalimanında sıralamadaki yeri Arapça, Tamilce, Fince, Urduca, Danca ve Teluguca’dan sonra bile gelemeyen; düğünlerde, müzik salonlarında, hastanelerde ve mahkemelerde halen hor görülen bir dildi o!
Malum, Elazığ bir deprem yeriydi, ülkeyse başka bir deprem!
Binalar yıkılmış, her yan feryat, figan, yürekler harap!
Yerüstünden yeraltına bilinmeyen bir dilden akıyordu sözcükler:
"Azize, ses ver!" diyordu, "Azize ses ver!"
Xaltî, Xaltî!
Azize!
Duyuyor musunuz beni?
Kimse var mı orada?
…
Belli ki, duyan yok!
Belli ki bunca çaba, bunca uğraş beyhude!
Kim bilir, daha nice zaman alacak, çaresi yok hala bu enkazı kaldırmanın.
Kim bilir, daha ne kadar, haber değeri olmayacak, bilinmeyen bir dilden çığlıkların.