Barikat deyince aklıma, nedense hep Paris'in barikatları gelir.
Victor Hugo'nun klasiği Sefiller'deki 1789 Fransız İhtilali sırasında Paris'in sokaklarında kurulan barikatlar.
Ya da, 1871'de, dünyadaki ilk işçi devrimi sırasında, yine Paris'in yoksul semtlerini donatan barikatlar.
18 Mart 1871'de Paris halkı ayaklanarak kentin yönetimini ele geçirir. 72 gün sürecek Komün yönetimine karşı, kilisenin ve büyük toprak sahiplerinin desteğindeki Versailles kuvvetleri harekete geçer. Paris halkı devrimi savunmak üzere şehrin sokaklarında sayısız barikat kurar.
Güçlü Versailles ordusuna karşı Paris Komünü büyük bir mücadeleye girişir.
En büyük direnişi işçi semtleri gösterir. Paris'in ayak takımı, yoksulları, emekçileri bu semtlerdeki barikatların arkasında sonuna kadar savaşırlar. Burjuvazinin askerleri, buralarda akıl almaz, ölümüne bir dirençle karşılaşır. Bu amansız direnişten dolayı en son girilen semtler de buralar olur.
Paris'in son barikatı 28 Mayıs'ta düşer. Kayıtlara "kanlı hafta" olarak geçecek bu günlerin sonunda 30 bin direnişçi acımasızca öldürülür, tarihin ilk işçi devrimi yenilir, gericilik ve karşı devrim kazanır.
Barikat!
Zayıf olanın, güçlü olana karşı kendini savunmak amacıyla kurduğu bir tahkimat biçimi.
Bir saldırı karşısında durmak, kendinden çok daha güçlü kuvvetlere karşı direnmek ve sahip olunan alanı ya da bu alandaki güçleri korumak amacıyla ele ne geçirilirse kullanılan; taştan, ağaçtan, demirden, çeşitli eşyalardan oluşturulan derme çatma direniş mevziisi…
Çoğu kez haklının, güçlüye karşı kurduğu etten, kemikten, kandan, acıdan ve terden oluşan bir yığınak.
Haklı olanın haksız olana; kalabalık ama zayıf olanın, sayıca az ama güçlü olana; ezilenin ezene, alttakinin üsttekine yönelik, ötekinin egemen olana karşı kullandığı bir savunma sistemi.
Öte tarafındakilerce üzerine, tarihsel bir kinle büyümüş, sınıfsal bir nefretle biçimlenmiş, ölçüsüzce bir şiddetin boşaltıldığı, beri tarafındakilerce ise canla başla savunulduğu bir savaşım hattı…
Bazen kuşatılmış bir şehrin daracık sokaklarında görürüz onu, bazen yoksul semtlerin isyana kalkmış caddelerinde, bazan da küçük köylerin dağlarına, derelerine, yaylalarına çıkan yollarında…
Önceki gündü.
Ülkeye başkentlik yapan bir şehrin hastanesinde gördük onu!
Ankara'da, Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bir yoğun bakımın giriş kapısındaydı!
Beyaz, mavi önlüklerden, cerrahi maskelerden, stetoskoplardan, ameliyat eldivenlerinden oluşan bir barikat!
Ellerden, ayaklardan, dizlerden ve omuzlardan meydana gelmiş; korkudan, endişeden, etten, deriden ve terden ibaret bir barikat…
Bireysel bir taşkınlık, acıyla meydana gelmiş bir boşalma, münferit bir olaymış gibi görünse de, gerçekte beslene beslene semirmiş, birike birike çoğalmış kültürel bir sefaletin bir hastane kapısında zuhur etmiş hali…
Bir tarafında iyiliğin ve iyileştirmenin, öte tarafında kötülüğün; kötücüllüğün yer aldığı bir barikat…
İronik geldi bana.
Başkentin ortasında bir barikat!
Her iki tarafında, birbirinden ayrı, iki farklı dünya; iyiliği ve kötülüğü temsil eden iki ayrı güç; karanlık ve aydınlığın çatışması.
Barikatın bir yanında Hipokrat yeminli, her koşulda yaşatmaya ant içmiş hekimler; sağlık emekçileri; hemşireler, asistanlar, diğer sağlık görevlileri…
Barikatın diğer yanında acı çektirmeye, kan dökmeye, dağıtmaya, yok etmeye koşullanmış, gözü dönmüş bir kalabalık; egemenin telkininden güç almış, cehaletle donanmış, kinle bilenmiş bir güruh!
Barikat zayıf, barikat güçsüz, barikat derme çatma.
O eller olmasa dağılacak; o ayaklar, dizler, omuzlar olmasa geçilecek; o iyilik yapma arzusu olmasa kırılacak kapı, yarılacak o barikat! Biraz aralansa, sızacak kötülük, biraz açılsa kirlenecek beyaz önlükler, biraz zayıflasa, apansız nefret dolacak içeri...
Barikatın arkasında ötekiler; emekçisi, doktoru, hemşiresi, sağlık görevlisi…
Barikatın arkasında iyilik, barikatın arkasında bilim, barikatın arkasında meslek örgütleri, tedavi etme isteği, Türk Tabipleri Birliği…
Barikatın önü karanlık ve puslu; barikatın önünde cehalet kol geziyor, barikatın önünde, kibirle büyümüş, güçle zehirlenmiş bir cesaret gösterisi.
Barikatın arkası şeffaf, barikatın safları tertemiz, ak önlükleri içerisinde insanları pırıl pırıl; arka plansız, hesapsız ve saf…
Barikatın önünde nefret ve linç isteği…
Barikatın ön tarafında manşetler kirli, haber ajansları serseri; arkadan höyküre höyküre yükselen "Türk Tabipleri Birliği kapatılsın" sesleri…
Dünya pandemi ile topyekûn mücadelede.
Türkiye'de öyle gözüküyor.
Ama nasıl?
Salgınla mücadelede hemen hemen bütün yük sağlık emekçilerinin omuzlarında. Cephenin en önündeler onlar. Yeri geldiğinde ekipmansız, yeri geldiğinde yetersiz donanımla; yeri geldiğinde izinsiz, aç bitap, ardı arkası kesilmeyen nöbetlerle yangının tam ortasındalar.
Görünmeyen bir düşmanla savaşıyorlar. Kâh cephede, en önde; kâh bir barikatın arkasında görünüyorlar; kâh virüse yakalanıyor, kâh iyileşiyor, kâh ölüyorlar!
Evet, evet, ölüyorlar!
Bu yüzden ki, her gün "ölüyoruz!" çığlıkları yükseliyor hastanelerden.
Salgınla savaşta bugüne kadar 45'i hekim, toplam 95 sağlık çalışanı öldü, her gün bir sağlık emekçisi daha hayatını kaybediyor.
Ülkenin başkentinde ise cehalet bir kez daha bilime meydan okuyor.
Örgütlü kötülükse her yerde; sokakta, manşetlerde, hastane kapılarında, meslek örgütlerini tehdit eden muktedirin dilinde…
Barikat şimdilik sıkı, barikat sağlam; barikat etten, yürekten, cesaretten...
Her şeye rağmen dayanıyor, direniyor.
Cehalete karşı, kötülüğe karşı, karanlığa karşı.