Bir süre yazmayacağım demiştim, lâkin çalışma odama sığmıyor yüreğim.
Çıkmışım odamdan, deniz kenarında bir iğde ağacına yaslanmışım.
Ege'nin maviliklerinde yüzüm. Karşımda Samos Adası, önümde hafiften çırpınışları dalgaların. Eski zamanlardan hikâyeler fısıldıyor ruhuma. Kulağımda klasik Rembetiko şarkıları, geleneksel Rum ezgileri.
Kim bilir nasıl da özgürlerdir karşı kıyıda…
Sanki dalgalara karışmış, Samos'tan bana ulaşıyorlar.
Ankara'nın Çayyolu semtinde bir sokağa düşüyor yolum. Karanlık ve izbe. Türkülerin, konserlerin, festivallerin yasaklandığı bir zamandan geçiyorum... Şarkıların hunharca boğazlandığı bir zamandan...
Sivri gölgelerini asfalta kanırtıyor katil adayları.
Bir müzisyenin peşindeler onlar!
Niye?
Emir buyurdukları bir şarkıyı söyleyemiyor diye…
Emirlerin kanun hükmünde verildiği günlerdeyiz. Her gün yeni bir yasağın burgacında. Her söz terörle iltisaklı ilan ediliyor; türküler sakıncalı, ezgiler suçlu, şarkıcılar şüpheli.
Hoyratlık sınır tanımıyor ülkenin başkentinde.
Failler beyaz yakalı bu sefer. Bir müzisyenin yolunu kesmişler.
Uluorta doğruyorlar onu!
"Sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun?" sözleriyle büyüyor gaddarlık.
Onur Şener'in ömrü, kim olduklarını öğrenmeye yetmiyor.
Onu biz öğreneceğiz sonradan. İkisi Çalışma Bakanlığı'nda müfettişmiş faillerin, biri devletin seçkin bir kurumunda mühendis. Kiminin üç suç kaydı mevcut, kimi taksirli yaralamaktan sabıkalı.
Kim bilir hangi liyakatsiz bürokratın emir eri bunlar, nasıl hileli bir mülâkatın eseri.
Oturduğum yerde, bir müzisyenin çığlıkları kanıyor yüreğime.
Yüzünde pançak pançak kan, boğazında cam kesikleri.
Onur Şener 45 yaşındaydı.
1995 Ankara TED Koleji mezunu, genç bir müzisyen. Evli, beş yaşında bir çocuk babası.
Bir de, ölen arkadaşının çocuğunu evlat edinmiş olmanın yüce gönüllülüğü var onda.
Zamanla notalar tutkuya dönüşmüş yaşamında.
Hayatını şarkı söyleyerek kazandı. Gitar çaldı, şarkı söyledi, düet yaptı.
"Sınıfın en parlak öğrencisiydi. Basketbol oynar, gitar çalardı. Ona imrenirdik." diye anlatıyor sınıf arkadaşı İrfan Değirmenci.
Bir zamanlar katıldığı şarkı yarışmasında "Hayatımın sonuna kadar müzik yapmak istiyorum. Müzik benim için bir tutku" demişti.
Hayatının sonuna kadar müzik yapamadı. Hayalleri ve tutkuları karanlık bir Ankara akşamında sel suyuna kapılıp gitti.
Ezgilerin hep emekçisi oldu, lâkin emeklisi olamadı.
Ankara'nın karanlık bir sokağında boğazında cam kesikleriyle öldü.
1980'in darbe yıllarıydı.
Çocukluk arkadaşım, dostumdu.
Siyasi görüşlerinden dolayı cezaevine düşmüştü. Hani şu adına, terör dedikleri türden…
Aradan yıllar, on yıllar geçti. Sayısız af çıktı. Nice katiller, haramiler, soyguncular; ülkenin canına okuyanlar serbest kaldı.
Arkadaşım ne bir haram yemiş, ne cana kıymıştı.
Tek suçu, daha güzel bir ülke hayal etmekti.
35 yıl yattı, geçen yıl çıktı hapisten.
Cezaevinden özgürlüğe adım attığında hayal ettiği ülkeyi bulamadı.
Yerinde siyasal İslam fantezisiyle değerleri aşınmış, örselenmiş; suçla, hunharlıkla, cezasızlıkla kokuşmuş bir bataklık buldu.
Onur Şener'in katil zanlıları…
Yeni bir afla serbest bırakılmak üzere yakalandılar.
Şimdi o bataklıkta, çıkacak bir affın kanatları altına sığınmaya hazırlanıyorlar.
Ülkenin vicdanlı insanları ise onun için, belki de hiç gelmeyecek daha niceleri gibi, adalet aramaya koyuldular bile…
Hep beraber bataklıktaki haşerelerin tek tek izini süreceğiz.
İçi boş sözcüklerden medet umup, afili sözcüklere sığınacağız.
Sosyal medyaya sıkışıp kalmış etiketler açıp lanetler okuyacağız faillere.
Ardı arkası kesilmeyecek mahkemelerden, iyi halden yapılacak indirimlerden, zaman aşımlarından fırsat bulup katil bile diyemeyeceğiz onlara.
Hazırlığına çoktan başlanmış bir aftan yararlanıp yeni görevlerine başlayana dek unutulup gidecekler.
Bizse, hangi karanlık köşe başından, hangi lanetli ölümün apansız yakamıza yapışacağından habersiz, boğazımıza kadar battığımız bu kokuşmuş bataklıkta boğulmamak için debelenip durmaya devam edeceğiz.
Onur!
Ne zaman bu sözcüğü duysam en hassas yerinden titrer yüreğim, duygulanırım.
Kötülükten, kıyıcılıktan, zalimlikten uzak; doğruluk, haysiyet, vakar içeren bir duygu bu. Kimileri için, hayatta hiçbir şeyle değişmeyecekleri bir değerin ifadesi belki de.
Benim de küçük oğlumun adı Onur…
Bu adı duyduğumda güzel insanlar gelir aklıma. Yürekleri adaletten, eşitlikten, özgürlükten yana insanlar; dürüst, vicdanlı, hak yemeyen…
İnsanlar gibi sözcükler de öldürülür kimi zaman.
İnsanlar öldüğünde en hassas, en dokunaklı, en kırılgan yerlerinden yaralanır onlar.
Hiç düşündünüz mü, sözcükler niye kanamalı olur bazen?
Sözcükler kanadığında, hangi düş gücüne sığar bir çocuğun gülüşleri?
Hangi sonsuz gelecek zamana ertelenir bir babanın öpüşleri?
Sahildeyim.
Bir palmiye ile iğde ağacının kardeşliğine sığınmışım.
Biraz ileride balıkları topluyor martılar.
Bir cümle şimendifer gibi delip geçiyor içimden:
"Ankara'da bir müzisyeni öldürmüşler!"
Ölüm beyaz yakası içinde zuhur etmiş bu sefer, yeni bir affa daha hazırlanıyorken egemen…
Çaresiz, yaralı sözcüklere sığınıyor kalbim.
Göğsümde bir sızı, boğazımda cam kesikleri.
Gözlerim Samos Adası'nın eteklerinde. Kırık dökük cümleler bırakıyorum Ege'nin sularına.
Şu alçalıp denize pike yapan martılar, şu önümde suya pul pul ışıltılar bırakan balıklar…
Hepsi, ama hepsi bana fısıldıyorlar;
"Onur Şener'i öldürmüşler, ne duruyorsun, yazsana!"
Bir babanın yanağında, beş yaşında bir çocuğun öpüşlerini söndürmüşler.
Susmak, cam kırıkları gibi etlerimde şimdi, acılar sızıyor her yerimden.
Yazmamak ne mümkün.
Bir Rembetiko şarkısının incecikten hüznü dağlıyor yüreğimi.
Sessiz, ağır ağır, derinden.