El koyularak karargâh haline getirilen, hastaların başka illere gönderildiği, koridorlarında silahlı, maskeli adamların dolaştığı hastaneler…
Tahrip edilen, kurşunlanan ve ölülerin üçer-beşer gömüldüğü mezarlıklar…
Tanklar, toplar ve bomba atarlarla yaşanmaz hale getirilmiş sokaklar…
Elektrik, su, kanalizasyon altyapısının bütünüyle tahrip edildiği mahalleler…
Bütün eşyaları kırılmış, parçalanmış, yakılmış; taşınabilir olanları talan edilmiş; giysilerin, iç çamaşırların ortalığa saçıldığı, evlerin içinin dışkılarlar dolu olduğu; kurşun değmemiş bir duvar, kırılmadık bir cam, parçalanmamış tek kapının dahi kalmadığı evler…
Ve bombalarla tamamen yıkılarak taş yığını haline gelmiş camiler…
Ve TSK tarafından öldürüldüğü söylenen 665 Cizreli…
Ve daha niceleri…
* * *
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın Cizre Raporu açıklandı.
79 günlük sokağa çıkma yasağının ardından, TİHV’in hazırlamış olduğu 52 sayfalık bağımsız inceleme raporunda ayrıntılarıyla anlatılıyor bütün bunlar.
6-8 Mart 2016 tarihleri arasında sokağa çıkma yasağının uygulandığı Yafes, Sur, Cudi ve Nuh Mahalleleri’nde yapılan görüşme ve gözlemleri kapsıyor rapor.
Devlet tarafından Cizre’de yapılan, baştan aşağı hukuk tanımaz bütün uygulamaların da objektif biçimde gözler önüne serildiği rapor, yarınlara kalacak yüzlerce, binlerce belgeden sadece biri. Daha çok yazılacak, belgeler birikecek, videolar yayınlanacak, hakkında filmler yapılacak…
TİHV’in raporu okunduğunda, öncesinden de bilinen şaşırtıcı birçok gerçeklik, tokat gibi yeniden iniyor okuyanın yüzüne.
Yasanın olmadığı, hukukun tanınmadığı, resmi devlet organlarının işlevlerinin çalışmadığı başka bir dünya karşılıyor sizi.
Bir orta çağ vahşeti, görülmemiş bir barbarlık gösterisi, çağ dışı bir zulme işaret ediyor her şey.
Cizre’ye girişte hukuksuz bir şekilde arama yapılması, araçların saatlerce bekletilmesi, arama belgesi sorulduğunda gösterilmemesi…
Devlet kurumlarının inceleme yapacak heyetin randevu talebine kayıtsız kalması…
Sokağa çıkma yasakları boyunca ilçe sakinlerinin ihtiyaçlarını ne şekilde karşılanacağının belirtilmemesi…
Yafes Mahallesi’nde;
“...tüm evleri dış görünüş itibariyle tahrip edilmiş”
“Mahallede yaşayanların bildirimlerine göre tam karşı yamaçlarında bulunan tepelere yerleşen TSK’ne ait tanklar, toplar, bomba atarlarla mahallenin sürekli bombalandığı”
Evlerden, “...çok güzel ve bakımlı olanların, park caddesi girişinde bulunan binaların top atışlarıyla vurularak ve taranarak yaşanılamayacak kadar hasarlı hale getirildiği”
“...sokağa çıkma yasağının 25. gününe kadar yerleşik yaşam sürdürüldüğü…”
“...mahallenin hemen karşısındaki tepelerde, Devlet Hastanesinde ve etrafında konuşlandırılan TSK’nın tankları ve bomba atarlar tarafından bombalanması ile keskin nişancılar tarafından hareket eden her şeye ateş açılması ve 25. gün yapılan çok şiddetli bir bombalama…”
Bu bombalamayı halk “sanki bizi gökyüzünden vurdular“ şeklinde tanımlıyor.
Şiddetli bombardıman sonrası halk sokağa çıkarak mahalleyi terk etmek zorunda kalıyor.
25. günü evlerini terk eden mahalleliden sonra, - kimi videolarda da görüldüğü üzere- evlere kapılar kırılarak giriliyor. Bazen balyozlarla, bazen kepçelerle, bazen başka sert cisimlerle…
Evlerin içinde sağlam eşya kalmamış. Ya silahlarla taranarak delik deşik edilmiş, ya sert cisimlerle parçalanmış; odaların duvarlarında ırkçı, nefret içeren, cinsiyetçi yazılar…
Gezi Parkı Direnişi günlerinde, ateş yağmuru altında gözleri çıkartılan, gaza boğulan ve yaralananların toplandığı Bezm-i Alem Camii çok konuşulmuştu. Adeta revir olarak kullanılan camii için “ayakkabılarıyla girdiler” diyerek, yüksek perdeden kışkırtma yapmaya kalkmıştı birileri.
Cizre’de, Sur ve Cudi mahallelerinin kesiştiği yolda Hazreti Ali Camisi varmış. Şimdi ayakkabılı ya da ayakkabısız girilecek bir camii bile yok yerinde. Belli ki camiye ayakkabısız girenlerin marifeti bu! Tamamen yıkılmış, bir moloz yığını halinde. Yıkılan cami enkazının üzerine ise imamın cüppesi ve takkesi konulmuş…
Semt sakinleri, “mahalleyi boşalttığımızda bu cami sağlamdı. Sonradan yıkılmıştır” diyorlar. Caminin bomba döşenerek yıkıldığını düşündüklerini ifade ediyorlar.
Başka ne gelebilir akla? Tabii ki IŞİD’in bombalarla yıktığı camiler, kiliseler, tarihi mekânlar geliyor insanın aklına.
Ağır bombardımanın sürdüğü 25.gününden itibaren, önce daha az bombalanan diğer mahallelere göç ediyor insanlar. Bir süre buralarda tutunmaya çalışıyorlar. Sonra buralar da bombalanma artınca Şırnak’a göç ediyorlar. Şırnak’ta da sokağa çıkma yasağı ilan edilip bombalamalar başlayınca Antep’e, Mersin’e ya da köylere akrabalarının yanına gidiyorlar.
Mahallelerde su depoları tahrip edilmiş, trafolar sökülmüş ve götürülmüş. Bir çok binayı asker ve polisler karargâh olarak kullanmışlar. Bu yerler, malzeme atıkları, dışkı, paramparça edilmiş eşyalar, yıkık kapı ve duvarlarla harap halde terk edilmiş.
Sınır Sokak’ta bir kadın anlatıyor: “Helikopterler gece uçuş yapıyordu. Birden evlere bombalar düşmeye başladı. Derin yerlere saklanıp battaniyelerle üzerimiz kapattık. Yasağın 22. gününe kadar burada kaldık. Evler tanklarla toplarla bombalanınca buralardan çıkmak zorunda kaldık. Sonra askerler ve polisler evlere girmişler. Onları gelirken gördüm, çok kalabalıktılar. Kafaları örtülü, yüzleri görünmüyordu. Tanklar, akrepler, panzerlerle ve yaya olarak girdiler. Ben operasyonlar bitince yine evime gelmeye çalıştım. Askerlerin evlere girdiğini gördüm. Yüzleri kapalı ve panzerlerle geziyorlardı. Bizlere ‘Allah yok, Devlet var’, ’Siz hepiniz teröristsiniz’ dediler. Bana sokağa çıktığım için 219 TL para cezası yazdılar. Ben bunu nasıl ödeyeyim? Ev yok, eş yok, para yok”
Cudi Mahallesi’nin girişinde yanık et ve ceset kokuları duyuluyor.
Mahallede birinci ve ikinci bodrumların bulunduğu, Sur mahallesine yakın olan bölgesinde binaların tamamen tahrip olduğu, sokakların ve evlerin tanınmaz hale geldiği ve bir moloz yığınını andırdığı anlatılıyor. Mahalle sakinleri yıkıntıların birbirine karıştığını ve evlerinin yerini dahi bulamadıklarını bildiriyorlar. Bir bütün olarak Cudi Mahallesindeki yapıların tamamına yakınının ağır hasarlı olduğu, oturulacak durumda olmadığı gözleniyor.
Bu hasarların çoğunlukla, kentin üst yamacında bulunan tepelerden, özellikle de Ahmet El-Cezeri İlkokulunda konuşlanan güvenlik güçlerinin havan, tank vb. ağır silahlarla rastgele açtığı ateş açması sonucu oluştuğu anlatılıyor.
Tanık beyanlarından, mahalle sakinlerinin evlerini sokağa çıkma yasağının 15. ve 16. günlerinden itibaren terk etmek zorunda kaldığı, en yoğun göçün yasağın 19. ve 20. günlerinde yaşandığı, güvenlik güçlerinin mahalleye yönelik yaptığı rastgele bombardıman ile zırhlı araçlardan “evlerinizi boşaltın, boşaltmazsanız yıkacağız… kimyasal silah kullanacağız…” anonslarından sonra olduğu anlaşılıyor.
Yıkım sonrası kente dönenlerin, evlerinin bir odasını temizleyip pencere ve duvar deliklerin naylonlarla kapatarak buralara sığınmaları büyük dram. Sokağa çıkma yasağının başladığı akşam saatlerinden itibaren insanlar bu evlere doluşarak elektrik, su ve ısınma vb. ihtiyaçlarını gideremeden sabahı bekliyorlar.
Kamuoyunda “vahşet bodrumları” olarak geçen üç binanın bodrum katları ise ayrı bir trajedi. Duvarları yıkılmış, yanmış, içinden ağır kokular gelen, içine girilmesi bile zor olan yerler buralar. Kimisinde iz bulmak bile mümkün değil. Zira bir tanesinde; “Binanın tüm katlarının yere çapraz bir vaziyette birbirinin üzerine yığıldığı ve bu haliyle içinde inceleme yapmanın mümkün olmadığı, ayrıca etrafındaki diğer binaların da tamamıyla yıkık olduğu” rapor edilmiş…
Hakkında daha çok şeyler yazılacak, çok hikâyeler anlatılacak buraların...
* * *
Ölü bir kentin adı Cizre.
Linç edilmiş, etleri lime lime, kan revan içinde kalmış; can çekişen bir bedeni andırıyor o.
Devletin gözü Cizre’nin üzerinde şimdi. Çelikten bir zırhı delmiş, gözünü dayamış, haddini bildirdiği bu kenti izliyor gibi. Resim iyi çekilmiş bir kare.
Çok şeyi anlatıyor.
Cizreli, ayakkabı kutularından, kupon arazilerden, para sayma makinelerinden sıtkı sıyrılmış olarak, kendi kendini yönetmeyi denemeye kalkmış.
Devletin yanıtı ise keskin olmuş!
Dersini vermiş bu talebi dile getirenlere. Ateş olmuş yakmış, kılıç olmuş kesmiş, top olmuş gürlemiş! Yakmış, yıkmış, öldürmüş, taş taş üstünde bırakmamış.
Rüştünü ispatlamış yani… Ne var ki, derin bir iz kalmış bu resimden tarihe. Her karesi acı dolu, silinmesi zor, unutması imkânsız…
TİHV’in Cizre Gözlem Raporu’nu okumak için tıklayınız