Medeniyetin ilk şartı adalettir. /Sigmund Freud
Uzunca bir süredir, kötülük çağının eşiğindeyiz.
Gökyüzümüz maviden hayli uzak. Gelen her yeni günde ağır, sinsi, menfur bir karanlık var.
Adalet çoktandır erdem olmaktan çıkmış. Nicedir kanun hükmünde yaşanıyor kusurlar. Ölüm dersen taksirle... Korkunun, nefretin, bastırmanın hüküm sürdüğü bir coğrafyadayız. Her adımda kötülük, her yanda hicran, her an yeni bir ferman.
Örgütlü bir kötülüğün pençesindeyiz. Cehaletin boy verdiği topraklarda, bilimin ışığı yavaş yavaş sönüyor. Cehaletin hükmü her yerde başat. Savcılar, henüz basılmamış kitapların peşinde. Üniversite hocaları kaçakçı, ordunun generalleri terörist, genelkurmay başkanı elebaşı sayılıyor.
Evler, hep sabaha doğru basılıyor, kanıksadık, koçbaşlarıyla kırılıyor kapılar. Kimi tweet atmaktan, kimi yazı yazmaktan, kimi düşünmeye teşebbüsten şüpheli.
Bir süredir sebebi yok ölümlerin. Her yaşta ölmenin kolay olduğu bir coğrafyadan bakıyoruz hayata. Çetelesi tutulamıyor yitirdiklerimizin. Listelerde, çoğu kez sayılardan ibaret kalıyor ölü ele geçirilenler. Bazen bir torba kemik, bazen bir bez parçası, bazen iki tutam saç tesellimiz oluyor. Mezarından bile rahat olamıyor ölenler.
Kürt’ün sokağında görülmemiş bir nefretin izi var. Hep aldatma, hep yıkım, hep ölüm. Alnı esmer, dili kırık olanın payında kusursuz bir acı, ölüsüne iki karış toprak dahi çok.
Aleviye, solcuya, muhalife hep işsizlik düşüyor; polis copu, biber gazı, gözaltı da cabası… Biat etmemişsen eğer, tek satırlık ihbarlara, gizli tanıklara bağlı kaderin. Gazeteciye hapis, sanatçıya yasak, akademisyene ihraç olağan. Mahkemelere, ömrünü cemaatlerle mücadeleyle geçirmiş gazeteciyi cemaatçi diye yargılamak düşüyor.
İnsan haklarını savunmak neredeyse suç; düşünceyi yaymak terörizm, barış istemek bölücülük oluyor. Yolsuzluk ve rüşvet hak, hırsızlık helal, hak aramak günah, darbeler ise Allah’ın lütfu sayılıyor.
Cezaevleri tıklım tıklım dolu. Kasım 2017 itibariyle, 0-6 yaş arasından 624 çocuk hapiste. 402 si ağır, 1154 de hasta tutuklu. Yüce yargı başkanına sorarsan, ülkedeki yüz kişiden on ikisi zaten şüpheli…
Her gün yeni bir cadı avı, her an yeni bir gözaltı furyası; tabipler, bilim insanları, sanatçılar, aydınlar… Gücü yeten, diğerine vurmakta. Ne yana dönsen taciz, nereye baksan tecavüz; üstelik cümlesi iyi halden indirimde.
Ölüm, ıssız sokaklarda kol geziyor; her gün daha fütursuz, her gün daha cüretkâr. Kimi kozmik odalı, kimi eli palalı, kimi resmi üniformalı…
Seçim kampanyalarında, idamla kelle almayı vaat etmek revaçta. Fantezisi oluk oluk kan akıtmak mafyanın; akademisyen kanıyla duş almak, yetmezse bayrak direklerinde sallandırmaksa vatanseverlik görevi.
Kötülük çağının eşiğindeyiz.
Dünyanın en adaletsiz, en eşitsiz, en meşru olmayan seçimlerden birini yaşıyoruz.
Selahattin Demirtaş.
6 Milyon oy almış, Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin; HDP’nin lideri. Bu ülkenin, belki de gelmiş geçmiş en sempatik, en neşeli/esprili, en samimi politikacısı. Hep halkının arasında. Bazen bağlaması elinde türkü söylerken, bazen meclis kürsüsünde neşeli, gülerken; kimi yerde bir TOMA nın önünde, kimi yerde sırılsıklam olmuş, zehirden bir bulutunun içinde…
Bağlamasından başka çalacak şeyi olmayan, siyasetin kolay kolay üretemeyeceği bir şahsiyet. Belki de bu ülkenin şansı o…
Ülkenin en renkli, en hareketli, en sesli partisinin lideri.
En çok kadın onun partisinde var. Alevisi, Türkü, Kürdü, Çerkezi, Romanı ve Ermenisi; en çok onun partisinde. En çok onun partisi çocuk haklarını savunuyor. Köyde tarım işçisinin yanında, kentte grevcinin; Soma’da maden işçisinin, hapiste gazetecinin, üniversitede akademisyenin…
Nerede öteki varsa partisi hep onun yanında; nerede mağdur varsa onunla omuz omuza; bir gün derelerin, diğer gün ormanların, bir başka gün kent savunmasında… Hem insan haklarında, hem hayvan haklarında…
Buna karşılık, elleri bağlı, kolları bağlı. Selahattin Demirtaş hapiste! Partisine ve milletvekillerine karşı her gün yeni davalar açılıyor. Gün geçmiyor, yeni bir yasak, yeni bir sürek avı. Onun partisinin üyeleri onar onar, yüzer yüzer hapse atılıyor. Onun partisine en çok oy verenlerin kentleri başlarına yıkılıyor.
Eş başkanları dâhil 10 milletvekili, binlerce üyesi tutuklu bir partinin hapisteki cumhurbaşkanı adayı o. Onu sevenlerin belediye başkanları hapiste;94 belediyeye kayyım atanmış! Son derece kısıtlı koşullarda, dünyanın en ilginç, en yaratıcı, en akıl dolu seçim kampanyasını yürütüyor.
Rakipleri ise özgür. Kâh meydanlarda, kâh televizyonlarda, kâh çarşıda ve pazarda seçim kampanyalarında…
Oysa o hapiste! Seçilmiş şehrinin çok uzaklarında, Siliviri’de bir cezaevi maltasında, iki kişilik bir hücrede, voltasında. Dünyanın en adaletsiz, en eşitsiz, en haksız yarışında! Bedeni tutsak, sureti yasak, dili kelepçede…
Hücresinde yaptığı mitingler hep olay oluyor. Yaptığı mitinglere en fazla bir kişi katılsa da milyonlarcası onu duyuyor. Kimi zaman da, telefonda türkü söylerken dinliyoruz onu. Mesajları elden ele, telden tele, kulaktan kulağa çoğalarak dolaşıyor. Bazen öykü yazıyor, bazen şiir okuyor, bazen ağıt yakıyor…
Devletin TRT televizyonu, ana haber bültenlerinde AKP’ye %63, CHP’ye %12, İYİ Parti’ye %10, MHP’ye %5,5 ve SP’ne %5 zaman ayırırken, onun partisine %0 zaman ayırıyor.
Tarihin derin kıvrımları vardır; daralıp genişleyen, alçalıp yükselen, hızlanıp yavaşlayan…
Zaman, bu kıvrımlardan dur durak bilmeden akar. Kimi zaman duracakmış gibi yaparak, ağır aksak, yavaşlayarak; kimi zaman apansız hızlanarak; birike birike çoğalıp, çoğala çoğala birikip, umulmadık bir anda sıçrayarak…
Hayat, hiç beklenmedik bir anda gücünü, hiç beklenmedik şeylerden alarak ilerler. Bazen hapishane hücresine tıkılmış bir ketıl yol açar buna, bazen bir teli kırık bir bağlama, bazen de ele avuca gelmeyen bir tweet…
Bir gün bir saz çalar, kelimeler apansız kurtulur prangalarından, bir ketılda hararetle heceler kaynar, sözler besteye dönüşür giderek. Gözden ırak, gönüle yakın, karanlık bir hücrede bir hikâye başlar, bir telefon çalar, bir tweet dolaşır dünyayı…
Bir sonun başlangıcı mı bu? Yeni bir yola koyuluş mu yoksa? Ya da bir sıçrama mı? Kim bilir, yeni bir güneş doğar, bir umut filizlenir. Belki de kötülük çağından çıkışın işaretidir bunlar. Çocuklar neşeli şarkılar söylemeye başlar yeniden…