Geçenlerde birdenbire ortalığa döküldü.
Büyük devlet adamlarına tek maaş yetmez, 4-5 maaş birden girermiş evlerine.
Tanıdık geldi. Lakin yine de zülfü yâre dokunmuş olmalı. Devletin şürekâsından sonradan eylenen sözler, üstüne bir güzel tuz biber ekti.
Neymiş efendim, birileri “devlet görevlileri, milletvekilleri, onların maaşlarını” kasıtlı olarak konu ederlermiş.
Neymiş efendim onlar, gerçekte “dolgun ücretli” sayılmayacak, milletimizin “kabiliyetli bireyleriymiş.”
İsteselermiş “burjuvazinin yönettiği ulus ötesi şirketler gibi yapılarda aynı hizmetin karşılığında onlarca kat fazla gelir temin edebilirlermiş.”
Neymiş efendim, bunun yerine, “devlet hizmetine talip olarak büyük fedakârlık gösterirlermiş.”
Kim bilmez, kolay değildir devlet adamlığı; zor iştir, fedakârlık ister.
Tek maaşla karınları doymaz devlet adamlarının. Bu yüzden ki devletin birkaç şirketinde birden, yönetim kurulunda yazılı olur adları.
Pek tabii ki özel makam araçları olabilir onların, özel makam şoförleri de... Devlet adamları ne yerler, ne içerler, nerelerde gezerler, sorgu sual edilmesi şık olmaz.
Kimi zaman suça bulaşır dilleri, sorgulanmazlar. Kimi zaman tetik çeker elleri, yargılanmazlar…
Besmeleyle almışsa eğer rüşvetini, hayırlara vesiledir, sorun falan olmaz.
Çünkü büyük maharettir büyük devlet adamlığı.
Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındadır.
Köşklere, saraylara layıktır büyük devlet adamları. Oruçlarını ruy-i derya ile, ejder suyu ile açar, ağaç dikmeye yeşil halı üzerinden yürüyerek giderler.
Nevi şahıslarına münhasırdır onlar, üniversitede 16 makama birden vekil tayin ederler kendilerini; yeğene, baldıza, enişteye arka çıkmakla kalmaz, cümle akraba-i taallukata makam, mevkii dağıtırlar büyük devlet adamları.
Doğuştan büyük işler için hazırlanmıştır elleri. İki kişi çalışır, dört maaş birden alırlar, kuşku yok Tanrı vergisidir hünerleri.
Onlar ki, asla basit düşünmezler, küçük küçük işlerle ilgilenmezler. Hep büyük büyük işler kotarmakla meşguldürler. Bu yüzden okullara, parklara ve bahçelere verilir adları.
Devlet adamlığı zor iştir vesselam.
Çoğu zaman, özel harcırahları olur büyük devlet adamlarının; özel mevkilerde özel görevleri, örtülü-örtüsüz ödenekleri. Diledikleri gibi harcar, ölçü, sınır tanımazlar. Sokaklarda, konvoylar eşliğinde dolaşır, itibardan tasarrufu yapmazlar.
Kimi zaman özel plajları vardır onların; otelleri, uçakları, özel restoranları. Kayyımla gelirseler eğer görevlerine, derhal fiyakalı makam odaları yaparlar kendilerine; şatafatlı banyolar, gösterişli tuvaletler...
Büyük devlet adamlığı…
Ne diyeyim, işte böyle büyük bir mevkii… O kadar yüksek ve önemli ki, aileye bile sirayet eder büyüklüğü.
Öyle az buz değil hani, kabiliyeti kendindendir ailenin bütün bireyleri. Üstelik babadan oğula geçer cümle kabiliyetleri. Hal, tavır ip cambazı gibi kıvrak, zekâları parlak, sırtlarıysa, devletin sağlam bir yerine dayalıdır muhakkak.
Büyük devlet adamlarının da çocukları, tıpkı büyük devlet adamları gibidirler. Onlar da babaları gibi, büyük işler peşinde, büyük işler çevirirler.
Şehitlik nutukları çeker, ama asla şehit olmazlar. Asker ocağını, yan gelip yatmak yeri olarak görmezler. Üstelik öyle askerlikle falan da vakit öldürmezler. Büyük devlet adamlarının büyük küçük çocukları, büyük büyük vakıflar kurar, büyük büyük dernekler yönetirler. Yanlış anlamayın, eğitime hizmet etmektir biricik gayeleri.
Trafikte, camide, cemaatte hep ayrıcalıklıdırlar. Özel okullarda okur, özel dersler alır, kimileri 20 kusurunda, devamsızlıkla bitirir üniversiteyi. Öylesine meşguldürler ki, tezlerini bile başkaları yazar, atamayla bir çırpıda yüksek mevkilere gelir, liyakatle falan vakit geçirmezler. Devletin ve milletin ali menfaatlerinden başka gayeleri yoktur. Bu yüzden, her daim yüksek mertebeli görevlere talip olur, yükseldikçe yükselirler.
Büyük devlet adamlarının, kimi zaman daha daha zeki çocukları olur; daha büyük şirketleri, holdingleri yönetmeye layıktırlar onlar. Gözden ırak ülkelerde off-shore hesapları açar, gemi filolarıyla milletin menfaatine ticaret yaparlar.
Sade vatandaşa gelince…
Şanslıysa üniversiteye girer, girerse güçlükle bitirir sade vatandaş. Bitirse iş bulamaz, bulsa mesleğini yapamaz. Yapsa, bakmışsın bir gece işsiz kalır sade vatandaş. Onun için kanunlar çıkarır, kararnameler yayınlar büyük devlet adamları.
Hep olağan şüphelidir sade vatandaş. Devlet baba sıkışınca, en önce o işinden, ekmeğinden olur.
Bazen hapse girer, hücrede yatar; kalbi sıkışır, canından olur, ancak öldükten sonra gelir adalet.
Bazen işinden olur, aç kalır, çoluğuna çocuğuna ekmek götüremez sade vatandaş.
Borç alır bankalardan geri ödeyemez. Yargıçlar düşer peşine, polisler, avukatlar, celpler. Limon satsa zabıta düşer peşine. Çocukları aç kalsa, cam kırsa, baklava çalsa, devlet düşer peşine; adalet mülkün temelidir ne de olsa…
Hasta olur sade vatandaş, tedavi olmak için yol parası bulamaz. Günlerce aç kalır, onurludur kimselere söyleyemez. Çocuklarının okul masrafları, kabaran borç defteri, kredi kartı, kesilen elektrik ve su; her daim dert bulur, derman bulamaz.
Kanser olur, ilaç parası bulamaz. Hatırlı bir devlet adamına rastlarsa eğer bir sokakta, malum büyük devlet adamıdır, çıkarır cep harçlığı verir ona, midesi bulanır, kusamaz!
Böylece anlaşılır, en iyi ölmesini bilir, en iyi ölmek yakışır sade vatandaşa.
Sıtkı sıyrılır bir gün yaşamaktan. Ya bir köprüde bulur kendini, ya bir apartmanın tepesinde. Ya da elinde bir bidonla fırlar sokağa; “açım!” der, “aç!” Kimse duymaz sesini, bidonla benzini boca eder üzerine! Ya bir alev topu misali yanarken, ya da ince bir ipin ucunda sallanırken düşer manşetlere.
İşte budur, sade vatandaşla büyük devlet adamlığı farkı.
Büyük işler, büyük devlet adamlarının harcı, küçük işlerse sade vatandaşın.
Büyük devlet adamı dediğin, tanesi 26.154 liradan fidanlar alır devlete, sade vatandaşın çocuğu şehit olmak için gider nöbete.
Açım, diye bağırır sade vatandaş, terör örgütleriyle mücadele diye söze girer büyük devlet adamları.
Bana iş, bana ekmek der sade vatandaş; ama bayrak der, şehit, der büyük devlet adamları.
Bir eve 4-5 maaş çok değil mi? Ama “kabiliyetli birey…” Biri adalet ister, diğeri ölümden sonra der.
Biri barış gelsin ister; diğeri, seni gidi terörist, kökü dışarda, vatan haini…
Özgürlük talep eder sade vatandaş, biber gazı salar üzerine devlet adamları; kolluk kuvvetleri, cop ve kalkan sesleri...
Patates, soğan niye böyle pahalı, diye sorar sade vatandaş; suçu faiz lobisine atar büyük devlet adamları; esnafa, manava, hal teröristine…
Gel gelelim, sade vatandaş ve büyük devlet adamları; her ikisi de aynı yurdun insanları.
Lakin anlaşılmaz şeyler bunlar, bilmem ki nasıl anlatmalı?
Velhasıl, bütün bunlar zor işler, belalı işler, akıl almaz işler.
Hele hele benim gibi sıradan bir yurttaş için, anlaması gayet güç işler.
Aklım, görmekle anlamanın arasında, kulaklarımda garip sesler, dilimde anlaşılmaz sözcükler.
Küçük işler, sade vatandaş, büyük devlet adamları.