2009 yılıydı.
Nazım’ın Turnacıkları’nın peşine düşmüştüm.
Evet, yanlış duymadınız; Nazım’ın Turnacıkları.
Bir dünya şairinden anılar.
Neydi bu turnacıklar?
Nasıl bir hikâyesi vardı?
Nasıl oluyor da Nazım’ın Turnacıkları’nın peşine düşüyordum?
O sene, şiddetli bir yağış, İstanbul Çatalca’daki Aziz Nesin Vakfı’nın ana binasını sular altında bırakmıştı.
Kurulduğu 1973 yılından beri "varından değil yoğundan vermeyi" hedeflemiş vakıf, “eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini” sağlamaya çalışırken büyük bir badireyle karşılaşmıştı. Sel suları vakfa büyük zarar vermişti.
Dostluk ve dayanışma günüydü. Vakıf dostları yardıma koşmuş, kurumun varlıkları kurtarılmaya çalışılmıştı.
Vakfın kurucusu Aziz Nesin, Nazım Hikmet’in ölümünden iki yıl sonra Moskova’da Vera’yı ziyarete gitmiştir. Bu onun, büyük şairin karısı Vera’yı ilk ziyaretidir.
Aziz Nesin, evin bir duvarına asılmış, renk renk kağıtlardan oluşmuş bir öbek görerek şaşıracaktır. Dikkatini çeker, dokunur ama ne olduğunu anlayamaz. Sonradan anlatırken, bu renkli öbeği, yabani arıların, salkım şeklinde verdiği oğula benzetecektir...
* * *
2011 yılında Felaket, başka ülkede, başka şehrin kapısındadır.
Japonya’nın Honşu Adası açıklarında 11 Mart günü meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki deprem ve yol açtığı tsunamidir bu. İnsanlık, Çernobil’den sonraki en büyük nükleer felaketle karşı karşıyadır. Fukishima Nükleer Santrali’nin üç ünitesi tamamen zarar görecek, sızan radyasyon Tokyo Şehir suyunun yanı sıra denizaşırı ülkelere, Avrupa’ya, hatta İzlanda’ya bile ulaşacaktır.
Bu felaket sonrasında, tüm dünyada olduğu üzere nükleer enerjinin sakıncaları üzerine büyük duyarlılık oluşmuş, ben de aynı sebeple radyoaktivite üzerine kimi edebi metinler üzerinde araştırmalar yapmıştım.
Japon halkının nükleer felaketle karşılaşması ilk değildi. Onlar, insanoğlunun aşırı gelişmiş hırslarının temerküz etmiş olduğu güç odakları ve devletleri eliyle giriştiği İkinci Paylaşım Savaşı’nda tanışmıştı radyasyonla. 1945yılı Ağustos ayında, ABD savaş uçaklarının Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombaları yüz binlerce insanın ölümüne yol açmıştı.
Sadece ölümler mi? Ortalığa saçılan radyasyonun onlarca yıl süren etkisi, yıllar içinde ortaya çıkan hastalıklar, sakat doğumlar, acı çekerek ölen insanlar, çocuklar, kadınlar…
Hastanede bir çocuk. Elindeki kâğıtları katlamakla meşguldür. Kâğıttan kuşlar yapmaktadır o.
Bir yandan da yaptığı kuşları saymaktadır: 121, 122, 123…
Japonları ünlü Origami denilen kâğıt katlama sanatıdır bu. Değişik şekillerde katlayarak çok çeşitli kuşlar, hayvan figürleri yapılmaktadır.
Adı Sadako’dur çocuğun. Yatağında hastadır.
Ve her gün kâğıtları katlamaya devam etmektedir: 274, 275, 376…
On sene önce Hiroşima’ya atılan atom bombası, evlerinin bir mil uzağına düşmüştür. Radyasyon serpintileri henüz iki yaşındayken sızmıştır hücrelerine. Ve ölüm, kan kanseri olarak kuşatmıştır onun çocukluğunu.
Sadako, her gün yeni turna kuşları yapmaya devam eder: 481, 482, 483…
Japonların “Kâğıttan Bin Turna Kuşu Efsanesi” ne göre, hasta bir kişi kâğıttan bin turna kuşu katlarsa, tuttuğu dilek tanrılar tarafından işitilecek ve yerine getirilecektir.
Sadako buna inanır ve günlerini, yaptığı turna kuşlarını bine tamamlamak için heyecanla geçirir: 516, 517,518…
Ne var ki, çekik gözlü kızın yaptığı turnaların sayısı artarken, yüzü giderek daha çok solmaktadır.
Hastanenin maskotu haline gelen Sadako iyileşeceğine olan inançla turna kuşlarını yapmaya devam eder: 642, 643, 644!
645. turna kuşu asla yapılamayacaktır! Sadako Sasaki’nin yüzü 25 Ekim 1955 günü ölüm sarılığındadır artık. Geri kalan 356 turna kuşunu arkadaşları tamamlayacaktır. Sadako, Kokeshi adlı bebeği ve bin turna kuşuyla birlikte gömülür.
Hikâye tüm Japonya’da duyulmuştur. Posta, ülkenin her yanından haftalar boyunca milyonlarca turna kuşunu hastaneye taşır.
Kendisi de bir barış aktivisti olan Kanadalı yazar Eleanor Coerr’un Japonya gezilerinin birinde Hiroşima’daki Barış Parkı’na düşer yolu. Orada, üzerinde kabartma turnalar olan bir kız çocuğu heykeli dikkatini çeker. Sadako Sasaki’nin heykelidir bu. Yazar, hikâyenin izini sürer. Sadako’nun birlikte gömüldüğü bebeğinin adı Kokeshi’dir. Onun, hastanede tuttuğu günlüklere de bu bebeğin adını vermişlerdir. Eleanor, uzun çabalardan sonra Kokeshi adlı günlüğe ulaşır. Sadako’nun hikâyesini 1977 yılında “Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu” adıyla kitaplaştırır. Türkçe’ye ise Beyaz Balina Yayınları tarafından 2002 yılında Sadako adıyla kazandırılır.
Japonya’dan uzaklarda, sarı saçlı biri elindeki gazeteden okur bu haberi. Sadako’nun hikâyesinden çok etkilenir. Siyah örtülerini kaldırır mavi gözlerinden. Bir şiirin dizleri geçer içinden. Aylar sonra tamamlanır şiir:
Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.
Dünya şairi Nazım Hikmet’tir dizelerin sahibi ve “Kız Çocuğu” şiirini Sadako Sasaki’nin anısına yazmıştır.
O yıllarda, eşinin ailesi Hiroşima felaketini yaşayan Japon kadın ressam Toshi Maruki’nin resimlerini de görmüştür Nazım Hikmet. Yanmış, derileri kavrulmuş, ağlayan, inleyen insanların resimleriyle savaşın acımasızlığını, vahşetini, kötülüğünü anlatmaktadır ressam. İçlerinden bir tanesi yedi yaşında yanarak can vermiş bir kız çocuğuna aittir. Toshi, Hiroşimayı yakıp kül eden ABD’nin Litle Boy (Küçük Oğlan) adlı atom bombasına ironi olarak bu resme Miy Chan (Küçük kız çocuğu) ismini vermiştir.
İşte Nazım’ın, Sadako Sasaki anısına yazdığı şiirdeki büyümeyen ölü çocuk, yedi yaşındaki bu Miy Chan’dır.
Şiir, sonraki yıllarda başta Japon halkı olmak üzere, tüm dünyaca çok sevilecek, bilinecek, bestelere, şarkılara dönüşecektir.
Nazım’ım barışa olan tutkusu, savaş ve nükleer karşıtlığı üzerine olan eserleri sonraki yıllarda da azalmadan devam edecektir.
Sonraki yıllarda, Hiroşima’daki Barış Parkı’nda, Nazım’ın Kız Çocuğu şiirinden esinlenerek yapılmış Sasaki Anıtı yapılacaktır.
Yıl 1956, Polonya.
Radyoaktif elementlerin etkileri üzerine Varşova’da bir konferans yapılmaktadır. Konferansa dünya çapında bilim insanları, yazarlar, barış destekçileri katılmaktadır. Henüz bir yıl önce içlerinde Albert Einstein’in da bulunduğu dünya çapında ünlü on iki bilim insanının imzacısı olduğu Russell-Einstein Manifestosu yayınlanmış ve dünya liderleri ve insanlık, uluslararası çatışmalara bunun neden olacağı nükleer felaketler için uyarılmıştır. Bu konferansta da radyoaktif maddelerin doğada serbest halde bulunmalarının onlarca, yüzlerce yıl sürecek etkileri görüşülmektedir. Radyoaktif bulutların yağmurla yere düşüşü, toprağa, ota, ineklere; oradan süte ve insana geçişi anlatılmaktadır.
İzleyici sıralarından biri, kirpiklerini mavi gözlerinin üzerinden kaldırır. Perdedeki yazıyı okur.
Stronsium 90 yazısı vardır perdede.
Önündeki deftere şu satırları yazar:
acayipleşti havalar, bir güneş, bir yağmur, bir kar. atom bombası denemelerinden diyorlar.
stronsium 90 yağıyormuş ota, süte, ete, umuda, hürriyete, kapısını çaldığımız büyük hasrete.
kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm.
Dizelerin sahibi, kendi yurdundan sürgün, şiirleri onlarca dile çevrilmiş, ana dilinde yasaklı, dünya şairi Nazım Hikmet’ten başkası değildir. Şiirin adını Stronsium 90 koyacaktır.
Japon halkının ve çocuklarının trajedisi üzerine başka şiirler de yazar şair. Bulutlar Adam Öldürmesin, Radyoaktiviteli Yağmurlar Üstüne, Bir Kız Vardı Japonya’da adlı şiirleri Japon çocukları tarafından çok sevilir.
Pasifik Okyanusu’ndaki bir hidrojen bombası denemesi sırasında, yakınlarda bulunan bir Japon balıkçı gemisinin hikâyesini anlattığı Japon Balıkçısı şiirinde şöyle der;
Badem gözlüm, beni unut. Bu gemi bir kara tabut, Lumbarından giren ölür. Üstümüzden geçti bulut.
Ve ekler; Boynuma sarılma, gülüm, benden sana geçer ölüm.
Vera, turnalar ve Aziz Nesin
Sene 1963, 2 Haziran, Moskova.
Vera, o gün saat on ikide, Moskova’daki Merkez Çocuk Tiyatrosu’na yetiştirmek üzere bir tiyatro oyununu yazmaktadır. Aslında, metinleri Nazım yazacaktır ancak tembelliği tutar şairin ve işi Vera’ya yıkar. Tiyatronun adı Turnalar’dır ve Hiroşima’nın trajedisini anlatmaktadır. Oyunda, bin tane turnayı yaptıklarında, Hiroşima’da ölen çocuklardan birisi dirilecektir.
Ne yazık ki hayat Nazım’a yetmeyecek ve şair bir gün sonra yakalandığı kalp spazmına yenik düşecektir. Tarih 3 Haziran 1963’tür. Bu, aynı zamanda Nazım’ın Radyoaktiviteli Yağmurlar Üstüne şiirini yazmasından 39 gün sonrasına denk gelecektir.
Vera’nın kalp ağrısı yıllarca dinmeyecektir.
Nazım’ın ölümünden kısa süre sonra postacı kapıyı çaldığında getirdiği kocaman bir pakettir. Vera paketi açtığında, renk renk kâğıtlardan oluşan bir öbek ve bir mektup çıkacaktır içinden. Japon çocukları, kendileri için yüreği daima sızlamış, hep barıştan yana atmış, bu amaçla dünyaya mal olan çok sayıda şiir yazmış Mavi Gözlü Dev’e bir vefa olarak kâğıttan yapılmış bin adet turna kuşu göndermiştir.
Şairin ölümünden sadece yirmi gün sonrasına ait, 23 Haziran 1963 tarihli mektup şöyle bitmektedir:
“Hiroşimalı küçük kızların armağanını kabul edin lütfen. Anınızın önünde başlarımızı minnettarlık ve saygıyla eğiyor, cenazenizin önüne yaptığımız binlerce turnayı, dünyaya özgürlük ve sonsuz barış taşıyan binlerce kuşu bırakıyoruz.
Değerli Nâzım Hikmet’e, ailesine ve yakın dostlarına, barış için savaşmayı sürdüren Hiroşimalı okul çocuklarından; Hiroşima Kâğıt Turnaları Derneği’nden. “
* * *
Aziz Nesin 1966 yılında bir kez daha Vera’yı ziyarete gidecektir. Vera, Nazım’dan anılar paylaşır yazarla. Aziz Nesin, duvardaki arı oğuluna benzettiği renkli kâğıt öbeğini yeniden inceler, dokunur.
Zamanla, Aziz Nesin’le Vera ile arasında dostluk gelişir. Yazar, Moskova’ya her gidişinde Vera’ya uğrar, Nazım’ın Moskova Mezarlığında, üzerinde çiçeklerin eksik olmayan mezarına çiçekler bırakır.
Son gidişlerinden birinde, Vera’nın evinin duvarındaki, o garip öbeği yerinde göremez. Evden ayrılırken Vera, Aziz Nesin’e Nazım’dan bir hediye vereceğini söyler.
İşte bu hediye, yazarın her seferinde duvarda gördüğü, anlam veremediği, ancak yıllar sonra hikâyesini öğrendiği Japon çocuklarının Nazım’a minnettarlık hediyesi olarak gönderdiği, Sadako Sasaki anısına yapılmış kâğıttan yapılmış bin adet turna kuşu’ndan başka bir şey değildir.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Türkiye’yi saran karanlık giderek büyümüştür. Sivas’ta, dünyanın belki en büyük aydın katliamı yaşanmış, sevgili Aziz Nesin 1993’teki Madımak Cehennemi’nden tesadüf eseri kurtulmuştur. Çok geçmemiş, değerli yazarı iki yıl sonra kaybetmiştik.
2009’da, Çatalca’daki Nesin Vakfı’nı sular altında bırakan felaket sırasında okumuştum. Aziz Nesin’in bin turna kuşu hakkında söyledikleriydi bunar. Şöyle yazmıştı koca Nesin:
“Moskova'dan ayrılacağım gün Vera, onları bana verdi. İstanbul'a getirdim, şimdi evimdedir.”
Bu satırları okuduğumda dehşetle sarsılmıştım. Aziz Nesin’in hemen hemen bütün varlığının Nesin Vakfı’nda toplandığını biliyordum. Acaba bin turna kuşu sel felaketinden kurtulmuş muydu?
Hemen Vakfı aradım. Sonuç alamadım. Telefona sarıldım. Öbür tarafta Ali Nesin vardı. Bir Turna Kuşu dedim, anlamadı. Hikâyeyi uzun uzun anlattım. Anımsadı. Bir zamanlar Ortaköy’deki evlerinde buna benzer bir öbeğin var olduğunu, ancak bu evin taşındığını, turnaların Vakıf’ta olabileceğini söyledi ve bizzat ilgilenmesi için vakıf yöneticilerine yönlendirdi beni.
Tüm vakıf, sel felaketinin sonuçlarıyla baş etmeye çalışıyordu. Vakıf yöneticisiyle yaptığım görüşmeler ve onların çabalarından sonuç çıkmadı. Vakıf’tan, Ali Nesin dışında, anımsayan da çıkmadı.
Böylece, Hiroşima’daki atom bombası trajedisiyle başlayan, on iki yaşındaki Sadako Sasaki’nin acılı ölümüyle bir hikâyeye dönüşen; Nazım’ın şiiriyle ünlenen, konusu kitaplara geçen, filmlere konu olan, anıtları yapılan; 23 Haziran 1963 tarihli bir mektupla Vera’ya, ondan da Aziz Nesin’e geçen, Japon kız çocuklarının minnet armağanı Nazım’ın Turnacıkları’nın izi burada kayboluyor.
Mavi Gözlü Dev’e, ölüm yıl dönümünde saygıyla.