Ölüler Ülkesi’nin yurdundaydım.
Cehennemağzı Mağarası’ndan girdiğinizde Akheron Irmağı karşılardı sizi.
Ölüler Ülkesi ’ne giden yol işte buradan geçerdi.
Lâkin geçmek ne mümkün.
Sırtında ürkünç yılanlarıyla bir korku abidesi gibi, üç başlı bir köpek beklerdi orada sizi.
Adı Kerberos’tu.
Ne ölüler ülkesinden çıkıp gelmek olası, ne de yaşayanlardan kimsenin oraya gitmesi…
Hades’se, Ölüler Ülkesi’nin tanrısıydı.
Her türlü zenginliğin, servetin sahibi; dilediğini zengin yapar, dilediğini yoksulluk çukuruna atardı.
Acıması yoktu, kibirliydi; ona sunulan hiçbir şeyle doymaz, insaf nedir bilmezdi.
Karnını ancak kötülükle doyuran Tanrı Hades ’in buyruğuydu; kimseyi geçirmemek üzere emir almıştı; Akheron Irmağı’nın bekçisiydi Kerberos.
Ölüler Ülkesi’nin karanlığından kurtulmanın biricik yolu güçlü Herakles’e bağlıydı.
Herakles gelecek, Ölüler Ülkesi ‘ne giden Acheron Irmağının bekçisi Kerberos’u yenecekti!
Mitoloji böyle diyordu…
Herakles geldi mi bilinmez.
Lakin Cehennemağzı Mağaraları’nın bulunduğu o şehrin adı Herakleia olarak kaldı. Zamanla değişti, önce Eregle, sonra da Ereğli oldu.
Karadeniz Ereğlisi’nde tam on yıl kaldım ben.
* * *
Cizre’deydim dün sabah.
Soluğum kesilmiş, ter içindeydim.
Gözlerimi kırpıştırdım, rüyaymış meğer.
Altı yıl oldu geçeli.
Cizre’nin Güvercinleri’ni yazmıştım bir zamanlar.
Kekova Sipî, Simsipî, Mizgînî, Pilingî, Şekirî, Bîberî…
Cizreli Hüseyin Paksoy.
On altı yaşında bir çocuktu rüyama giren; bir yangın coğrafyasından göç etmiş, on üç çocuklu ailenin altıncısı.
Çatısında güvercin beslerdi evlerinin.
Vuruldu!
Büyüklerin yaptığı hendek savaşlarından, bir şarapnel parçası düşmüştü onun payına.
Üç gün, üç gece yaralı bekledi evlerinin avlusunda.
Bedeni ölüme soğudu gün be gün, saat saat, an be an…
Ölü çocuklar hiç büyür müydü?
Büyümezdi tabii!
Aradan tam altı yıl geçti, hiç büyümedi Hüseyin Paksoy.
Tıpkı hiç büyümeyen diğer çocuklar gibi…
* * *
Hava güneşli.
“Pazara geldiğim için mutluyum” diyor pazarcı kadın.
“Hiç değil, güneş vuruyor, ısınıyoruz biraz.”
Yaklaşıp soruyorum, sobayı yakmak için odun, kömür hak getire.
“Evde donuyoruz” diyor “soğuktan!”
Milletin meclisi harıl harıl çalışmada, kürsüden bağırıyor kadın bir vekil.
“Vatan bölünmez, bayrak inmez, ezanlar susmaz!”
Çığlıkları histeriye dönüşüyor giderek.
Sınır ötesi uzaklarda, ateş hattında askerler bekliyor; çok şükür, son anda bölünmekten kurtarıyorlar ülkeyi.
Ajanslar, üç terörist daha etkisiz hale getirildi diye seviniyor.
Dört yaşında okullarda din eğitimi, sekizinde namaz, on birinde Kur’an.
Hayırsever bürokratlarca yönetiliyor ülke, cümlesi hayır hasenat peşinde.
Üniversitelerse kendini itlaf ediyor durmadan!
* * *
Hades.
Yaşayan ölüler ülkesi.
Kendi tanrısının adıyla anılıyor aynı zamanda.
Sunağında, kurbanlarının henüz kurumamış kanı, ortalıkta parça parça olmuş dökülüyor etleri; üst üste, soğuk, kıpır kıpır yaşıyormuş gibi suretleri…
Ölüler ülkesindeyiz…
Göz gözü görmüyor; ıslak, isli, ürkütücü bir karanlık.
Reflekslerini yitirmiş, acılar içinde kıvranıyor ölüler, inlemelerini duyuyorum Acheron Irmağı’nın ötesinde.
Uğultulu, anlaşılmaz, derinden geliyor ilenmeleri.
Sırtında çürümüş yılanlarıyla dişlerini gösteriyor Kerberos.
İğrenç bir koku yayılıyor her tarafa; zehirli ısırıklarıyla, Hades’ in emirlerini bekliyor üç başlı İblis.
Diyorlar ki Herakles gelecekmiş.
Korkuyorlar…
Gelecek ve Ölüler Ülkesi ‘ne giden Acheron Irmağı’nı geçecekmiş.
Sırtında yılanları, kötücül, vahşi bakışları, korkunç görünümüyle Kerberos karşılayacak onu.
Herakles, göğüs göğüse bir çarpışmayla yenecek Kerberos’u.
Yaşayan ölüler ülkesine varacak böylece.
Orada, uyanıp yeryüzüne çıkmayı bekliyor olacak ölüler...
* * *
Ölüler Ülkesi’ni düşünüyorum.
Cizre’nin güvercinleri geliyor aklıma; Kekova Simsipî, Mizgînî, Pilingî…
Dönüyorum arkamı, Esenyurt’ta ekmek kuyrukları, bir semt pazarına düşüyor yolum.
Bir kadının ağır, ürkek adımları takılıyor objektife.
Eğilip çöpe, tek tek limonları topluyor kadın, kimselere sezdirmeden.
Katiller huzurla dolaşıyor sokaklarda, kadın cinayetleriyle dolup taşıyor manşetler, çocuklar kendi katillerinin peşindeyken intihar çığlıkları yükseliyor şehirlerden.
Cezaevinde, gönül rahatlığıyla ölebilirmiş meğer hasta tutuklular, gazeteler öyle yazıyorlar.
Bir söylenti yayılıyor kulaktan kulağa, herkesin dilinde hep aynı söz;
Herakles gelecekmiş diyorlar…
(*) Kekova: Kürtçe’de güvercin demektir. Sipî, Simsipî, Mizgînî, Pilingî, Şekirî, Bîberî ise sırasıyla; beyaz, bembeyaz, posta, kaplan, şeker, biberli olarak adlandırılan güvercin türleridir.