"Kederi siyaha boyadımÜmidi beyazaBeyazlar giyindimSiyahlar içimde…"
Çocuk, beyaz bezin altından gözlerini hafifçe kırpıştırır. Çeyiz sandığının üzerinde, sessizce yatmaktadır. Gözlerini kapar, uyuyormuş gibi yapar.
Eli tüfekli adamlar dolmuştur içeriye. Didik didik yaparlar evi. Hiçbir şey bulamazlar. Bakmadıkları tek yer, 9 yaşındaki çocuğun üzerinde uyuduğu çeyiz sandığıdır.
Jandarmalar, tankların palet gıcırtıları altında ezilen asfalta sivri gölgelerini kanırtarak çekip giderler.
Babaannesinin çeyiz sandığındaki Trabzon yapımı silah ile dede yadigârı Sürmene çakısı kurtulmuştur!
Adı Ali'dir. Günlerden ise 1972, 12 Mart.
İstanbul'da, Eyüp'ün Taşlıtarla'sında doğup büyümüştür. Tek katlı, bahçeli, geniş verandalı evlerin birbirine komşu olduğu; gelincik tarlaları, elma bahçeleri içinde çocukların koşturduğu; insanların horoz sesleri arasında uyanıp kuş cıvıltıları ile kahvaltı yaptıkları bir semttir burası.
Dünyada 1968 fırtınası esmektedir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa İlkokulu'na kaydolur.
Vefa Poyraz Ortaokulu'ndan sonra gittiği Sağmalcılar Lisesi'nde yeni kavramlar girer hayatına; faşizm, kapitalizm, sömürü, artı değer, grev, boykot, sosyalizm...
Çocukluğuna aldığı 12 Mart darbesinden sonra, gençliğine inecek yeni bir darbeyle daha tanışır: 12 Eylül 1980!
Darbeli yılları, hayali olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yaşayacaktır.
12 Eylül darbesinin örgütsüzlük yıllarında, 1984'de tanışır İstanbul Tabip Odası'yla. Öğrenci olmasına rağmen hemen kaynaşır odayla; aidat toplar, dergi dağıtır, 14 Mart Tıp Bayramları'nda ve odanın birçok faaliyetinde görev alır.
1987 yılında hekim diplomasını aldığında ilk işi odaya üye olmak olacaktır. Henüz öğrencilik yıllarında kapısını aşındırdığı, tanıdığından beri büyük bir aidiyet hissettiği İstanbul Tabip Odası bundan sonra onun evi, ailesi olacak, ilişkisi bir ömür boyu sürecektir.
Tabip Odası hiyerarşinin olmadığı nadir kurumlardandır. Ona adeta özerklik verir. "Bizimki bir aşk hikâyesi" diyecektir bu ilişkiyi anlatmak için Ali.
Bir hekim olarak çalıştığı ilk yer olan Kastamonu ili, İnebolu ilçesi, Uluyol Köyü Sağlık Ocağı başka bir sürü "ilk" leri de tecrübe ettiği, öğrendiği yer olacaktır; bürokrasiyi, reçete yazmayı, aşı yapmayı, dikiş dikmeyi, daktilo yazmayı, araba kullanmayı, hayvan sevgisini, içki içme adabını, Devlet-i Aliyye'i; sorguyu, ölüm tehdidini, işkenceyi ve tabii hekime şiddeti…
Acemilik yılları çabuk geçer. Sevdiği kente döner. Bundan sonra mesleğini icra edeceği yer İstanbul'da Dr. S. Ersek Kalp Damar ve Göğüs Cerrahisi EA Hastanesi olacaktır.
Hayat kötü bir tesadüftür bazen. İnsanları sağaltmak, onlara hayat vermek için canla başla çalıştığı bu meslekte, başka bir hastanede, Cerrahpaşa'da karşısına çıkar bu tesadüf. Bir gün, yoğun bakımda kendi annesine arter kanülasyonu yaparken bulur kendini.
Mesleğinin henüz başındadır. Severek yaptığı bu işte nicesinin derdine deva olacak, acısını azaltacak, nice hayatlar kurtaracak, ne var ki bir süredir, midesine musallat olan illetin elinden annesini kurtaramayacaktır.
Sevgili annesini, organik ürünler yetiştirmek üzere hayal ettiği o çiftlik yerine, sonsuzluğa uğurlar Ali…
Bu zorlu dönemi, hastanedeki şefinden aldığı 1 saatlik izinle koşarak gittiği Üsküdar Evlendirme Dairesi'nde, hayatını birleştirdiği sevgilisi Hazan'ın omzuna yaslanarak atlatır.
Kendi ellerinde kaybettiği annesinin acısını kalbine gömecek, 1994 yılında Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanı olacaktır. Bu, aynı zamanda Siyami Ersek Hastanesi'nde başasistan olarak çalışmaya başlayacağı yılların başıdır.
Özelde çalışmayı hiç düşünmez. Mesleğini daima Hipokrat Yemini'ne, Hekim Andı'na bağlı olarak icara eder.
Çok renkli bir kişiliği vardır. Naziktir; ilgi gösterir, ilgi görür. Kişiliği gibi giyinmesi de çok renklidir. Şık giyinmeyi sever; rengârenk fularlar, kravatlar, şallar, yelekler alır...
Çok küçük şeylerden mutlu olmasını bilir; yeni bir mendil, bir çorap, ayakkabı, gömlek; ansızın kapısını çalan bir dost…
Oysaki 2004 yılında kapısını çalan dost değil, azılı bir düşmandır! On bir yıl önce annesinin midesine musallat olan illet, bu sefer Ali'nin böbreğinde ortaya çıkacaktır.
Ali ise direngendir, Ali savaşçıdır, Ali yeni bir cephededir şimdi. Çeker kılıcını, vuruşur; tek böbreğini kaybeder Ali, ama kavgasını kazanır!
Tek böbreği ile hastanede, üç yıl daha anestezist olarak çalışmaya devam eder.
O bir örgütçüdür!
En büyük örgütü de "meslek örgütüm" dediği Tabip Odası'dır. "TTB bir okuldur" der ve o okulda bulunmayı bir yaşama biçimi olarak görür. Alçak gönüllü ve vefalıdır. Daima "meslek örgütümden çok şey öğrendim." diye söyler.
Örgütünde sayısız görev üstlenir.
İstanbul Tabip Odası (İTO) Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu Başkanlığı, Türk Tabipler Birliği (TTB) Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu Genel Sekreterliği yapar.
Hekim Ali hastaların acısını dindirmek için hastalıklarla boğuşmaya devam ederken, tek böbreğini alan sinsi düşman da boş durmaz. Bu sefer akciğerinden tutar! Hekimlerin kendi dillerinde metastaz denmektedir buna.
Her ömür, kendi düşlerinden yaşlanmaktadır.
Kimi zaman bir kuşun kanadındadır hayat, kimi zamansa büyük bir manzume; gerçekte ise ille de bir kavgadır hayat. Ve o bu kavgadan asla kaçmaz, çıkar mevziisinden, korkusuzca çarpışır!
Akciğerinde ortaya çıkan nodüller, yeni ilaçlar, sabah 6'da uyanıp aralıklarla 3 saat boyunca içilen on kadar ilaç; araya giren zatürreyi elinin tersiyle itmeler… Hepsi de aynı kavganın unsurlarıdır.
Bir süredir kalbinde çiçeklenen umut, artık kucağındadır; neşe içinde, cıvıl cıvıldır. Hayat yoldaşı Hazan'dan sonra, aralarında yeni bir hayat daha filizlenmiştir. "Hayatımın en büyük anlamı" dediği kızı Neşe dünyaya gelir.
Bir söyleşisinde, "Sağlık aynı zamanda toplumsal ve siyasal iyilik halidir" demiştir Ali. En büyük iyilik halini ise kızı Neşe'nin varlığında görecektir.
Ne var ki bu iyilik halinde bile, bir başka acı yapışır yakasına. Annesinin midesinde, kendisinin böbrek ve akciğerinde zuhur eden o sinsi düşman, bu sefer ablasının memesinde kendini göstermiştir. Çocukluğunun "Ali topu bana at" fişleriyle alfabeyi sökmesini sağlayan, "hem acı çekip hem gülümseyebilen" Ali'nin Ayşe Ablası, bu sefer topu tutamaz! Soğuk bir Şubat sabahı kaybeder onu.
Ölüm de, hayat kadar bir gerçekliktir. Aslolan ise bu gerçekliğin farkında olmaktır. Ali bu gerçekliğe uygun olarak sürdürür kavgasını. Türk Tabipleri Birliği bir okulsa, bu okulun en iyi öğrencisidir o.
"Bir yandan devrim düşleri" kurar, bir yandan "toplum sağlığını önceleyen, koruyucu hekimliğe değer veren, herkese eşit ve ücretsiz sağlık hizmetinin sunulduğu bir sağlık sistemi için mücadele eder…"
Uzun yıllar aktivist olarak çalıştığı İstanbul Tabip Odası'nda Demokratik Katılım Grubu adına, açık farkla yönetim kuruluna girer. Bu yeni görevini 2 dönem, 4 yıl sürdürecektir.
* * *
Sene 2011 olmuştur. Siyami Ersek Hastanesi'ndedir.
Yoğun bakımdaki hastasının başucunda beklemektedir. O bir reanimasyon uzmanıdır. Yüzlercesinin, binlercesinin olduğu gibi hastasının gözlerine bakmaktadır. Mavi bir derya gibidir gözleri. İçine içine baktığı, derinliklerinde kaybolduğu o gözler, bu sefer babasının gözleridir.
Babası, kızının ölümünden sonra hayata küsmüştür. Penceresine siyah tül perde çekerek kapandığı odasında 379 gün kaldıktan sonra, oğlunun çalıştığı hastanede, yine kendi oğlunun gözlerinin önünde başka bir dünyaya uyumuştur o...
İstanbul'un Anadolu yakasında Ayrılık Çeşmesi denen bir yer vardır. Ali'nin babası 1950'li yıllarda, Trabzon'un Rum köyü Gahura'dan yola çıkıp buradan geçerek şehre girmiştir. Talihin garip cilvesidir ki, yarım asır sonra baba Kibar'ın oğluna veda ettiği yer de, yine Ayrılık Çeşmesi'nin biraz ilerisindeki bir hastane olur.
"Yaşamak, her şeye rağmen yaşamak!" Böyle düşünür Ali.
En kötü sonuçlanan bir olayın bile, iyi yanlarını görmeye çalışır. Başarıyı teslim etmekte, övmekte, öne çıkarmakta beis görmez. İyimserdir, hep olumlu bakmaya çalışır. Yergilerinde cimri, alkışlamakta cömerttir.
Her türlü koşulda meslek örgütü için koşturmaya devam eder.
İstanbul Tabip Odası'nın Tabip TV ve HekiMedya organlarının kurulmasını sağlar, genel yayın yönetmenliğini üstlenir. HekiMedya'nın internet portalında üç yıl boyunca aralıklarla yazılar yazar. Bilgisayarının tuşları bıkmaksızın aynı kavramları yineler durur; bebek ölümleri, halk sağlığı, sağlık ve yoksulluk, Sağlıkta Dönüşüm Programı, şehir hastaneleri, şiddet, özelleştirme…
İstanbul'da Taksim Meydanı iğne atsan yere düşmez gibi kalabalıktır. Kalabalığın sesi gök gürültüsünü andırmaktadır. Bağıran, koşturan, yardım isteyen, ağlayan, üstü başı kan revan içinde olan, yakınını arayan, öksüren, tıksıran insanlardan geçilmemektedir. Üzerinde "Revir" yazan pankartın arkası yaralılarla doludur. Beyaz önlükleri içinde bir grup, yaralılara müdahale etmeye çalışmaktadır. Biber gazı, tazyikli su, plastik mermi ile yaralananlar, gaz etkisiyle solunum yetmezliğine girenler, astım hastaları, kalbi duranlar...
Beyaz gömlekli, siyah takım elbisesi içinde bir adam telaş içinde oraya buraya koşmaktadır. Omuzlarından iki yana sarkan siyah beyaz kaşkolü, yine siyah renkli kasketiyle tam bir uyum içindedir.
Bir yandan gönüllü hekimleri, sağlıkçıları organize etmekte, kayıtlar tutmakta, raporlar hazırlamakta; öte yandan Gezi Parkı'nda, Makine Mühendisleri Odası'nda, İstanbul Barosu'nda, Ramada Otel'de, Taksim Starbuck'ta ve Taşkışla'da kurulan revirlerin hizmetlerini koordine etmektedir.
Boynunda "Görevli" kartı asılıdır. Sevinçli bir telaş içinde oraya buraya koşan, İstanbul Tabip Odası adına görev üstlenmiş, Fenerbahçeli olduğu halde Çarşı Grubu'na selam olsun diye siyah beyaz giyinen bu kişi Dr. Ali Özyurt'tan başkası değildir.
Gezi'nin gönüllü sağlık hizmetçisidir o. İnsanlık adına, halk adına, meslek örgütü adına oradadır.
Hipokrat Yemini etmiş, Hekim Andı içmiş çok sayıda hekim ve diğer sağlık emekçileriyle birlikte Gezi Parkı'nda gönüllü acil sağlık hizmeti vermektedirler. Önlerine gelenin kimliğine, ideolojisine, hangi taraftan olduğuna bakmazlar.
Birçok can kurtarırlar, 8 bine yakın yaralıya müdahale ederler. Tarihe Gezi Parkı'nın cankurtaranları olarak geçeceklerdir.
Siyami Ersek gibi açık kalp cerrahisinin yoğun olarak yapıldığı bir hastanede 5 gün, 9 saat çalışmak zorunluluğu, üstüne ayda 4 nöbet, alınan kemoterapi ilaçlarıyla birlikte zor gelmektedir. 2015 yılında fiilen çalışmaya ara verir.
Yine de hayat onu durduramaz. Baş asistan olduğu için uzmanlık öğrencilerinin eğitimi ve tez danışmanlığını yapmaya başlar. Aynı zamanda, fiili olarak da şef yardımcısı gibi çalışmaktadır.
Çalışırken zaman zaman nefesi daralır, ayakta duramaz olur, yüzü sararır, solar.
Her ay aldığı ilaçlardan biri 40 bin liradır. SGK bunu karşılamaz. Emeklilik ikramiyesini ilaca yatırır. Kavgasında yeni bir cephe daha açar, SGK'yı dava eder. Çok geçmeden buradan da muzaffer olarak ayrılacaktır. Davayı kazanır.
Bu zorlu koşullarda doktora tezini tamamlayarak Halk Sağlığı Bilim Doktorası unvanını alır. Vakit geçmeden halk sağlığı intern öğrencilerine ders vermeye başlar.
Ne de olsa bir örgütçüdür o, meslek örgütünün hem yöneticisi, hem emekçisidir.
Kavgasında hiçbir cepheden geri durmaz, hep görev insanı olarak bir adım öne çıkar. Yeri gelir aidat toplar, çanta taşır, şoförlük yapar; yeri gelir dünyayı sarsan bir direnişte İstanbul Tabip Odası'nın yükünü omuzlar; Taksim Dayanışması'nın sağlık danışmanlığını yapar, sosyal medya sorumluluğunu üstlenir.
Renkli, muzip, sevecen kişiliğiyle hiç umulmadık zamanlarda, hiç umulmadık yerlerdedir o. Bir gün Bilgi Üniversitesi'nde Sağlık Bilimleri Bölümü'nde hocalık yaparken görürüz onu, başka bir gün Timsah adlı tiyatro oyununda, Ivan İvanoviç'in iş arkadaşı Sergey Semyonov rolünde…
2018'de, Türk Tabipler Birliği'nin "savaş bir halk sağlığı sorunudur" başlıklı bildirisi yayınlanır. Savaşa karşı çıkmak suç sayılacak, TTB MK üyelerinin tamamı gözaltına alınacaktır.
Koskoca TTB karar organlarından yoksun kalmıştır. TTB tarihinde ilk defa olmaktadır bu. Hemen 9 kişilik Yüksek Onur Kurulu devreye girer. Merkez Konsey'in görevini üstlenir, kararlar alır, uygularlar. En başta da, kendisi de yüksek onur kurulu üyesi olan Ali Özyurt vardır.
Odasıyla birlikte savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğuna inanır. Hekimlik Andı'ndan, Hipokrat Yemini'nden, altına imza koydukları uluslararası sözleşmelerden öğrenmiştir bunu. Savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı savunur.
Aklına nakşettiği, sihirli sözcükleri vardır hayatının; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Cenevre Sözleşmesi, Evrensel Meslek Etiği, Uluslararası İnsan Hakları Hukuku, Silahlı Çatışmalarla İlgili Tutum Belgesi, İyi Hekimlik, barış, özgürlük, vicdan…
30 yıllık mesleğinin vazgeçilmezidir bunlar; aklını, ruhunu, vicdanını bunlarla doldurur, bunlarla besler; hekimlik onuru, özlük hakları, iyi hekimlik, insan acısını dindirmek, insan ve toplum sağlığı…
Dinlemesini sever Ali; Ali çalışır, Ali nöbet odalarında uykusuz kalır, ameliyatlarda ter döker; Ali topu atar, kimse yoksa Ali topu kendi tutar; hastalarının acısını dindirir. Ali şiir yazar, söz kurar hayata dair; hem söz söyler, hem de yaşadıklarını yazar. Çünkü bilir Ali; söz uçar yazı kalır.
Bir yandan yaşar, bir yandan yazar Ali. Yazdıklarından umut, yaşadıklarında cesaret bulur. Ve inadına, umuduna yaşar Ali!
Son bir yılda kaleme aldığı iki kitabı "Söz Uçar Yazı Kalır" ve "Umuduna Yaşamak" çok sayıda baskı yapar. Kitaplarının tüm gelirini Gezi'de yaşamını yitiren çocuklar için kurulan dernek ve vakıflara bağışlar.
Sene 2019'dur. Adına metastaz dedikleri şeyin bu sefer kemikte ve beyinde gözükmesine de aldırmaz.
Umudu kalbinden çiçeklenen hayat, Gezi Parkı'nın yalnız kuşlarına umut dağıtan delikanlısıdır o.
"40 yıldır kendimi solcu, sosyalist olarak bildim" der.
Arkadaşları sözcüklere sığdırmakta zorlanır onu. Her şeyden önce bir hekimdir; sonra bir aktivist, bir eş, bir babadır; her koşulda çalışkandır; iyi bir dost, az bulunur bir arkadaş, vefalı bir yoldaştır. Bazen eski bir resme baktığında ağlayacak kadar duygusaldır. Bazen de, bir edebiyat gecesi için frak, papyon satın alma işini eğlenceli bir şölene dönüştüren bir çocuk...
Tıp Fakültesi'nden hocası olan Prof. Dr. Selçuk Erez onun için, "Eskiden öğrencimdi, şimdi ise omuzdaşım, yoldaşım oldu" diyecektir.
Her ömür, hikâyesinde kendi izlerini saklar.
Olur ya, bazen bir iktidar gücüyle çıkar önüne cellat, bazense bir hastalık kılığında dikilir karşına.
Haklıysan, üstelik hayata dairse düşlerin korkun yok demektir. Üstüne üstüne yürürsün celladın. Cellat korkar bu gözü peklikten, geri geri çekilir, kaçar!
İşte, böyledir Ali'ninki de. Korku nedir, bilmez. Üstüne üstüne yürür celladın. Kavgası, daima çok cephelidir. Cepheden cepheye koşar, hiç yorulmaz.
Hep "örgütüm" der, "meslek örgütüm…" Örgütlü bir yaşamı savunur, örgütlü bir yaşam içinde hayat bulur.
* * *
Şimdilerde "geçici ikametgâhım" dediği Cerrahpaşa Hastanesi'nin 6.katında.
Hastanenin penceresinden seyrediyor şehri. Biliyor, eski suretlerinden eser yok, kurtlar sofrasındaki bu şehir! Süleymaniye Camii'nin silueti çoktan çizilmiş; uzaktan nasıl da ağlamaklı bakıyor semtler; biraz ileride Zeytinburnu, Yenikapı, Fatih… Biliyor, Gelincik tarlaları açmayacak artık Gaziosmanpaşa'da.
Yaralı bir ceylan gibi geçiyor gözlerinin önünden zaman. Dönüp oturuyor. Gezi günleri geliyor aklına. Biliyor, bu daha başlangıç, henüz verilmedi son kavga, açılacak çok cephe var bu hayatta.
Yüreğinde çağıl çağıl akan bir ırmağın coşkusu. Gururu, asi bir kuş gibi çırpınıyor göğsünde.
Hayat denilen bu kavgada, her an kılıcını çekmeye hazır, usta bir şövalye gibi, dimdik, ayakta! Aklında, gelecek güzel günler; gözlerinde umut, yüreğinde neşe; bir çocuk gibi sevinçle kırpıyor gözlerini.
Biliyor, umudu, kalbinden çiçeklenen bir hayatın öznesi o.
Kalkıyor yerinden, pencereye yürüyor, bir türkü tutturuyor:
"Odam kireç tutmuyorKumunu katmayıncaSevda baştan gitmiyorSarılıp yatmayınca"