Mart 1933, Frankfurt.
Haardtwald Caddesi'ndeki 2 numaralı evin etrafı sarılmıştır. Üniversite lojmanlarının bulunduğu yamaçtaki, sarı boyalı evin kapısı kırılırcasına üst üste çalar. Kapı açılır açılmaz, omuzlarında Nazi arması bulunan kahverengi gömlekli polisler hızla içeri dalarlar.
Ev sahibi neye uğradığını şaşırmıştır.
"Ne yapıyorsunuz" der, "Ben Frankurt Üniversitesi Profesörü Philip Schwartz!"
Onu duymazlar bile. Eşi Vera, henüz 1 yaşındaki kızları Susan'ı kucağına almış, beş yaşındaki oğulları Andre ise babasının bacakları arasına sığınmıştır.
Birkaç dakika içinde evin her tarafı alt üst edilir. Mobilyalar dağılmış, kütüphanedeki kitaplar raflardan etrafa saçılmış, çekmeceler boşaltılmıştır. Duvardaki ahşap işlemeli Davut Yıldızı, parçalanmış halde yerde yatmaktadır.
Gestapo şefi ayrılırken, kıyıcı gözlerle profesörü süzer.
"Ağır silah ihbarı aldık" der, ekler;
"Gözümüz üzerinizde!"
Ertesi gün havada, kopmaya hazır bir fırtınanın gerginliği asılı gibidir.
Birkaç gün önce Adolf Hitler'e kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi tanıyan 5 maddelik kanun teklifi kabul edilmiş, üniversitelerde büyük bir cadı avı başlamıştır.
Profesör Schwartz, hastane bahçesine girdiğinde Dr. Albert Wilhelm Fischer'in ona doğru acele adımlarla yaklaştığını görür. Arkadaşı telaşlıdır:
"Sen ne yapıyorsun, neden hâlâ kaçmadın?"
Profesör Schwartz şaşırır;
"Ne oldu, niye kaçayım?"
"Bütün hastane seni konuşuyor, evinde ağır silahlar yakalanmış, koridorlarda sivil polisler dolaşıyor, seni tutuklayacaklar!"
Profesör, elinde çantasıyla öylece kalakalır. Gözlerinde, onu bekleyen kötü kaderin acı izleri bir görünüp bir kaybolur.
O gün, birkaç yakın dostu tarafından daha kaçması yönünde uyarılınca, kararını vermekte gecikmez.
Aynı gece, oğlu Andre ile birlikte Zürih treninde yol alırlarken gözlerinde, nereye çıkacağı belli olmayan puslu bir geleceğin kaygı dolu izleri vardır.
Yarınki Fötal Patoloji, Nöropatoloji derslerini düşünür, acıyla gülümser. Frankfurt Üniversitesinde yaptığı, Doğum Travmaları Üzerine Deneysel Çalışmaları gelir aklına; Erişkinlerde Beyin Kanamaları, Virchow Ensefalit, Recklinghausen Sendromu, Gliomların Lokalizasyonu ile Çevre İnfiltrasyonları üzerine araştırmaları… Tren yol aldıkça hepsi bir bir geride kalmaktadır; Tüberkülozda Hipersensibilite ve İmmünite ile İlgili Doku Lezyonları hakkında çeşitli makalelerini anımsar, içini bir burukluk kaplar. Frankfurt giderek uzaklaşmaktadır ondan…
Kısa süre sonra, kızı Susan ve eşi Vera'da arkasından Zürih'e gelecektir…
Profesör Schwartz ayrılırken geride, büyük hızla felakete doğru sürüklenen bir ülke kalmıştır.
Meclis işlevsizleşmiş, yerini tek adam rejimi almıştır. Ülke, Hitler'in çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmektedir.
İlk iş olarak muhalefetin en dirençli kesimi olan Alman Komünist Partisi kapatılır, yöneticileri tutuklanır.
Kurulan Reich Kültür Dairesi tarafından tüm gazetelere, radyo programlarına, sinemalara sansür uygulanır; tiyatro, eğlence ve kültür programları, sanat ve müzik dünyası bütünüyle denetim altına alınır. Akademik yayınlar bu kurul aracılığıyla kontrol edilir. Bilim, kültür ve sanat insanları arasında korku ve kaygı dolu bir süreç başlar.
Üniversitelerde Yahudilere, komünistlere ve diğer muhaliflere karşı büyük bir cadı avı başlatılır. Binlerce akademisyen üniversitelerden ihraç edilir, kürsüleri ellerinden alınır. 1933/34 döneminde ihraç edilen akademisyen sayısı 1684 iken bu rakam, 1938'e gelindiğinde tüm Almanya akademik kadrosunun yüzde 39'una ulaşır.
Reich Kültür Dairesi'ne üye olmayan sanatçılar hiçbir kültür sanat ürünüyle ilgili çalışma yapamaz, sergi açamazlar. Buna karşılık iktidara sadık gazeteci ve yayıncılar; müzisyenler ve sanatçılara ise özel bir değer verilir, bu sanatçılar devlet tarafından korunur, kollanır; iş verilir, maaşa bağlanır.
Karikatürler, şaka ve espri içeren yazı ve fıkralar ile bunların yazarları, çizerleri hakkında soruşturmalar açılır.
Yazarlar "istenmeyen Alman" olarak ya sınır dışı edilir ya da vatandaşlıktan çıkarılırlar.
Modern sanat hareketleri saçmalık, ahlaksızlık, baştan çıkarıcılık olarak görülür.
Tüm dernek ve sendikalar Nazi yanlısı organizasyonlar altında bir araya getirilir.
Hitler'in yeni düzeninde kadınlara biçilen rol ise bellidir; daha çok çocuk yapmak, kiliseye gitmek, dua etmek, evin işlerini çevirme...
"Heimatlos"
Tarih 5 Temmuz 1933, İstanbul Sirkeci Tren Garı.
Kimlik kartındaki kırmızı renkli damgada, büyük harflerle bu tek sözcük yazılıdır:
"Heimatlos"
Danışmadaki memur Almanca bilmemektedir. Elindeki kartı evirir, çevirir, anlamaya çalışır.
"Haymatloz" der, "Bu da ne demek böyle?"
Takım elbiseli, kravatlı adam karşısında, çantasını yanına bırakmış, beklemektedir.
Eliyle, geniş alnından yana doğru saçlarını sıvazlar. Açık mavi, müşfik gözlerini memura yöneltir, Almanca bir şeyler söyler, ona bir zarf uzatır.
Memur, "Bir dakika, amirime sorayım" der, ayağa kalkar, elinde pasaport ve zarf olmak üzere arkadaki odalardan birine girer.
Biraz sonra geri döndüğünde, tereddütle kırışık alnındaki izlerden eser kalmamıştır.
"Vatansız" der, "Adamın vatanı yokmuş, böylesini de ilk defa görüyorum."
Arkadan bir ses, "Profesör Schwartz!" diye çağırır.
Adam arkasına döner, "Ja, ich bin Philip Schwartz" (Evet, ben Philip Schwartz) diye karşılık verir.
Karşılayan kişi, 1931 yılında başlatılan Türkiye Üniversite Reform Komitesi üyesi, Profesör Dr. Kerim Erim'dir.
Sirkeci Garı'nda Kerim Erim tarafından karşılanan kişi, Nazi zulmünden kaçtığı için yurttaşlıktan çıkarılan Profesör Philip Schwartz'dan başkası değildir.
O yıllarda, Profesör Schwartz gibi çoğu Yahudi olan birçok bilim insanı, Almanya'daki Nazi soykırımından kaçarak başka ülkelere sığınmış, bunların çoğu vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Böylelerinin pasaportlarında, ya da kimliklerinde iri harflerle "Heimatlos" (vatansız) diye kırmızı bir damga bulunmaktadır. Zamanla bu kavram yerleşti, böylelerine vatansız, ya da vatansızlar anlamında Haymatloz denildi.
Bir zamanlar, Almanya'da ünlü bir nöropatolog olan Profesör Schwartz, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bir Haymatloz idi artık.
O yıllarda ülkede, bir Üniversite Reformu yapılma çabaları vardır. Bunun için İsviçre'den ünlü Pedagoji Profesörü Albert Malche getirtilmiştir.
Schwartz, Almanya'dan kaçtıktan sonra, faşizmin ve tek adam diktatörlüğünün ülkelerinden göçerterek vatansız bıraktığı Yahudi bilim insanlarına destek olmak amacıyla Zürih'te bir dernek kurmuştur. Adı "Notgemeinschaft (Acil Yardım Birliği)" olan bu dernek, yüzlerce bilim insanına dünyanın değişik üniversitelerinde iş ve çalışma olanağı sağlamıştır.
Profesör Schwartz'ın Türkiye'ye gelişi, Üniversite Reformu çerçevesinde, Prof. Malche tarafından işte bu derneğe yapılan bir davetle gerçekleşmiştir.
İlk görüşmelerden sonra, Schwartz'la birlikte 30 bilim insanının Türkiye üniversitelerinde çalışmasına karar verilir. Bu sayı 1933-39 arasında, çoğu profesör olmak üzere 139'a çıkacaktır.
Kendisi de, Malche'nin raporu doğrultusunda, 31 Mayıs 1933 tarihinde kapatılan Darülfünun'un yerine, birkaç ay sonra kurulmuş olan İstanbul Üniversitesinde görev alır.
1933 yılında, henüz 39 yaşında göreve başlayan Schwartz, İstanbul Üniversitesinde çok büyük yararlılıklar gösterecektir.
Bir süre sonra Profesör Malche'ın görevden ayrılarak ülkesine dönmesiyle, Üniversite Reformu'nun bütün yükü Schwartz'ın omuzlarına kalır.
Schwartz, ona kucak açan Türkiye'yi sevmiştir. Tek başına kaldığı yolda daha çok bilenir.
Tıp, matematik ve fen bilimleri, edebiyat ve hukuk fakülteleriyle İstanbul Üniversitesi, tümüyle Schwartz ve onun getirdiği akademisyen kadroları sayesinde adeta bir Alman üniversitesine dönüşür. Yine aynı şekilde, Ankara Üniversitesi de, başta konservatuar olmak üzere, diğer fakülteleriyle Schwartz'ın getirdiği Alman ve Avusturya bilim insanlarıyla kadrolaşır.
Türkiye'de kaldığı yıllar içinde, İstanbul Üniversitesi Genetik Patoloji ve Patoloji Anatomisi Profesörü olarak, Patoloji Bölümü Başkanlığı'nı yürütür. Patolojik Anatomi Enstitüsünü kurar, sonradan her biri otorite olacak Türkiye'nin en önemli patoloji hocalarını yetiştirir.
1942 yılında ilk Klinik-Patoloji derslerini başlatır. Türkiye'de kaldığı on dokuz yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde genel patoloji ve patolojik anatomi derslerini verir.
Yurt içi ve yurtdışında yayınlanan makaleleri dışında, "Genel Patoloji", "İltihap", "Ur Bilgisine Giriş", "Selim ve Habis Urlar", "Hemoblastozlar", "Genel Histopatologia", "Hususi Histopatologia", "Autopsia Tekniği" gibi kitapları yayınlanır, hepsi Türkçeye çevrilir.
Tüberküloz üzerine geliştirdiği araştırma metodolojisi, elektron mikroskobu çalışmaları; otopsi, biyopsi, mikroskopi ve makroskopi alanında getirdiği yenilikler hep onun adıyla anılacaktır.
Aynı zamanda çok iyi bir pedagog olan Schwartz, morfolojiye de hâkimdir. 1948 tarihinde İstanbul Üniversitesi'nde ordinaryüs profesörlüğe kadar yükselir.
1933 yılında geldiği Türkiye'nin vatandaşlığına geçmek için 1939'da yaptığı başvuru ancak 1948'de kabul edilince emeklilik hakları son derece kısıtlı hale gelecek, buna çok üzülecektir.
Oysaki sığındığı ülke ona emeklilik hakkını çok görürken, İstanbul Üniversitesi, Schwartz'ı, 1973'de Şeref Doktoru, 2002'de de Avicenna Madalyası ile onurlandırmaktan geri kalmayacaktır.
Üniversiteye yaptığı başvuru ve diğer girişimlerden sonuç alamaz. Bunun üzerine, buruk bir şekilde ABD'ye gider. Pennsylvania'daki State Institute for Geriatric Research-Warren'da çalışmaya başlar.
Bir yandan da, Frakfurt'taki eski üniversitesine, kendi kürsüsüne dönmek özlemi içindedir.
1957 yılında, eski hakları iade edilerek yeniden Frankfurt Üniversitesi Profesörü unvanını alsa da, 1952-1959 yılları arasında, eski kürsüsüne dönebilmek için yaptığı iki başvurudan da sonuç elde edemez.
Böylece, eski vatanı ona bir kez daha sırt dönerken, yeni vatanı Türkiye'den de emeklilik hakkını alamadan ayrılmış olur.
Yaşı gerekçe edilerek kendi üniversitesine kabul edilmeyen Schwartz, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Araştırma Merkezi'ni 82 yaşına kadar yönetir ve bir yıl sonra da Florida'da hayata gözlerini yumar.
Sene 2016, Türkiye.
AKP ile Kürt hareketi arasında süren Çözüm Süreci sona ermiştir. Irak-Suriye topraklarında boy gösteren radikal İslamcılar IŞİD örgütlenmesiyle hilafet devleti kurmaya yeltenmiş, Doğu/Güneydoğu'da adına "Hendek Savaşları" denen çatışmalarda ölüm ve yıkım haberleri ülkenin üzerini kara bir bulut gibi örtmüştür. Yıllardır ittifakla yol alan AKP ve "cemaat" kavgaya tutuşarak en sonunda, bir taraf diğer tarafa darbe yapmaya kalkmıştır.
Tam da bu koşullarda, bilimden, aydınlanmadan, barıştan yana tutum alan akademi, iktidarın hedef tahtası haline girmekte gecikmez.
Seçildiği halde atanmayan rektörler, görevinden uzaklaştırılan hocalar, kürsüsünden edilen bölüm başkanları; dünyaca tanınmış cerrahlar, ünlü halk sağlığı uzmanları, anayasa profesörleri, iktisatçılar; soruşturmaya uğrayan odalar ve bilim örgütleri, gözaltına alınan yöneticileri… Binlercesi üniversitelerden ihraç edilirler.
Kimilerinin pasaportlarına el konulur, kimine yurt dışı yasağı getirilir. Birçoğu işsiz, ekmeksiz kalır, mahkeme kapılarında çile çekerler. Pasaportunu alabilenler, yasağı kalkıp yabancı üniversitelerde iş bulanlar ise dönüşü belirsiz bir yolculuğa çıkmaktan başka çare bulamaz, ülkeden çekip giderler.
Henüz, çoğunun pasaportunda, kırmızı büyük harflerle basılmış "vatansız" damgası olmasa da, haklarında açılmış soruşturmalar nedeniyle, köklerinden kopartılmış, incitilmiş, narin çiçeklerin kırıklığı içindedirler. Onlar, bir süredir modern bir dünyada, vatanlarından uzakta, zorunlu bir sürgünün burukluğundadırlar artık...
Almanya ve Türkiye.
Kaderleri iyilikte de, kötülükte de kesişen iki ülke.
Tarihin cilvesi bazen gülümsetirken düşündürür; bazen de düşündürürken hüzünlendirir.
Almanya'da bir vakıf, 2016 yılında kürsüleri ellerinden alınmış, üniversitelerden ihraç edilmiş, göç ve sürgün sarmalında, yaşamları tehdit altındaki 46 bilim insanına Alman üniversitelerinde tam burslu olarak çalışma olanağı sağlamaya karar verir.
Bunlardan, birinci sırada, 21 kişiyle Türkiyeli akademisyenler gelmektedir.
Vakfın adı Alexander von Humboldt-Stiftung'dur. Vakıf bünyesindeki "Philipp Shcwartz Girişimi" bu olanağı sağlayacaktır. Söz konusu Girişim adını, 1933 yılında Faşizmin pençesinden kaçan, Profesör Philipp Schwartz'ın Zürih'te kurduğu, "Notgemeinschaft (Acil Yardım Birliği)"nden almaktadır.
24 Kasım 2014, Pazartesi, Frankfurt.
Frankfurt Üniversitesi'nde, hastane ana binasının önünde, üstü bezle örtülü, 3,5 metre yüksekliğinde bir kaide yükselmektedir. Önünde, kalabalık bir akademisyen grubu toplanmıştır.
Saat tam tam 12.00'yi gösterdiğinde, üstünde akademi cübbesiyle, kahverengi-kır saçlı adam ağır adımlarla kaideye yaklaşır. Yakasındaki kartta, Frankfurt Üniversitesi, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Josef Pfeilschifter yazmaktadır. Hemen yanında ise Goethe Üniversitesi Başkan Yardımcısı Profesör Schubert-Zsilavecz bulunmaktadır.
Kalabalık, şöyle bir hareketlenir.
Prof. Pfeilschifter, elini kaidenin üzerindeki örtüye uzatır;
"Bugün" der, "Hitler ve sonrası dönemde, Frankfurt Üniversitesi'nin, patolojide çığır açmış, değerli bir bilim insanına karşı gösterdiği utanç duyulacak tutumundan dolayı, özür borcu için toplanmış bulunmaktayız."
Kalabalığın üzerine ağır bir sessizlik çökmüştür.
"Bu anıt" diye devam eder, "Onun cesur çabalarının anısına ithaf edilmiştir" kaidenin üzerindeki örtüyü yavaşça çeker.
Örtünün altından, üzerinde, 1933 yılında faşizmin pençesinden kıl payı kurtulmuş Prof. Philipp Schwartz'ın portresinin olduğu bir stel gözükür. Prof. Schwartz, ülkesinden kaçmak zorunda kaldığı o günden beri, yaşamı boyunca bir daha kabul edilmediği üniversitesine, uzun yıllar sonra bir sütun başında resmedilmiş olarak geri dönmüştür.
Stel üzerindeki Schwartz portresi, Alman üniversitelerinde görevden alınarak ihraç edilmiş ve bizzat Schwartz tarafından kendilerine yeni bir yurt, yeni bir üniversite bulunmak suretiyle hayatları kurtarılmış, 1.794 bilim insanının adından oluşmaktadır.
Kalabalığın içinde gözyaşlarını tutmayan biri dikkati çeker. 82 yaşındaki bu kadın, 1933 martında, henüz bir yaşındayken annesiyle birlikte, babasının sürgününe katılan psikiyatrist Susan Ferenz-Schwartz'tan başkası değildir.
Prof. Pfeilschifter, kalabalığa bir hüzün bulutu gibi karışan alkış sesleri arasında sözlerini tamamlar:
"O, Alman tarihinin en karanlık çağında parıldayan bir ışıktı."
Kaynakça