"Ben kazanmamışsam, 3 Kasım seçimlerine hile karışmıştır" sözleriyle, Trump seçimlerle ilgili niyetini hiç saklamadan çok net bir şekilde ilan etti. Bu sözlerini daha sonra düzeltmek isteyen Cumhuriyetçi Parti yetkililerinin "Hayır onu kast etmedi, iktidarın barışçıl ve kurallara uygun bir şekilde devri tabii ki demokrasimizin temeli, burası Belarus değil" sözlerine de kulak asmadı. Trump, Yüksek Mahkeme'ye bir an önce atama yapma telaşının ardındaki niyetini de yine çok net bir şekilde dile getirdi: "Bu seçimin sonucuna yargıçlar karar verebilir, Yüksek Mahkeme'de çoğunluğu sağlayacak sayıda yargıca ihtiyacımız var…" Bu ifadeyle 3 Kasım seçimlerinin mahkemede biteceğine açık seçik işaret etmiş oldu.
Aslında kendisi de posta yoluyla oy vermiş olan Trump, Demokrat seçmenlerin, Cumhuriyetçilere göre çok daha büyük oranda posta yoluyla oy kullanacaklarını bildiği için, uzun zamandır, bu yöntemle ilgili "hileye yol açar" diye bir algı oluşturmaya çalışıyordu. Şimdi ise bu algıdan hareketle kaybetmesi durumunda 3 Kasım seçimlerinin meşruiyetini sorgulayacağını hiç çekinmeden her vesileyle vurguluyor. Bu konuda kendisine yöneltilen sorulara" Ne olduğuna bakacağız, postayla oy verilmesinin büyük bir felakete yol açacağını daha önce de dile getirmiştim. Kasım seçimleri bir felaket olacak" sözleriyle seçim sonrası için hazırlık yapıyor.
Salıncak eyaletlerden Michigan'da, 26 Eylül itibariyle, seçmenlerin yaklaşık üçte birine karşılık gelen 2,4 milyonunun posta yoluyla oy vermek için talepte bulunmuş olduğu tespit edildi. Bu sayının 2016 yılındaki rakamın 4 katı olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Korona" nedeniyle bu seçimde posta yoluyla kullanılan oyların oranında çok büyük bir artış bekliyor.
Amerika'da son haftalarda yazılı ve görsel medyada "demokrasi nedir" teması üzerinde duruluyor. Trump, demokratik norm ve değerleri büyük ölçüde aşındırdığı için Amerikalıların önünde artık demokrasi konusunda hiçbir kırmızı çizginin olmadığı bomboş bir kağıt duruyor. Akademisyenler ve diğer uzmanlar, "Tartışma, uzlaşma, hesap verilebilirlik, serbest ve adil şekilde yapılan seçimlerin sonucunu kabul etme demokrasinin temel değerleri ve normlarıdır" cümlelerini kurarak demokrasiye giriş dersleri vermeye başladılar.
Dünya ABD'deki 3 Kasım seçim sürecini büyük bir şaşkınlıkla izliyor. Belarus'tan 29 yaşındaki bir aktivist, "Bugün ABD Belarus'u hatırlatıyor. Eğer bir lider kaybetmeyi reddederse, kaybetmemek için her yola başvurursa, bu demokrasi için çok ciddi bir tehlikedir", Kanada'dan bir politikacı "ABD'deki mevcut durum Roma İmparatorluğunun çöküşü gibi" derken, Avrupa'dan, "Amerikan kurumları bu saldırıyı atlacak güce sahip, endişeye mahal yok" sesleri geliyor. Dünyanın süper gücü demokratik değerlerinden şüphe duyulan bir ülke haline gelerek tartışmalara konu oluyor.
"Trump kaybedecek mi?" başlıklı yazımda, Trump'ın seçimleri kaybetmesi durumunda seçim sonuçlarını sorgulama ihtimalinden bahsetmiş, ancak birçok akademisyen, yazar ve politikacının böyle bir senaryoyu mümkün görmediğini, Trump'ın seçimleri kaybetmesi halinde 20 Ocak'ta istemeyerek de olsa Beyaz Saray'dan ayrılmak zorunda kalacağı görüşünde olduklarını yazmıştım. Son iki aydır Trump'ın seçimleri kaybetse de yenilgiyi kabul etmeyeceğine dair açıklamalarının alevlendirdiği tartışmalarla Amerika'nın büyük bir anayasal krize doğru gittiği korkusu büyüyor.
Önemli bir Anayasa Hukukçusu olan Prof. Lawrence Douglas'ın kaleme almış olduğu "Will He Go?" kitabı uzun münazaralara konu oluyor. Prof. Douglas, Anayasa'nın iktidarın barışçıl bir sekilde el değiştirmesini garanti etmediğine, sadece bunun olacağı konusunda bir ön kabulde bulunduğuna işaret ediyor. Değişik senaryolara göre anayasal bir çıkmazla karşılaşılması durumunda, çözüm için umut verici bir yol olmadığına vurgu yapan akademisyenler, karamsar tablolar çiziyorlar.
Barton Gellman'ın The Atlantic'de çıkan "The Election that Could Break America" başlıklı makalesi, "Oyların birbirine yakın çıkması durumunda, Trump'ın seçimleri kolaylıkla kaosa çevirmesi ve sonuçları alt üst etmesi mümkün. Böyle bir durumda Trump'ı kim durduracak?" sorusuna cevap arıyor. Princeton Üniversitesi'nden Prof. Julian Zelizer bu soruya, "Demokrasi makinesi, seçimlerin meşru bir şekilde sonuçlanmasını engellemek için kullanılırsa, bunu engellemek için neler yapılabileceğini kimse bilmiyor" sözleriyle Amerika'yı bekleyen siyasi fırtına hakkında uyarıda bulunuyor.
İktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesine izin vermeyeceği iddia edilen Trump'ın orduyu kullanabileceği konusu çeşitli makalelerde işleniyor. Pentagon liderlerinin Trump'ın seçimler sonrasında ortaya çıkabilecek kargaşanın içine orduyu çekmeye çalışabileceğinden endişe duydukları iddia ediliyor. Genelkurmay Başkanı General Mark A. Milley, geçtiğimiz ay, Temsilciler Meclisi üyelerinin sorularına vermiş olduğu yazılı yanıtta "Seçimler konusunda bir anlaşmazlık olması halinde, buna çözüm bulma görev ve sorumluluğu kanunların öngördüğü üzere Amerikan mahkemeleri ve Kongre'dir. Bu hiçbir şekilde ordunun işi değildir. Bu süreçte Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin herhangi bir rol oynaması söz konusu olamaz" diyerek, askerin seçim sonuçlarıyla ilgili tartışmalara müdahale olasılığı konusundaki şüpheleri dağıtmaya çalıştı. Genelkurmay Başkanı'nın 24 Eylül tarihinde görevdeki askerler için yaptığı konuşmada sarfettiği, "Görevinizi yaparken Anayasa'yı kalbinize yakın bir şekilde tutun" sözleri dikkat çekti.
Biden, 22 Haziran'da, "Trump'ın, yenilgiyi kabul etmeyerek, görevi bırakmaması halinde ne olabileceği" yönündeki bir soruya, "Ordumuz kendisine refakat ederek onu Beyaz Saray çıkartır" sözleriyle cevap vermişti. Biden'ın büyük eleştirilere yol açan bu cevabı aslında, Amerikan demokrasinin içinden geçmekte olduğu savruluşun bir cümleyle özeti gibiydi.
Yapılan son yoklamalar seçimlerin sonucunu belirleyecek olan salıncak eyaletler dahil Biden'ın önde gittiğini gösteriyor. Yoklamalara güvenmeyenler ise seçimlerin çok az bir farkla sonuçlanması ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. İşte tam bu sırada 29 Eylül'deki ilk münazara, seçimlerin kaderini belirleyebilecek bir siyasi olaya dönüşüyor. Bazı siyaset bilimciler, münazaralar seçim sonucunu etkileyecek bir sonuç yaratmaz diye iddia etseler de bu sefer farklı diyenler çoğunluğu oluşturuyor. Kayıtlı seçmenler arasında hâlâ yüzde 4 ila yüzde 9 arasında değişen oranda kararsız seçmenin olduğu tespit edildiği için münazaralar önem kazanıyor.
Trump'ın uzun süredir açıklamaktan kaçındığı vergi kayıtları ilk münazaradan hemen önce New York Times'a sızdırıldı. Bu kayıtlarda Trump'ın son 11 yıl içinde sadece 2016 ve 2017 yıllarında 750 dolar vergi ödemiş olduğu görülüyor. Yine bu kayıtlardan Trump'ın şirketlerinin kısa sürede ödenmesi gereken 420 milyon doları aşan bir borç içinde oldukları anlaşılıyor. Bu da Trump'ın sürekli övündüğü "başarılı işadamı imajının" yaralanmasına yol açtı. Biden, Trump'ı "vergi kaçakçısı" olarak ilan etti. Trump'ın vergiden düşmek üzere kuaförüne 70 bin dolar ödemiş olduğu haberinin altı kalın çizgilerle çizildi. Trump, bu haberlere bunların hepsi "fake news" diyerek cevap verdi.
3 Kasım seçimleri Trump'ın referandumu olarak kabul edilmekte olduğu için, Biden'dan beklenen tek şey, daha önce olduğu gibi gaflar yapmaması, söylemek istediğinin tam tersini ağzından kaçırmaması, akli melekelerinin yerinde olduğunu göstermesiydi. Demokratlar arasında, Biden münazarada tökezlerse, seçimler Biden'ın referandumu haline dönüşebilir endişesi vardı.
Biden münazara öncesi "görünmez" seçim kampanyasına ara vererek üst üste provalar yaptı. Trump ise her gün düzenlediği mitingleriyle münazaraya çoktan hazırdı. Psikolog Elinor Greenberg, Biden'ın, münazaraya Vietnam Savaşı'na hazırlanır gibi hazırlanması gerektiğini ifade ederken, bazı psikologlar, Michel Obama'nın "Onlar alçaldıkça, biz yükseliyoruz" sözlerine atıfta bulunarak, "Biden, Trump'ın saldırgan ifadelerine aldırış etmeksizin kendi mesajını vermeli" demişti.
Mutluluğun sırrının düşük beklenti olduğunu iddia eden uzmanlar ise, münazara öncesinde Trump'ın küçümseyici ifadeleriyle, Biden'a ilişkin beklentiyi düşürerek aslında ona iyilik yapmakta olduğunu söylüyorlardı.
Münazaranın ilk 30 dakikasında kimin üstün geleceği neticede seçimin kaderini de belirleyecek denildiği için 73 milyondan fazla Amerikalı iki liderin performansını nefeslerini tutarak izledi. Trump, münazaradan önce, "Geçmişteki performanslarına baktığımızda, bazı tartışmalarda iki kelimeyi bir araya getiremeyen, yaşadığının bile farkında olmayan "Sleepy Joe"ya doping iğneleri yapıldığından eminim. Bu sefer de çok büyük bir iğne yapacaklar. Her ikimize de münazaradan önce doping testi yapılması lazım" demişti.
Trump münazarada sadece Biden'ın sözünü 74 kere kesmekle yetinmeyip, Biden'a verilen süre içinde de sesini yükselterek konuşmaya devam etti. Moderatörlüğü yapan Fox News'tan Chris Wallace'ın Trump'ı defalarca ikaz ettiği 1,5 saatlik münazaranın sonunda Amerikalılar, bitkin, yorgun ve mahcup bir ruh haliyle televizyonlarını kapattı. Demokratlar münazarayı, Amerikan demokrasisi için büyük bir "utanç" olarak nitelendirdiler. "Bu münazarayı çocuklarımız seyrediyor, dünya seyrediyor, öğrendiğimiz, öğrettiğimiz, varsaydığımız bütün değerler ayaklar altına alındı. Reality showdan daha kötü. Demokrasimize büyük zarar verdi. Bir daha yapılmamalı" dediler. Trump taraftarları ise "Trump'ın taktiği çok iyiydi. Biden'ın cümlesini bitirmesine dahi izin vermedi. Biden'ı buldozer gibi ezdi. Mahvetti. Çok başarılıydı" görüşünü savundular. The Atlantic'ten Russell Berman, münazarayı "İki yaşlı adamın birbirlerine laf yetiştirdikleri, seyredilmesi mümkün olmayan bir maç gibiydi" diye tarif etti.
Münazaranın başlıkları, Korona, ekonomi, ırk ve şehirlerdeki şiddet, Yüksek Mahkeme'ye yapılacak atama olmak üzere önceden belirlenmişti. Münazaranın ertesinde, tespit edilmiş ana başlıklar altında liderlerin söylediklerinden akıllarda fazla bir şey kalmadığı için, Trump "white supremacist"leri kınadı mı kınamadı mı, galiba kınadı ancak sesi duyulmadı, Biden, Trump'a "kapa çeneni" dedi gibi "değerlendirmeler" tartışma konusu oldu. Münazaradan geriye kalan en önemli cümle Trump'ın seçimlerin güvenilirliğini sorgulayan ifadesiydi.
Biden beklentileri karşıladı. Hızlı sosyal değişimlere direnen ve geleneksel siyasi çizgisini koruma eğiliminde olan, statükoyu tercih eden Biden'ın başta gençler olmak üzere kimseyi heyecanlandırması zaten beklenmiyordu. Konuşmaları heyecan yaratmasa da birkaç rakam dışında hata yapmadan münazarayı tamamladı. Biden sürekli kendisine saldıran, sözünü kesen Trump için, "ırkçı, yalancı, palyaço" gibi sıfatlar kullandı. Trump'ın "kabadayı" tavırlarına, saldırgan ifadelerine bazen sadece gülümseyerek cevap verdi. Biden'ın, münazaradaki " kapa çeneni be adam" sözleri Trump'tan yorgun düşmüş Amerikalıların hissiyatını en iyi anlatan cümle olarak kabul edildi.
Münazara Komisyonu ikinci ve üçüncü münazaralar için kuralları değiştirmeye karar veriyor. Adayların birinin karşı tarafa ya da moderatöre laf atması durumunda mikrofonunun kapatılması üzerinde duruluyor. Buna şiddetle karşı çıkan Trump, "Kolaylıkla "kazanmış" olduğum münazaradaki kuralların değişmesine neden izin vereyim?" diyor.
Bu seçimlerin esas itibarıyla Trump'ın oylanması olacağı konusunda geniş bir mutabakat var. Münazara için seçilmiş başlıklar arasında Trump sadece ekonomik performans bakımından Biden'ın önünde gidiyor. Korona'nın yol açtığı ekonomik yıkıma, milyonlarca işsize rağmen Amerikalıların yüzde 50'sinden fazlası Trump'ın ekonomide Biden'dan daha başarılı olacağına inanıyor. Pew Research Center'ın 13 Ağustos'ta yayınlamış olduğu son yoklamaya göre Amerikalıların yüzde 80'inin ekonomiyi en önemli konu olarak gördüğü ortaya çıkıyor. "Gizli taraftarlarının" çok büyük bir bölümünün ekonomi nedeniyle Trump'a oy verebileceği söyleniyor. Biden bu yüzden özellikle son zamanlarda Trump'a karşı "Senin gibi milyonerler, milyarderler bizlerin hayatını bilmezsiniz, bize her zaman küçümseyerek baktınız" sözleriyle sınıfsal bir tavır alarak eşitsizliği öne çıkarıyor.
Uluslararası standartlara göre seçimlere katılım oranının düşük olduğu Amerika'da seçmenlere oy vermeleri için sürekli çağrı yapılıyor. Yüksek katılımın Demokratların lehine olacağı biliniyor. New York'taki birçok mağaza ve restoranın vitrinindeki "OY VER" ilanları göze çarpıyor. Biden'ın hem ulusal düzeyde, hem de salıncak eyaletlerde yapılan yoklamalarda önde gitmesi Demokratların umudunu arttırıyor. Yapılan son yoklamalardan, Pennsylvania, Wisconsin, Arizona ve Florida eyaletlerindeki sadece 9 bölgenin yeni başkanın kim olacağını tayin edeceği anlaşılıyor. Bu yüzden seçim gecesi ve oyların sayılmaya devam edeceği diğer günlerde tüm dikkatler bu eyaletler üzerinde olacak.
Amerikan Psikiyatri Derneği'ne göre, yetişkin Amerikalıların yüzde 36'sı bir yıl öncesine göre kendilerini daha endişeli, daha kaygılı hissediyor. Psikolog Jennifer Panning, bunda Korona'nın önemli bir payı olduğunu kabul etse de, bugün yaygın bir biçimde kendini gösteren ruhsal sorunlara "Trump Anxiety Disorder" ismini veriyor.
Şimdi Amerikalıların büyük bir bölümü 'burası kimin ülkesi' diye soruyor. Buraya beraberlerinde sadece bir bavulla, arkalarında bıraktıkları ülkelerin tarihlerini, şiddet ve korku dolu hikâyelerini unutmak üzere gelen ataları gibi sığınacak güvenli bir liman arıyorlar. Ülkelerinin artık emin bir liman olmadığı anlatıldığı için kendilerini yurtsuz kalmış mülteciler gibi boşlukta hissediyorlar. Atalarımızdan bu yana çok uzun bir yol katetmemiş miydik, Anayasamız başta olmak üzere uzun demokrasi yolculuğumuzda tekrar başladığımız yere mi döndük diye soruyorlar. Geçmiş sadece bir illüzyon olamaz, gücün açgözlülüğüne müsade etmeyeceğiz, geleceğimiz için kurulmuş bu tuzağa düşmeyeceğiz, gerekirse yeni bir dünya kuracağız, geçmişte başaramamış olduğumuz anlaşılırsa, yeniden deneyeceğiz diye itiraz ediyorlar. Amerikalılar, göçebelik genlerinde olduğu için hiçbir zaman iyi bir gelecek kurabilecekleri umudunu kaybetmezler. Derin şüphelere sahip olsalar da başarısızlığa inanmazlar.
"More in Common" adlı bir uluslararası kuruluşun son yaptığı araştırmaya göre, siyasi tercihleri ne olursa olsun Amerikalıların dörtte üçünden fazlasının, vatandaşların eylemleriyle toplumu değiştirebileceğine inandığını gösteriyor.
Amerikalılar önlerindeki boş beyaz kağıda bakarken, gittikçe yoğunlaşan kara bulutların arasında rastgele doğan ışığı yakalamaya çalışıyorlar. Gece içimizde yaşıyor, bir umut var mı diye soruyorlar. Boş bir kağıt bazen bir yazarın yazacaklarından emin olmadığı zamanlardaki gibi korkuya yol açabilir, bazen de yeni cümleler ya da çizilecek yeni bir desenle bir çöle yağmur getirebilir. Amerikalılar kara bulutlar bize zarar vermez, biz her zaman yağmuru bekleriz, bizim hayallerimizde geleceğe de yer var diyerek yeni kelimeler, yeni hikâyeler arıyorlar. Bu her yer için öyle değil mi?
Nitekim YKY'nın felsefe dergisi Cogito da 17. yüzyıl filozofu Spinoza'ya ayırdığı son sayısına "Spinoza: Taze bir nefes..." başlığını koymuş. Editör tüm dünyanın taze bir nefes almayı beklediği bir dönemde, Spinoza'nın Sartre'ın tanımıyla taze bir nefes alma imkanı sunduğuna zamanlı bir biçimde dikkat çekiyor… Belki farkında olmadan ABD'de geçen yazdan bu yana süren gösterilerdeki "Nefes Alamıyorum" sloganına cevap veriyor…
NOT: 2020'nin Korona salgınıyla başlayan belirsizlikleri hız kesmeden devam ediyor. Yazımı tamamladığım cuma (2 Ekim 2020) sabahı Amerikalılar Trump ve eşinin Korona'ya yakalandığı haberine uyandılar. Korona tekrar seçimin en önemli gündem maddesi oldu. Şimdi bir süre sadece Trump'ın sağlık durumu konuşulacak.