Amerikalılar artık iki hafta önceki Amerikalılar değiller. Başarılı bir demokrasinin sadece bir dizi kurumun varlığından ya da seçimlerden ibaret olmadığını öğrendiler. Trump'ın taraftarları başta Washington olmak üzere ülkenin her yerinde seçim sonuçlarını protesto eden gösteriler düzenledi. Trump, Başkanlık konvoyuyla "Make America Great Again" şapkasını takıp golf oynamaya giderken Washington'daki göstericilere el salladı. Göstericiler arasında Trump'ın birkaç kez kendisine sorulmuş olmasına rağmen kınamayı reddettiği "Proud Boys" gibi faşist/ırkçı gruplar da boy gösterdi. Gösterilerin bazılarının şiddete dönüşmesi "geleceğin kontrol edilemeyebileceği" korkusu yarattı. Geleceği kontrol edemeyeceğimizi, yalnızca geleceğe ilişkin hayallerimizi ve tasavvurlarımızı kontrol edebileceğimizi kendi hayatlarımızdan biliyoruz. Yas tutan 74 milyon Trump taraftarının hıçkırık sesleriyle 79 milyon Amerikalının zafer sesleri birbirine karışıyor. Amerikalılar, yağmur durmuş her yeri yıkamış olsa da kayganlaşmış kaldırımlarda yürümekte zorlanıyor.
Hukukçular Trump'ın sonuçları değiştirmesinine imkan olmadığını söylüyor. Bunu Trump da biliyor. Seçimlerden sonra gözlerden kaybolan Trump'ın, geçtiğimiz Cuma günü yaptığı basın toplantısına turuncuya boyamadığı beyaz saçlı haliyle çıkması, "Seçimleri kaybetmiş olduğunu idrak etmiş" şeklinde yorumlandı. Cumhuriyetçi Parti'nin önemli ideologlarından Karl Rove bile, Trump'ın seçim sonuçlarını değiştiremeyeceğini, bu yöndeki çabalarının nafile olduğunu dile getirdi.
Trump'ın yeniden seçilememiş olması Amerikan demokrasinin geleceğini kurtarmaya tabii ki yetmeyecek. Bu yüzden Demokrat Parti'nin ilerici kanadı Biden'dan, Amerikan ekonomisi ve siyasetini dönüştürmesi için hızla harekete geçmesini talep ediyor. İki yıl sonra Kongre ara seçimlerinin yapılacağını hatırlatanlar "Kronometre çalışmaya başladı bile" diye uyarıyorlar.
2008 küresel krizi ve onu takip eden resesyonun kontrolsüz finansal kapitalizmin bir sonucu olduğu biliniyor. Bunun Demokrasiler bakımından en ciddi sonucu popülizmin yükselişi oldu. Amerika'da Trump, İngiltere'de Brexit'in yanısıra, bir çok ülkede popülist söylemler rağbet görmeye, popülist yönetimler iktidara gelmeye başladı. Gelişmiş ülkelerde küreselleşmenin nimetlerinden çok az sayıda insan yararlanırken, halkın önemli bir bölümünün siyasete inancı sarsıldı. Çoğunluğun ekonomik sıkıntıları derinleşirken pahasına çok küçük bir azınlığın daha da zenginleşmesi siyasete popülizmin hakim olmasına yol açtı.
Dünyanın bir çok ülkesinde kozmopolit büyük şehirlerde yaşayanlarla kırsal bölgelerde/ küçük şehirlerde yaşayanlar arasındaki uçurum gittikçe büyüdü. Bunların arasında eğitim ve gelir farklılıkları da arttı. Bütün bunlar üzerinde çok yazılmış ve çok konuşulmuş olsa da hiç bir somut adım atılmadı. Eskiyi ihya edeceğini ve geri getireceğini söyleyen popülist politikacılar zemin kazandı.
Amerika Antonio Gramsci'nin iki savaş arası dünya için söylediği gibi "Eskinin ölmekte olduğu yeninin ise henüz doğamadığı" bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Dünya, yeni bir üretim tarzına doğru geçişin sancılarını çekerken buna uygun yeni bir siyasetin de inşa edilmesine ihtiyaç duyuluyor.
Harper's dergisi yazarı Rana Dasgupta, "Alt gelir grubundaki yüzde 50 nüfusun gelirlerinde son kırk yıl boyunca çok az bir bir artış oldu. Bu gruptakiler 1980 yılına göre daha az kazanıyor... Tepedeki yüzde 1'in ise gelirleri aynı dönemde yüzde 157 arttı... Muzaffer robotik kapitalizm, otomasyon yolunda uyguladığı yeni tekniklerle hızla bir çok işi atıl hale getiriyor… Bu gidişat siyasi yenilgiye uğramış yüzde 50'lik alt gelir grubunu gelecekte yüzde 90'lara kadar genişletebilir… Bugün Amerika'daki gerçek siyasi mücadele 'liberal' sol ile 'faşist' sağ arasında değil, halk ile Amerika'nın şimdiye kadar yaslandığı demokratik güvenliğine son verebilecek devasa özel sektörün sosyal, ekonomik ve siyasi yönetimi arasında" diyor.
Connecticut Üniversitesi'nde toplumların tarihi dinamikleri üzerinde matematik modeller geliştiren ve istatistiki analizler yapan Prof. Peter Turchin, Amerika'yı buzdağına doğru hızla ilerlemekte olan dev bir gemiye benzetiyor. Geniş bir kitlenin hayat standartlarının hızla düşmekte olduğuna dikkat çeken Turchin, ülkenin siyasi geleceğinin en azından kısa vadede olumlu olmayacağı, sivil itaatsizlik ve şiddetin kaosa yol açma olasılığının yüksek olduğu konusunda uyarıda bulunuyor. Elitlerin sayılarını azaltmak ve çoğunluğun ücretlerini sürekli arttırmak gibi temel reformları dile getirse de "Öneride bulunmak benim işim değil" diye vurguluyor.
Biden'ı salgını kontrol altına almak kadar ekonomiyi de düzeltmek gibi büyük sınamalar bekliyor. Asgari ücretin arttırılması, zenginlerin daha fazla ödeyecekleri vergilerle yoksul kitlelere ev ve eğitim imkanları sağlanarak gelirin daha adil bir şekilde yeniden dağıtılması, servetin çok az şirketin elinde temerküz etmesini önlemek için antitröst kanunlarının güçlendirilmesi gibi partinin ilerici kanadının savunduğu ekonomik politikalar öncelikle ele alınması gereken konular olarak masada duruyor.
Şimdi soru şu: Biden tarihte hiç örneği görülmemiş ölçüde yüksek bir oy almasına rağmen bu oylar ülkeyi yönetmesine izin verecek mi?
Noam Chomsky, Demokratların önümüzdeki 92 ay içinde milyonlarca Amerikalının beklentilerini karşılayacak şekilde değişiklik yapabileceklerine şüpheyle yaklaşıyor. "Biden boş bir gemi. Senato, yalnızca Demokratların yapmak istediği her şeyi engellemeyi ve zenginlere istedikleri her şeyi vermeyi bilen Mitch McConnell'ın elinde. Demokrat Partiyi yönetenler ise aslında, Wall Street kanadının idaresi altındaki Demokrat Ulusal Komitesi. Biden ilerici bir adım atmaya cesaret etse bile kendi partisine ilaveten Yüksek Mahkeme bu adımları bloke etmek için hazır bekliyor… Cumhuriyetçi Parti'nin destekçileri çok büyük ölçüde beyaz, Hristiyan ve kırsal Amerika'nın muhafazakar tabanı. Bunlar kendi geleneksel hayatlarını tehdit altında görüyor..." diyerek önümüzdeki döneme ait belirsizlikleri ve riskleri sıralıyor.
Biden'ın başkanlık adaylığını kazandıktan sonra programına ilerici kanadın bazı önerilerini dahil etmesinden endişe duyan iş dünyasını yatıştırmak için taraftarları sürekli olarak "Biden pragmatiktir" demişlerdi. Pragmatizmin hiçbir ideolojik çıpaya sahip olmamak olduğunu bilenler şimdi Oval Ofis'e oturduğunda Biden'ın hangi meselede hangi pozisyonu savunacağını tahmin etmekte zorlanıyor. Biden'ın kampanyasına bağışta bulunanlara, "Hiç bir temel değişiklik olmayacak" şeklinde vermiş olduğu söz hatırlatılıyor.
Amerikan siyasetinde paranın çok temel bir rolü olduğu herkesin bildiği bir sır. Nitekim, "The Institute for New Economic Thinking", nüfusun yalnızca onda birinin ülkenin politikalarını tespit ettiğini teyid ediyor. Bu politikalardan hayal kırıklığı duyanlar ise partilerin tutkulu seçmen kitlelerini oluşturuyor. Biden, lobi şirketleriyle arasına mesafe koymak için bazı adımlar atmış olsa da enerji, savunma sanayi ve büyük teknoloji şirketlerinin çıkarlarını korumak ve daha da ilerletmek için Demokrat Parti'ye yakın lobi şirketleriyle çalışmak üzere hemen harekete geçtikleri konuşuluyor.
Son 40 yıldır hüküm süren ve çok küçük bir grubun gelirlerinin izansız bir şekilde artmasına yol açan piyasa fetişizmi Demokrat Parti'nin ilerici kanadı tarafından derinden sorgulanıyor. İşte bu nedenle yene bir siyaset anlayışına ihtiyaç duyuluyor. Bu yeni siyaset genç kuşaklar tarafından inşa edilecek. Bunu bilen Biden, "Ben bir geçiş dönemi başkanıyım" diyor.
Biden'ın ikinci dönem başkanlık için yarışıp yarışmayacağı konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Kendisi bu iddiaları reddetse de, Biden'ın bir dönem başkanlık yapacağı, bu nedenle çok cesur adımlar atabileceği ısrarla ileri sürülüyor. Yarısı kadın olan ve Amerika'nın etnik çeşitliliğini yansıtacak bir kabine kuracağı söyleniyor. Kampanyası sırasında ailesinin işçi sınıfı köklerine sık sık atıfta bulunduğu hatırlatarak, yoksulların yararına ciddi reformları hayata geçireceği de iddia ediliyor. Biden'ın kabinesine yapacağı atamalar ülkeyi nasıl yönetmek istediği hakkında da önemli bir sinyal olacak. Bunun bilincinde olan Demokrat Parti'nin sol/ilerici kanadının önde gelenleri Biden'ın yapacağı atamaları büyük bir mercek altında tutuyorlar. Bu nedenle, Biden'ın etrafını sarmış olan ve daha önce büyük teknoloji şirketleri ve Wall Street'te çalışmış ekibe şüpheyle yaklaşılıyor.
"Müesses nizamın adamı olan Biden, halkının büyük bir bölümünün sistemin iflas etmiş olduğuna inandığı bir ülkeyi nasıl yönetebilir?" diye soran Micheal Wolf, "Biden, kendisi dışında iyi olduğuna hiç kimsenin inanmadığı bir sisteme yeterince inanıldığı takdirde sistemin çalışacağına düşünen ender insanlardan biri olarak bizi kurtarmak üzere seçildi" diyor.
Trump, seçilmiş olduğu 2019 yılından itibaren Demokrat Parti Minnesota Temsilciler Meclisi üyesi İlhan Omar'a hakaret etmeyi kampanyasının son günlerine kadar sürdürdü. Somali'de doğan ve 1995 yılında Amerika'ya ailesiyle iltica hakkı kazanarak gelen, sonradan vatandaşlığa kabul edilmiş olan Omar'ı hedef tahtasına koyan Trump, "Bize ülkemizi nasıl yönetmemiz gerektiğini anlatıyorsun, bu ne cüret… Ülkene geri dön" sözlerini sık sık tekrar etti. Demokrat Parti'nin ilerici kanadı içinde yer alan ve Trump'ın çocukları kafese hapseden insanlık dışı uygulamalarına ve ABD'ye seyahat etmesini yasakladığı ülkeler için çıkarmış olduğu başkanlık kararı başta olmak üzere bir çok göçmen karşıtı politikalarına karşı çıkan Omar, Trump'ın iftira ve hakaretleri nedeniyle çok sayıda ölüm tehditi almıştı. Kendisi de göçmen bir aileden gelen, bu ülkeyi göçmenlerin kurmuş olduğunu bilen Trump, eşit vatandaşlığı yalnızca beyaz ve Avrupa'dan gelen "güzel" diye nitelendirdiği insanlara layık gördüğünü çekinmeden söyleyebilmişti. Trump'ın beyaz, Anglosakson ve muhafazakar tabanı diğer ülkelerden gelen göçmenlerin vatandaşlığını "koşullu vatandaşlık" olarak kabul ediyor. Laila Lalami, Eylül ayında yayınlanmış olan "Koşullu Vatandaşlar" başlıklı kitabında, geçmişleri sorgulanan "koşullu vatandaşların" Amerika'yı eleştirme, yönetime muhalefet etme ya da sorgulama hakkı olmadığını, bunları yapmaya "cüret" ettiklerinde ise şüpheyle karşılanarak, ülkeye bağlılıklarının sorgulandığını kendi tecrübeleriyle anlatıyor.
"Koşullu vatandaşlar" şimdi Beyaz Saray'dan bu ırkçı, kutuplaştırıcı, zehirli dilin önümüzdeki 4 yıl duyulmayacak olduğunu bildikleri için derin bir nefes alıyor. Biden'ın zaferiyle "koşullu vatandaşlar"a eşit adalet için yeni bir fırsat penceresi açılmış olduğu için umut tekrar doğuyor.
Amerika'da Perşembe günü Korona'dan ölenlerin sayısı günde iki bini aştı. Son 6 gün içinde Korona'ya yakalananların sayısı 1 milyonu geçti. İşte tam bu sırada ilk aşı haberi geldi. Amerikalılar sürekli Pfizer deseler de bu aşının gerçek kahramanlarının Almanya'dan iki göçmen Türk'e ait olduğu biliniyor. Birçok Amerikalı arkadaşım, "Aşıyı Türkler bulmuş, tebrikler" diyerek mesaj gönderdi.
Almanya'da yaşayan her dört kişiden biri göçmen geçmişe sahip. Almanya büyük bir göçmen ülkesine dönüşmüş olmasına rağmen, ülkede doğmuş göçmen çocuklarına gerçek bir vatandaşlık imkanı sunmuyor. Aşırı sağcılar, Alman vatandaşlarını "pasaport Almanlar" ve "biyo-Almanlar" diye iki farklı kategoride tasnif etmekten çekinmiyor. Almanya'ya 1960'lı yıllarda gelmiş olan Türk kökenliler diğer göçmenler gibi kendilerini yurt dışında Alman hissetmelerine rağmen Almanya'da kimliklerinin ne olduğunu tarif edemiyorlar.
Bütün bunları düşünürken bir arkadaşım Gündüz Vassaf'ın 1983 yılında yayınlanmış olduğu, "Daha sesimizi duyurmadık, Avrupa'da Türk İşçi Çocukları" başlıklı kitabını dikkatime getirdi. Sözü Gündüz Vassaf'a bırakıyorum:
"Kendilerinden 'kayıp kuşak' diye söz edildiğini söylediğim bir Türk işçi çocuğu öfkelenerek 'kayıp filan olmadıklarını', 'ancak seslerini de duyurmadıklarını' söylemişti. Herkesin kendilerine sorun olarak baktığı ancak başkalarının yarattığı işsizlik, ırkçılık ve savaş ortamıyla birlikte doğup büyüyen bu gençlerin değil, yaşadıkları toplum koşullarının, düzeninin sağlıksız olduğuna inanıyorum. Kitap, gençliğin sağlığına olan inancımın ürünüdür."
Ben şimdi o sesin dalga dalga bütün kıtaları aşan sesini dinliyorum.