New York
Trump, ekonomiyi tekrar açmak için üç aşamalı bir yol haritası açıkladı. New York için “Orası cehennem gibi, onlar şimdi uygulayamaz” dedi. New York Valisi Cuomo, “Yolumuz daha çok uzun” diyerek “evde kal emrini” 15 Mayıs'a kadar uzattı.
Daha önce kayıtlara geçmemiş 3 bin 700 ölümün ilave edilmesi moralleri daha da bozdu. Artık kimse her gün ölenlerin sayısını takip etmek istemiyor. Herkesin başı ağrıyor, en çok da kalbi ağrıyor. Kaybetmekten çok korkuyoruz. Hayatımızı, sevdiklerimizi, bildiklerimizi kaybetmekten korkuyoruz. Şimdi vakit çok, hepimiz içimize bakıyoruz. Yolda yürürken aynı bulutlara bakıyoruz, farklı şeyler hayal etsek de korkuda birleşiyoruz.
Psikologlar, “Elinizi korku ve çaresizlik içindeki kalbinizin üstüne koyun, kalbin etrafında bir dizi nöron var, kalbimiz bu nöronlar aracılığıyla ılık bir temas hissettiğinde, sempatik sinir sistemi üzerinde yatıştırıcı bir etki yaratır ve korkuyu azaltır” diyor.
New York’tan kaçanlar New York’u özlüyor, kalanlara titrek bir sesle, utanarak “New York nasıl” diye soruyor. New Yorklular bedenleriyle şehri terk etmiş olsalar da kalpleriyle burada yaşıyor.
Amerika’da başarılı olmak mutluluk olarak tarif edilir. Bu yüzden sürekli başarmak gerektiğine inanılır. Eğitim, iş hayatı, çocuk sahibi olmak gibi başarılacak alanlar bitince ise kilo vermek dahi başarı olarak kabul edilir. Başarı “başarısız olmamak” diye tarif edilir. Oysa çocuklarımızı “başarılı” olmaya şartlandırdığımızda, onları hayat boyu sürecek hayal kırıklıklarına mahkûm ediyoruz.
Korona zamanında başaracaklarımız çok sınırlı. Başaracak bir şey olmadığında ya da etrafında seni değerlendirecek bir seyirci topluluğu olmadığını gördüğünde ruhun özgürleşiyor mu? Başarmak egonun büyümesi, mutluluk ise egoyu yok etmek aslında. Kimilerine göre başarmak için gelecek önemli iken, mutlu olmak için bugünü yaşamamız gerekiyor. Bugün nedir? Zamanı tarif etmek deniz ile kumu birbirinden ayırmak kadar zor. Zaman ne dün ne bugün ne de yarın. Bugün, dün ile yarının buluştuğu, kumla denizin birbirini terk edemediği, tasviri mümkün olmayan bir boşluk gibi.
Zaman ile takıntılı New Yorklular bugünün hangi gün olduğunu hatırlamakta güçlük çekiyor. Günlerin hepsi aynı, bu sessizlik içinde kimsenin sesi kimseye ulaşmıyor. Hayatımızı tarif eden doğum günlerimiz, düğünlerimiz, yas günlerimiz, bebek doğumları hepsi silikleşiyor. Günler çok hızlı yıllar çok yavaş yaşanırken, şimdi günler uzun yıllar kısa gibi geliyor.
New Yorklular aynı odada uyanıyor, aynı manzaraya bakıyor olsa da sosyal hayata dair tüm çıpalar kayboldu. Hayatın ritmi kayboldu. Herkesin içindeki saat kırıldı gibi. Dışardaki saatlere ise hiç bakmıyoruz. New Yorkluların sürekli baktıkları takvimleri bomboş.
Gerçekleştiremeyeceklerini bildikleri için her gün yeni kararlar alamıyorlar. Herkes çok kızgın ve öfkeli. Ancak bu öfkeyle ne yapacaklarını da bilemiyorlar. “Sahip olduklarınızı içinizden şükranla anın ve bir günlük tutun” diye tavsiyeler veriliyor. New Yorklular her saat başı daha sabırsız ve daha aşksız. Henüz adı konulmamış bir depresyon damla damla New Yorkluların ruhuna sızıyor. Akıl ve ruh sağlığı sorunlarını konuşmak için uzmanlara yapılan başvuru sayısında yüzde 20 artış olduğu belirtiliyor. Psikolog Jonathan Moult, “Belki çok küçük bir yüzdemiz Korona’dan hastalanacak, ancak Korona yüzde 100’ümüzün psikolojisini olumsuz etkiliyecek” diyor.
Doktor Mahdi Aya, kızı Minnoli’nin son mesajına cevap veremeden Korona’dan öldü. Anestezi ve iç hastalıklar uzmanlığı eğitimini Hindistan’da tamamlayan Doktor Aya, 1994 yılında bir uçak yolculuğunda tanıştığı, 1984 yılında Amerika’ya göçmen olarak gelmiş Raj Haya ile evlenerek, Brooklyn’deki bir hastanede yıllarca çalışmıştı. 12 Mart’ta hastanedeki son vardiyasında öksürmeye başladığında test yaptırmış ve daha sonraki günlerde durumu ağırlaştığı için evlerine en yakın hastaneye gitmek zorunda kalmıştı. Test sonucu ancak 18 Mart tarihinde pozitif olarak bildirilmiş. Raj, bir yatak verilmesi için eşinin hastanede bir sandalyede, kendisinin de otoparkta 24 saat beklediklerini söylüyor.
Raj, Doktor Aya’nın, her gün tek çocukları olan kızının gönderdiği telefon mesajlarına cevap vermek için çok büyük çaba harcamış olduğunu anlatıyor. Minnoli’nin, “Anne sana çok ihtiyacım var, sensiz yaşayamam, lütfen mücadeleyi bırakma, sen çok güçlüsün” yazılı son mesajına Doktor Aya çok hâlsiz olmasına rağmen, “Seni seviyorum, eve döneceğim” diye cevap veriyor. Doktor Aya, kızına verdiği sözü tutamıyor.
Minnolli, annesine bugün bile her gün mesaj yazmaya devam ediyor. Raj, 2017 yılında Doktor Mahdi Aya’nın gözetiminde büyük bir aort ameliyatı geçirdiği için hastane yetkililerinin “eşinin ölmek üzere olduğu, ziyaret etmek isterse gelebileceği” haberine, kızının ve Doktor Mahdi Aya’nın 86 yaşındaki annesinin kimsesiz kalacağını düşünerek gitmeme kararı alıyor. Bu yüzden çok acı çekiyor. Raj, Minnoli ve Doktor Mahdi Aya’nın annesi evde 2 metre mesafesini uygulamak zorunda kaldıkları için birbirlerine sarılıp ağlayamıyor. Doktor Mahdi Aya’nın ölümünün hemen ertesinde, bağlı olduğu kurumdan gelen bir e-maille Doktor Mahdi Aya üzerinden bütün aileye sağlanmış olan sağlık sigortasının 30 gün içinde biteceği bildiriliyor. 23 Nisan tarihinde açıklanan rakamlarla Korona sebebiyle işsiz kalan 26 milyon insanla birlikte, daha önce 87 milyon sigortasız ya da sigortası olsa da bir işe yaramayanların sayısı hızla artıyor.
Korona’yla birlikte, herkese sağlık sigortası “komünist” fikir olarak damgalanmadan daha fazla tartışılabiliyor. Amerikalılar şimdi, adaletin ne olduğunu anlamaktan çok adaletsizliğin ne olduğunu mu anlamaya çalışıyor diye aklımdan geçiyor.
Trump’ın basın toplantıları baş ağrılarımızı artırıyor. Bazı günler Trump’ın konuşması 2,5 saate kadar uzayabiliyor. Bir gün Demokratlar’ı partizanlıkla suçlayıp, Korona’yla mücadeledeki eksikliklerin Demokratlar’ın engellemesi nedeniyle hâlâ gerçekleştiremediği atamalardan kaynaklandığını, bu sebeple Kongre’nin oturumlarına ara verdiği günlerde bugünlerde, bekletilen atamaları yapabileceğini söylerken, ertesi gün konuşmasına Demokrat Senatör, Temsilciler Meclisi üyeleri ve eyalet valileriyle çok iyi bir çalışma sürdürdüğü, bu savaşın tüm Amerikalıların ortak bir savaşı olduğu sözleriyle başlayabiliyor. Bir gün önce “Ekonomiyi açma yetkisi mutlak bir şekilde bana ait” derken, bir gün sonra “Ben temel ilkeleri açıklıyorum, karar eyalet valilerine ait” diyor. Federal Hükümet’in açıkladığı temel rehberde “evde kal” uygulaması tavsiye edilirken, 17 Nisan tarihinde, Michigan, Minesota ve Virginia’daki valilerin (hepsi Demokrat Partili) verdiği “evde kal emri”ni protesto edenleri takdir ettiğini söyleyerek, bu eyaletlerde yaşayanları sivil itaatsizliğe davet edebiliyor. Batı yakasındaki Washington Eyaleti Valisi, “Trump, twitleriyle halkı isyana kışkırtıyor, halktan kendisinin açıkladığı temel ilkeleri hiçe saymalarını istiyor” diyor.
Bir gün böl ve yönet taktiğini uygulayıp, diğer kamptan oy alamayacağını bildiği için kendi tabanını canlı tutacak mesajlar verirken, ertesi gün “Ben bütün Amerika’nın lideriyim, ona göre hareket ediyorum” diyebiliyor. “Çok iyi şeyler de oluyor, Amerikalılar tele-tıp öğreniyor” diye övünüyor. Korona’yı “çok zeki ve zorlu bir düşman” olarak tarif ediyor. Senatör Lindsey Graham, “Trump, Roosevelt gibi kendisini savaş dönemi başkanı olarak görüyor” diyor. Şimdiye kadar nüfusun sadece yüzde 1’inin biraz üstüne test yapılmışken, New York’un yoksul bölgelerinde test olmak için ateşler içinde bir gece önce gelip sıraya girenler hatırlatıldığında, “Amerika test bakımından, her şeyde olduğu gibi, dünyada birinci, test eyaletlerin vazifesi” diyerek sorumluluk almıyor. “Sağlık çalışanlarının hâlâ maskesi yok” sözlerine, “Bu maskeler nereye gidiyor anlamıyorum” diye cevap veriyor. Hemşireler bu sözler üzerine “Trump bizi maskeleri çalmakla mı suçluyor” diye soruyor.
Bazı eyaletlerde “evde kal emri”ni protesto edenlere yönelik olarak sağlık çalışanları, “Bunun bir savaş olduğu söyleniyor, ancak diğer savaşlarda askerler, sadece kendi hayatlarını tehlikeye atarlar, biz ise sadece kendimizi değil ailelerimizi de tehlikeye atıyoruz” diyerek göstericilere karşı seslerini duyurmaya çalışıyor.
Son yapılan araştırmalar, Trump’ın kendi tabanındaki desteğinin yüzde 91 civarında olduğunu gösteriyor. Bağımsızların ise yüzde 50’si Trump’ın krizi doğru yönettiğine inanıyor. Trump kurgu ya da fantezi gibi. Bu yüzden yalan veya gerçek hayata dair sloganlarla Demokratlar’ın şovmen Trump’ı yenmesi zor görünüyor. Yabancı basın mensupları, Trump’ın basın toplantılarının tercümesini yapmakta çok zorluk çekiyor. Brezilyalı gazeteci Raquel Krahenbühl, “Obama’nın basın toplantılarında birçok kişi uyuklardı, herkes ne söyleneceğini önceden tahmin ederdi, halbuki şimdi herkes diken üstünde, Trump’la uzun vakit geçiriyoruz, bu yüzden hepimizin adını biliyor” diyor.
Trump 20 Nisan tarihinde attığı bir twit ile ikinci bir karara kadar Amerika’nın göçmen almayacağını duyurdu. Böylece uzun bir süredir kurduğu hayali Korona’yı bahane ederek hayata geçirmeye çalışacağı anlaşıldı. Bir göçmenler ülkesi olan bu ülkede, bugün Korona’lı hastalarla en yakın temas içinde olan göçmen hemşirelerin Amerika’daki toplam hemşirelerin yüzde 16’sı olduğunu birileri Trump’a söylemiş midir, diye aklımdan geçti.
Barack Obama, sonunda Joe Biden’ın adaylığına desteğini açıkladı. Obama’nın perde arkasında, Demokrat Parti’nin kıdemli yetkilileriyle yakın bir temas içinde olduğu, 2016 seçimlerindeki hataların tekrarlanmaması için çalıştığı, görünmez bir el olarak Sanders’in adaylıktan çekilmesi ve Biden’in diğer adaylar tarafından onaylanması için kilit bir rol oynadığı anlaşıldı.
New York’ta şiddet suçlarında ve cinayetlerde yüzde 20 bir düşüş var. 36 binlik polis gücünün yüzde 15’i Korona’lı. New York’tan bir polis, Korona’yı “Sessiz bir mermi” olarak tarif ederken, “Üç hafta önce biri bana, görevimin parklarda ve süper marketlerde insanları birbirlerinden uzak durmaları için ikaz etmek olacağını söyleseydi, bir meczubun sayıklamaları derdim” diye aktarıyor. Polisler için parklar ve süpermarketler yeni tehlike mıntıkalarına dönüşüyor.
17 Nisan tarihinden itibaren New York’ta herkesin yüzünü kapatması uygulaması başladı. Afro-Amerikalılar, yüzlerini kapatırken büyük bir endişe duyuyor. Görünüşleri nedeniyle her zaman bir tehdit olarak algılandıklarını söyleyen Brooklyn’den Allen Hargrove, “Şimdi süpermarkete giderken yalnızca Korona’dan değil yüzümüzün kapalı haline şüphe ile bakanlardan da korkuyorum” diyor. Harvard Hukuk Fakultesi’nin ilk Afro-Amerikalı kadın mezunu, hayatı ırkçılıkla mücadeleyle geçmiş olan 87 yaşındaki Lila Fenwick Korona’dan öldü.
Apple, yeni bir küçük iPhone modelini tanıttı. 2014’teki küçük modele göre tasarlanmış ve 2109 iPhone kadar hızlı olduğu olduğu söylenen “yeni iPhone” 399 dolara satılacak. Yeni iPhone’lar bu fiyatla daha çok gelişmekte olan ülke pazarları için tasarlanmışken, “Korona’yla artmakta olan eşitsizlik karşısında Amerika pazarında da iyi satış yapar” deniyor.
Amerikan ekonomisinin yüzde 70’i tüketime dayalı olduğu için sağlık sistemine daha fazla para harcanması, insanların yeni iPhone, yeni araba gibi tüketim mallarına daha az para harcaması ve böylece ekonomi üzerinde daraltıcı bir etki yaratacağı iddiasıyla kabul görmüyordu. Ekonominin tüketim arttıkça büyüdüğü hatırlatılıyordu. Bu ülkede borç korkulacak bir şey değildir. ABD Doları dünya rezerv parası olduğu için devlet gibi insanlar da kredi kartlarından okudukları okullara kadar her şeye borçlu yaşayabiliyor. Öğrencilerin üniversite harçlarından kaynaklanan kredi borçlarının 1,5 trilyon dolar olduğunu arada bir hatırlatan analizlere itibar edilmiyor. Tasarruf kelimesi bu kıtada neredeyse ayıplanacak bir söz. İnsanlar tüketmeden ekonominin geleceği yok. Şimdi Amerikalılar gibi Amerikalıların tüketim alışkanlığı da karantinada. Uzmanlar, 2 trilyon dolarlık kurtarma paketinin, ekonominin ancak birkaç aylık faaliyetini karşılayabileceğini söylüyor. Kongre 484 milyar dolarlık ilave bir paketi 22 Nisan’da onayladı.Perakende satışlarında yüzde 8,7 gibi bir düşüş oldu. Amerika’da her 10 kişiden biri perakende sektöründe çalışıyor. Sayıları 16 milyon civarındaki sektördekilerin büyük bir bölümü hiçbir sosyal güvencesi olmaksızın saat ücretiyle çalışıyor. Amazon’da çalışanların büyük bir bölümünün, geçici sözleşmelerle, saat ücretiyle çalışmakta olduğu iddialarına Amazon cevap vermiyor. Amerikalılar, şimdi sadece yiyecek ve ilaç alıyor. Perakende sektörü Korona’dan önce de çok zor durumdaydı. Amazon’un kasırga gibi önüne kattığı dükkânlar birbiri ardına kapanıyor, her cadde boş dükkân ve yeni kiralık ilanlarıyla doluyordu.
Zengin bölgelerdeki küçük butiklerin yerine birkaçının adını dahi hatırlamakta zorluk çektiğim malzemeyi içeren mevya suyuna benzer “sağlıklı içecek” satan yerler açılmıştı. İflas eden küçük dükkânlar, kiralar çok yüksek olduğu için duvardaki bir deliğin içine oyulmuş görüntüsü veren birden fazla küçücük “dükkân”a bölünmüştü. İçinde ne kadar çok farklı madde var ise o kadar sağlıklı kabul edilen içecekleri satan dükkânlar tarifi mümkün olmayacak şekilde berbat kokarlar. Uzak Doğu’nun ham yeşil çayı matcha, Orta Amerikalıların chia tohumu, lahana ailesinden gelen kale, moringa, klorofil, baobab, glutamine listenin en başına yerleşenler arasındadır. Yoksul ülkelerin temel besin maddelerinin sağlıklı olduğu inancı bunların Amerika’ya ithalatını arttırmış ve fakir halkın temel gıdası olan bu yiyeceklerin ithalat yapılan ülkelerdeki fiyatlarını astronomik seviyelere tırmandırmıştı. Korona, hem bu dükkânları kapattı hem de ithalatı yavaşlattı.
Kahvesiz yaşamayacaklarını düşünen New Yorklular çok yüklü miktarda kahve stokladılar. Kimse New Yorklular kadar çok kahve içemez. Dünyadaki en eskimiş ve en döküntü Starbucks’lar New York’tadır. Newyorklular benim de sevdiğim ama aslında pek de kahve olmayan Starbucks kahvelerini telefonları gibi yanlarında taşırlar. Yolda yürürken, hatta koşarken kahve içme becerisine sahiptirler. Son zamanlarda ortaya çıkan 3’üncü veya 4’üncü dalga olarak tanıtılan kahve gibi kahveler gençler tarafından tercih edilse de New Yorklular tadı su ile kahve arasındaki Starbucks kahvelerinden vazgeçemezler.
Amerika’da mart ayı içinde kahve satışlarında yüzde 20’lik bir artış oldu. Yiyeceklerin küresel tarihi konusunda çeşitli kitapları olan Augustine Sedgewick’e göre kahve, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikalıların “favorite drug”ı olmuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında önce askerlerin azığına ilave edilmiş, savaş sonrası ise agresif bir reklam kampanyasıyla Amerikalıları esir almış.
Çin’in, Korona sonrası diğer birçok ülke gibi sağlık alanındaki ihracata getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, Çin’deki Amerikan şirketlerinin maske, Korona testi için gerekli hammadde ve diğer tıp malzemelerinin ihracatını zorlaştırması, Çin’e karşı duyulan öfkeyi arttırıyor. Bir sonraki yazımın konusu bu olmalı, diye düşünüyorum.
ABD’nin, et başta olmak üzere yiyecek tedarik zincirinde bazı aksamalar ortaya çıkmaya başladı. Sektör liderleri, “Sıkıntı olabilir ancak bu büyük bir probleme dönüşmez, herkese yetecek kadar etimiz var” diyor. Bir kişiden yüzlerce çalışana bulaşan Korona nedeniyle Amerika’nın en büyük mezbaha ve paketleme fabrikalarından bazıları kapatıldı. 140 milyar dolarlık et endüstrisi yılda yaklaşık 9 milyar tavuk, 32 milyon büyük baş hayvan, 121 milyon domuzu işliyor.
Et endüstrisi analisti, Newyorktan Christine MacCracken “Her şeyi her an bulamayabilirsiniz, bununla birlikte milyonlarca ton et hâlâ soğuk hava depolarında bekliyor” diye görüş bildiriyor. Amerika’nın dünyanın en büyük et tüketicisi olduğunu düşününce, bu açıklamaların Amerikalıları teskin etmesi zor diyorum.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün bir çalışmasına göre büyük baş hayvanlar dünyaya salınan sera gazının yüzde 14,5 gibi yüksek bir oranından sorumlu. Bu rakam taşımacılığın payına eşit. Amerikalıların en çok tercih ettikleri büyük baş hayvanların sindirim sistemleri yüksek miktarda metan gazı üretiyor. Bir hayvanın bir kilo et yapması için sekiz kilo ot yemesi gerekiyor. Amerikalıların daha az et yemeleri sadece sağlıkları için değil iklim değişikliğine de iyi gelebilir, diye düşünüyorum.
ABD’de 1960’tan bu yana çöp miktarı üç kat artmış. Çöp miktarı Amerikan ekonomisinin geleceğine dair tahminde bulunmak için önemli bir gösterge olarak dikkate alınıyor. Yani daha çok çöp daha büyük büyüme oranı anlamına geliyor. Çöplerle birlikte yaşamak New Yorkluları rahatsız etmiyor. Bu şehirde zengin bölgelerde çöpler renkli naylon torbalar içinde sokaklarda aksesuar gibi dururlar. Fakir bölgelerde ise tanıdık torbalar içindeki çöp yığınları sessizce bekler.
Çöplerle birlikte yaşamanın en zor zamanı ise yaz aylarıdır. Hava burada kış ve yaz aylarında insanı cezalandırır. Bu yüzden televizyonlarda, radyolarda her on dakikada bir hava raporu verilir. Kışın esen sert rüzgârlarla birlikte göz bebeğimizi, gözyaşımızı donduran soğuklar, yaz aylarında hesaplanamayacak bir seviyeye ulaşan nem ile boğucu sıcaklara dönüşür. Yaz ile birlikte sokaklara dizilmiş çöp yığınları, açık çöp kutularına atılmış köpek dışkılarıyla birlikte şehir çürük bir yumurta gibi kokar. Yaşadığın şehrin kokusu senin kokun olur. Dışardan gelenlerin katlanamayacağı çöp kokusu da New Yorkluların, şehirlerine ait, alıştıkları bir kokudur.
Amerikalıların yüzde 94’ü yeniden dönüşümü desteklerken, ulusal çapta yeniden dönüşüm oranı sadece yüzde 30’lar civarında. New York’ta ise bu oran yüzde 17’lere kadar düşüyor. Sürekli sosyal sorumluluktan, temiz bir dünyadan bahsedilen New York, son yıllarda Amazon kutularının istilasına uğramış sokaklardaki çöp dağları nedeniyle çöpleri gözetmeden yollarda yürünemeyecek bir şehre dönüştü.
Korona öncesi, New York’ta günde 1,5 milyon paket dağıtılırdı. Büyük bir kısmı Amazon paketlerinden oluşan bu paketleri getiren kamyonlar çift park ettiklerinden zaten akmayan trafiği tamamen kilitler ve kamyonlardan inen sipariş dağıtıcıları caddelerin üzerine sergi kurar gibi paketleri yayarak çevredeki binalara dağıtım yaparlardı. Amazon, küçük bir ilaç kutusunu bile kendisinin beş katı plastiğe sarıp onun kenarını da plastik şişme balonlarla destekleyip kocaman bir kutu içinde gönderir. Bunun insanların önemli bir alışveriş yaptığı hissine kapılması için mi yapıldığı, sorusu hep aklıma gelir.
Burada apartman görevlilerinin en önemli işlerinden biri her gün gelen sınırsız sayıdaki kutuları apartman sakinlerine dağıtmaktır. Görevlilerin, apartmanda yaşayan sakinleri gelen Amazon kutularının sayısına göre sınıflandırdıklarını düşünüyorum. Günde “10 kutuluk” ya da “20 kutuluk daire” gibi. “The Economic Roundtable” adlı bir kuruluş 2019 yılında yayınladığı raporda, Amazon kamyonlarının 2018 yılında, ses, yolların yıpranması, kaza ve zararlı salınım nedeniyle kamuya maliyetinin 648 milyon dolar olduğunu açıklamıştı.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2019 yılı raporuna göre SUV araçları atmosferi kirleten fosil yakıtlarından sonra ikinci sırada yer almakta. Bu arabalar Amerikalıların en çok tercih ettiği arabalar. 2019 yılı otomobil satışlarında SUV’lerin payı yüzde 50 civarına yükseldi. Dünyadaki SUV arabalarının sayısı 2010 yılında 35 milyon iken bugün 200 milyon. Sadece ABD değil, Çin dahil dünyanın kalanı da daha büyük, daha ağır arabaları kullanmakta ısrar ettikçe havayı daha fazla kirletmeye devam edeceğiz.
İklim değişikliğinin çok kısa bir zaman içinde geri döndürülemez felaketlere, hastalıklara yol açacağı söyleniyor. Korona korkusu, bizi daha yeşil bir hayata teşvik eder mi? Korona’ya aşı ya da bir ilaçla çare bulabiliriz. Oysa iklim değişikliğini tedavi etmemiz o kadar kolay değil. Bilim insanlarının Çin’de yılda 1,1 milyon kişinin hava kirliliğinden öldüğünü söylediklerini hatırlıyorum. “Harvard Üniversitesi T.H. Chan School of Public Health”in yaptığı araştırma, Amerika’da, hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde yaşayanlar arasında Korona’dan ölümlerin çok daha yüksek olduğunun tespit edildiğini gösteriyor. Uzun süre hava kirliliğine maruz kalmak ölüm riskini artırıyor. Bu yüzden Hindistan gibi hava kirliliğinin yüksek olduğu yerlerde Korona’nın yaratacağı sonuçlardan özellikle endişe ediliyor.
Trump iklim değişikliğini sadece havaların ısınması gibi bir palavradan ibaret olduğunu söylüyor. Son senelerde Amerika’da sıkça şahit olunan eşi emsali görülmemiş kasırgalar, seller, yangınlar, kuraklık gibi doğal felaketlerin de iklim değişikliğinin sonucunda ortaya çıkmakta olduğu bilimsel bulgular Trump’ın ilgi alanına girmiyor. Trump, iklim değişikliğini, “Çin’in Amerikan endüstrisini baltalamak için uydurduğu bir yalan” olarak takdim ediyor.
22 Nisan'da "Dünya Günü"nün 50'inci yılı kutlandı. Bir arkadaşım kara kalem bir resim gönderdi.
Zihinlerimiz, sürekli normale dönüş isteğiyle dolu. Geçmişle geleceği bağlamak, bugün ortaya çıkan kopuşu unutmak istiyoruz. Bu yüzden, New Yorklular, Spotify’den en çok 1960, 1970, 1980’lerin şarkılarını dinliyor. Bob Dylan, Paul Simon, Queen dinliyor. Simon & Garfunkel’ın Sound of Silence’ından daha ne iyi anlatabilir bugünü. Bizim de yolda düşüp dizlerimiz yaralandığında Sezen Aksu’ya dönmemiz gibi New York da tanıdıklarına, bildiklerine dönüyor. Bazı melodiler ruhumuzun bir yerine takılıp kalır, hayatın alt üst oluşlarında bizimle birlikte sallanır.