Daha ilk sarsıntıda baş dönmesi yaşayan "Millet İttifakı"nın birlikteliği ne kadar güven verebilir?
CHP'li Gürsel Tekin'in, "HDP'ye bakanlık verilebilir" diyerek, tamamen kendi görüşünü dile getirmesinin ardından İYİ Parti'nin 'kriz' seviyesinde parlaması, muhalefete oy verecek kesimi açıkça ürküttü ve güven duygusunu sarstı.
Bu seçimi; Cumhuriyet'in, laikliğin korunması, şeriata, diktatörlüğe doğru gitmekte olan düzeni durduracak tek yol olarak görenler, sarsıntılara direnebilecek, bir muhalefet bekliyor. Ortadan tamamen kalkmış olan hukuk düzeninin, kısaca demokrasinin inşaası için tek fırsat olduğunu düşünenler, yanlarında dik ve tek vücut olarak duracak bir siyasi oluşum istiyor.
Sarsıntıları ustaca atlatacak, Cumhur İttifakı'nın yumruklarla çalışacağı yumuşak karınlarını sert tutarak direnecek bir siyasi irade bekliyor. Daha ilk üfürmede sarsılan bir ittifak, ülkenin dağ gibi sorunlarını devraldığında nasıl ayakta kalacak?
Biliniyor ki Cumhur İttifakı, o 'yumuşak karna' çalışmaya devam edecek. Daha önce yapmadı mı?
Tayyip Erdoğan defalarca Merak Akşener ve İYİ Partililere "Bize katılın" dedi. Devlet Bahçeli aynı çağrıyı "Yuvaya dönün" diye yaptı. Altılı masanın altında HDP var diyerek çamur attı, iz bırakmaya çalıştı.
Erdoğan ve Bahçeli, Millet İttifakı'nın yumuşak karnının İYİ Parti, İYİ Partinin yumuşak karnının ise HDP olduğunu düşünüyor ve sürekli olarak oraya çalışıyor. "HDP" dendiğinde hop oturup, hop kalkan İYİ Parti ve üyeleri, iktidar olmanın yolunun HDP'ye oy veren seçmen olduğunun bilincinde değil mi? Bunun için sadece son yerel seçimlere bakmak yeterli... HDP'yi 'yaşa dışı' gibi gören gözler acaba iktidar istemiyor mu? İYİ Parti'nin bu konuda mevcut siyasetini gözden geçirmesi ve arzu ettiği iktidarı alabilmek için Kürt oylarının kilit rol oynayacağını görmesi gerekmez mi? Bunun için HDP ile kucaklaşmasına gerek yok. Ama o siyasi partiye bir 'yasa dışı oluşum' ya da bir 'terör örgütü' muamelesi yapması da gerekmiyor.
Gelelim yine Cumhur İttifakı'nın sürekli olarak 'Başkanlık' konusunda ki 'provokasyona varan' kışkırtma siyasetine...
Bizler birbiriyle adeta yarışmakta olan, ardı ardına açıklanan kamuoyu yoklamalarına bakarak bir fikre varabiliyoruz. Anketler ise 'popüler' isimleri sunuyor ve ona göre bir sonuç ortaya çıkıyor. Acaba altılı masa bu 'popülerlik' üzerine mi karar verecek? "Kim daha çok oy alırsa" mı diyecek?
Yoksa, herkesi kucaklayabilecek, altılı masa ve onun dışındakileri yanına alacak, küstürmeyecek ve sistem değişikliğinden sonra da gönül rahatlığıyla kendisine verilen sınırlar çerçevesinde görevini sürdürecek bir aday mı seçecek?
Altılı Masa'nın adayı muhtemelen Türkiye'nin 13'üncü Cumhurbaşkanı olacak. Dolayısıyla, Türkiye muhalefetinin üzerinde buluştuğu ortak paydayı eksiksiz yerine getirecek, ortak akılla hareket edecek bir lider gerekiyor.
Başkanlık konusunu aslında en çok tartışılan konu olmaktan çıkarmak, zamanı geldiğinde bu konuya eğilmek en doğrusu...
Çünkü iktidarın tek derdi, 'isim' üzerinde gündemin yoğunlaşması, rejimin yanlışları, ucube hâli, tek kişinin kararlarıyla ülkenin yönetilmesi gibi bir durumun üzerini örtmek istiyor. Tek yolunun ise, 'lider karizması' üzerine bir tartışma olduğunu düşünüyor.
Devletin tüm olanaklarını elinde tutan, 20 yıl boyunca öyle ya da böyle bu ülkeye hükmeden birinin 'karizma' yarışmasına avantajlı çıkacağı belli...
İşte bu nedenle Altılı Masa'dan beklenen, ekonomi, sığınmacı, yargı, eğitim, laiklik gibi ülkenin 'erozyona uğramış', konularında somut açıklama ve çözümlerle halkın önüne çıkması... Yaşanan sorunların çözümünü ortaya koyarak, halka gönül rahatlığıyla sandıkta kendilerine oy vermelerini sağlayabilmek.
Ama bunun yanı sıra Türkiye siyasal kültüründe önemli yer tutan 'lider' arayışına da cevap verebilecek bir orta yol bulunması... Türk toplumu "Bizi kim yönetecek?" sorusunu mutlaka soracak. İşte bu soruya verilecek cevap şu: "Başkanlık rejimi hatta 'otoriter' sistem ve de 'tek adam' durumuna son verebilmek, seçilecek liderin ancak diğer partilerle elde edeceği güç birliğiyle mümkün. Ülkeyi düzlüğe çıkarabilmenin tek yolu budur"...
Altılı Masa'nın bir de şunu unutmaması gerekiyor:
Bu halk masadan kalkan, zayıf karnından vurulan, masaya tekme atan, iktidarın oyununa gelen, sarsıntılara karşı dayanamayıp sallanan ya da yıkılanı hiç ama hiç unutmayacak.
Hatta tarih boyuncu cezalandıracak.
Bu böyle biline...
Zeynel Lüle kimdir? Zeynel Lüle, 5 Ekim 1957'de babasının hâkim olarak görev yaptığı Sivas’ın Divriği ilçesinde dünyaya geldi. Baba tarafından Malatya, Arguvanlıdır. 1980’de gittiği Fransa’nın Strasbourg şehrinde, Fransızca dil ve edebiyat öğreniminden sonra Strasbourg Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğrenim gördü. 1983'te Strasbourg'da Hürriyet gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı ve köşe yazarlığı yaptı. 2000'den itibaren Hürriyet’in Brüksel Temsilcisi olarak görevini Belçika’da sürdürdü. Aynı yıl yayın hayatına başlayan CNN Türk’ün de temsilciliğini üstlendi. Avrupa Parlamentoları Gazeteciler Birliği’nin (AJPE) Genel Sekreterliği’ni, daha sonra Başkan Yardımcılığı'nı yaptı. Türkiye’nin 12 kentinde gerçekleşen "AB Sürecinde Yerel Medya" adlı projenin koordinatörlüğünü yürüttü. Türkiye ile Avrupa ilişkilerine haber ve makaleleriyle yaptığı katkı nedeniyle 2001’de Avrupa Birliği Gazeteciler Cemiyeti’nin (AJE) prestijli ödüllerinden Costantinos Kaligaris Ödülü'ne layık görüldü. 2008’de Doğan Kitap’tan yayımlanan, Atatürk’ün yaveri dedesi Ali Metin’in anılarından oluşan “Ali Çavuş”u yazdı. Daha sonra bu kitap “Can Yoldaşım” adıyla genişletilmiş olarak A7 Yayınları’ndan çıktı. 2016 yılının Mayıs-Kasım ayları arasında Basın Konseyi Genel Sekreterliği’ni üstlendi. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Yeni Medya Pratikleri" dersi verdi. Haziran 2016’dan itibaren T24’te yazıyor, Tele1’de programlar yapıyor ve Strasbourg yıllarında başlayan müzik çalışmalarını sürdürüyor. |