“İnsanlar köprü kuracakları yerde duvar ördükleri için yalnız kalırlar” der J.Newton… Türkiye, neredeyse son 7-8 yılda etrafına betonlar ördü. Var olan köprüleri de yıktı.
Özdemir Asaf da diyor ki, “Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna”… İşte o ayna Türkiye’ye kendi yalnızlığını gösteriyor. İşte bu yazıda o aynaya bakıp Türkiye’nin bu yalnızlığından nasıl kurtulacağına kafa yorayım istedim.
Nihayet Avrupa Birliği de beklenen yaptırım kararları aldı ve bir anlamda üzerine düşen görevi yerine getirdi. Üzerine düşen dedim çünkü Türkiye’ye defalarca ‘Kıbrıs’ın egemenliğine saygı gösterilmesi’ çağırısında bulunan AB, bir şeyler yapmak zorundaydı. Bence bu kararlarla zevahiri kurtardı.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın üzerindeki baskısını püskürttü, bu ülkelerin gazını aldı. Bir de bölgede sondaj çalışmaları yapmakta olan İtalyan ve Fransız şirketlerine koltuk çıktı. Daha da önemlisi ABD’ye de ‘Bu bölge de ben ve üye ülkelerim var’ demiş oldu. ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım adımlarına karşı duyarsız kalmadı.
Niye mi böyle söylüyorum? Türkiye ile AB arasındaki ikili ilişkiler neredeyse durma noktasında. Açıklanan yaptırımlar ise bu durma noktasını daha da artıracak durumlar değil.
Yaptırımlara yakından bakalım:
- Avrupa Hava Taşımacılığı Anlaşması’nın askıya alınması... Müzakerelerin 14’üncü başlığı içinde yer alan ‘Taşımacılık’ içinde yer alan küçük bir anlaşma. 2012’den beri zaten neredeyse hiç konuşulmuyor. Bu anlaşmanın ilerlemesi Türkiye’nin, Avrupa Havacılık Emniyeti Ajansı’nda temsilcilik almasını öngörmekteydi. Bekleyebilir.
- Altı ayda bir toplanan Ortaklık Konseyi toplantısının yapılmaması… Bu toplantılar son dönemlerde, daha çok iki tarafın birbirini suçlayan ortamlarda gerçekleşiyordu. Yapılmaması kayıp değil.
- Avrupa Kalkınma Bankası’na, Türkiye’ye verilen kredi imkânlarını yeniden gözden geçirmesi çağrısı… Daha çok Kobi ve büyük işletmelerin faydalandığı krediler için kamu kurumları da başvuruyor. Belli ki kamudan gelen başvurular daha sıkı incelenecek.
- 2020 sonrasında hibe yardımlarının azaltılması… Bu da 140 milyon Euro civarındaki bir yardım fonunun azaltılacağı anlamına geliyor.
Sonuçta görüldüğü gibi, etkisi son derece sınırlı yaptırımlardan söz ediyoruz.
Ama bir gerçek var ki Türkiye, Doğu Akdeniz’de yapayalnız bir ülke haline dönüştü. Üç araştırma gemisiyle Doğu Akdeniz’de vakur bir faaliyet içinde… Artık geri dönüş yok. Gemiler faaliyetlerini her türlü dış baskıya rağmen yürütecek. Gemilerin limanlara dönüşü, Türkiye’nin dış politikasının iflası olur. Ama diğer yandan diplomasi kanalını mutlaka işletmeli. Gemilerin bu vakur faaliyetlerine diplomasi alanında destek aramalı.
Gönül isterdi ki bu aşamaya gelmeden diplomasi işletilsin, hamasi nutuklar yerine masa başında, ikili görüşmelerle durum bu hale ulaşmadan bir nebze sonuç versin. Komşularla kötü ilişkiler, Mısır ve İsrail’le olan hasmane durum ve zaten Yunanistan ve Kıbrıs’la var olan anlaşmazlıklar. AB’nin Türkiye’ye yönelik demokrasi ve insan hakları alanındaki eleştirilerinin karşılık bulmaması, hatta tepkiyle karşılanması…
Türkiye Avrupa ile siyasi ilişkilerini canlı tutabilseydi, Avrupa’nın talep ettiği demokrasi, insan hakları vs gibi adımları atabilse, hatta müzakerelerde biraz ilerleme sağlanabilseydi şimdi bunları konuşmuyor olacaktık. İç politikadaki sorunlar, olduğu gibi dış politikada Türkiye’nin karşısına olumsuz bir tablo getiriyor. Demokrasisini düzeltmeyen ülke konumunda olmak, dışarıda prestij ve destek kaybettiriyor.
Ama bu yalnızlık nereye kadar?
Çıkış yolu yok mu?
Tabii ki var. Bence bundan kurtulmanın yolu, bugüne kadar uygulanan dış politikanın sonuç vermediğinin teslim edilmesi ve farklı bir politika uygulanması… Bunlar arasında Mısır ve İsrail’ ile diplomasi kanallarını bir şekilde canlandırmak olabilir. Çeşitli yolları var. Doğrudan olmasa da dolaylı…
Avrupa’nın beklentilerine bir nevi karşılık vererek, ilişkilerin yeniden kımıldamasını sağlamak. Türkiye Avrupa’da güçlü olursa, Avrupa’yı yanına alırsa doğuda, Akdeniz’de, Ortadoğu’da hatta dünyada o derece saygınlık kazanacaktır.
Eğer Kıbrıs’ta taraflar arası görüşmelerin yeniden canlandırılmasını teşvik eden, cesaretlendiren hatta adım atan taraf olursa, mutlaka diplomasi de karşılık bulacaktır. ‘Uzlaşabilen bir ülke’ olma imajı her zaman diplomasi kanallarını çalıştıran bir unsurdur. En azından ‘uzlaşmayanların’ iyot gibi açığa çıkmasına neden olur.
Bence bu yalnızlık sonsuza kadar süremez.
Betonları yıkıp, köprüleri kurma zamanı…