Çalıştığımız medya organlarında 2005 yılı sonrasında Avrupa’dan Türkiye’ye göç haberleri yapıyorduk.
‘Tersine Göç’ başlığıyla…
Vizelerin artık kaldırılması gerektiğini, Türkiye’den kimsenin Avrupa’ya gelmek ve yerleşmek gibi dertleri olmadığını söylüyor ve bu tezimizi resmi verilerle güçlendirerek anlatıyorduk.
O dönemlerde Türkiye Avrupa Birliği üyelik müzakereleri başlamıştı. Dış sermaye Türkiye’de kendini ‘daha güvenli’ hissediyor, akın akın bu ülkeye yatırım yapıyordu. Türkiye, demokrasi ve ekonomi alanında hatırı sayılır reformlara imza atmış ve umut vadeden bir ülke izlenimi bırakıyordu. Hatta çoğu yabancı basın organlarında Türkiye’nin ‘sessiz devrim’ yaptığı yönünde haberler çıkıyordu.
Avrupa’da yaşayan, yıllarca özlemini çektiği ülkesine dönme ve yerleşme hayalleri kuran binlerce Türk vatandaşı, artık yönünü Türkiye’ye çevirmiş, mal ve mülk alarak yatırımını buraya yapıyordu.
Bugün ise tamamen farklı bir tabloyla karşı karşıyayız ve artık son derece ciddi bir durum söz konusu… Hem beyin, hem de para göçü yaşanıyor. Ve giden bir daha geri dönmüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha dün Prof. Dr. Fuat Sezgin anısına Beştepe'de düzenlenen törende “İlim insanına sahip çıkmadığınız zaman ona Alman sahip çıkar. Alman sahip çıkınca da bu eserler Almanca olarak bu dünyada yerini bulur” diyordu. Bunu söylerken aslında bugün Türkiye’nin yaşamakta olduğu, ‘acı gerçeğe’ belki istemeden parmak basmış oluyordu.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) göç istatistik verilerine göre ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel nedenlerle Türkiye’den göç edenlerin sayısı 2017 yılında bir önceki yıla göre yüzde 42,5 arttı. Bu sayının geçen bir buçuk yılda iki misline ulaştığını söylemek yanlış olmaz.
Hesaplamalara göre Türkiye’deki ‘Beyin Göçü’nün ülkemize yıllık maliyeti 2-2,5 milyar dolar.
Yani gelişmekte olan ülke olarak, yetiştirdiğimiz beyinleri gelişmiş ülkelere kaptırıyoruz. Bu bize milyarlarca dolara mâl oluyor.
23 Nisan’da TV ekranlarında yaşanan olay, maalesef Türkiye’nin içinde bulunduğu acı gerçeği yansıtıyordu. ‘Alman vatandaşı olma’ hayalini açıkça dile getiren küçük öğrencimiz, bu ülke yönetimini hiç mi düşündürtmedi?
Göçü önleme amaçlı bir takım girişimler mevcut ama o da adeta komploya uğruyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, tersine beyin göçünü gerçekleştirmek amacıyla teşvik programı açıklamış, Türkiye’ye geri dönecek bilim adamlarına aylık 20 -24 bin lira maaş, ailelerine katkı payı, araştırmalarına ise 500 bin ile 1 milyon lira arasında teşvik verileceği açıklamasını yapmıştı.
Ama aynı hafta, çeşitli üniversitedeki 14 akademisyen gözaltına alındı ve yurt dışı yasağına uğradılar. Bunu gören kim Türkiye’ye geri gelir?
Türkiye güven vermiyor. İnsanını kaçırtıyor.
Türkiye'den kaçışın ana nedenlerinin başında, vatandaşların görüşleri ve düşüncelerini ifade etmeleri nedeniyle cezalandırılma korkusu geliyor. Yargıya olan güvenin yitirilmesi, hukukun üstünlüğünün hiçe sayılması bu nedenlerin en başında yer alıyor.
Ülkenin muhafazakârlaşması, dindarlaştırılma çabası da yüksek nitelikli vatandaşların paralarını da yanlarına alarak ülkeden uzaklaşmasına neden oluyor.
Yetenekli ve eğitimli insanların kendi alanlarında iş bulamaması, siyasi iktidarın kendi yandaşlarına pozitif ayrımcılık yapması ile kayırmacılık ve dışlanmalar da kaçış nedeni…
Türkiye’nin en önemli değerlerinin yurt dışına gitmesini önleyici yasal tedbirler alınmaz ya da bu gerekçeleri ortadan kaldıracak ‘güven verici’ ve ‘kucaklayıcı’ bir tavır içine girilmezse bu ülkeye çok yazık olacak.
Bir bilim insanının yetişmesi ve belirli bir düzeye çıkması hiç kolay değil ve çok maliyetli. Elimizle bu değeri başka ülkelere vermek hem yazık hem de utanç verici…
Bunun acısını bu topraklarda yaşayan hepimiz çekeriz.