Kendilerini 'gazeteci' olarak tanımlayan, bu mesleğin 'unvanını' taşıyan, ancak yaptıkları işi gazetecilikle bağdaştırmak mümkün olmayan kişileri nasıl adlandıracağız? Bu kişiler gazeteci değil, onların farklı meslekleri var. Mesela Hadi ve Süleyman Özışık kardeşler... Yaptıklarının gazetecilik olduğunu söylemek mümkün mü?
Önceki gün Tele1'de bu konuyu, Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ile konuştuk. O, bu kişilere 'iktidar gazetecisi' denebileceğini söyledi. Ama bu kişiler sadece iktidarı destekleyenler değil, muhalif partileri destekleyenler içinde de var.
Bu kişilere nedense 'gazeteci' sıfatını kullanmak içime sinmiyor. Farklı bir isim bulunsun istiyorum. Bu ayrımın yapılması şart. Bu mesleğe ömrünü veren, ilkeleri ve kaideleri uygulayan, kalemini satmayanlar için bu gerekli. Bir de tabii, iletişim fakültelerinde okuyan ve 'gazeteci' olmak isteyen genç öğrencilerimiz adına bunun şart olduğunu düşünüyorum. Faruk Bildirici'nin bu konu üzerinde düşünüp bir fikir geliştireceğini umuyorum.
Demokratik toplumlarda medya çok önemli görevler üstlenir. Medyanın toplumu yönlendirme görevi, her zaman siyasetçinin 'medyayı etkileme' ya da 'yanına çekme' refleksine neden olmuştur, olmaktadır. Siyaseti ise, toplumdaki farklı sosyal sınıflar, çıkarlar ve taleplere sahip bireyler arasındaki paylaşım ve bölüşüm mücadelesi olarak tanımlamak mümkün. Siyasetin temelini, farklı çıkar ve düşünce odaklarının çekişmesinden doğan çatışma oluşturur. Bu çatışmanın nedeni, toplumdaki değerlerin ve kıt kaynakların paylaşılma çabasıdır. Paylaşımı kolaylaştırmanın yolu ise iktidara sahip olmaktan geçmektedir.
Demokratik sistemin aktörleri arasında kitle iletişim araçları ve siyasi kadrolar önemli yer tutar. Kitle iletişim araçları sadece siyasi kadroların mesajlarını halka ulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda siyasi sistemi denetleme işlevi de görürler. Bu dediğim, 'demokratik sistem' içinde geçerlidir. Bu nedenle 'medya ve siyaset' arasındaki ilişki, demokrasilerde belirli bir mesafe ile yürütülür. 'Bilgi alacak kadar yakın, kullanılmayacak kadar uzak'...
Medya ile siyaset arasındaki ilişkiyi 'Medya Demokrasisi' isimli kitabında inceleyen Thomas Meyer, siyasetin medya eliyle yönlendirildiğini söyler. "Siyaset alanı medya sisteminin etkisi altına girer girmez önemli ölçüde değişir, medya sisteminin kurallarına bağımlı hale gelir" der. Aslında bütün amaç, siyasetçinin iktidar olabilmek amacıyla medyayı kullanma istek ve arzusudur. Bu arzu ve istek, 'ihtiras' haline dönüşür. Boyun eğdirme, isteklerini yerine getirmek amacıyla da her yolu dener. Amaçları gazetecilik yapmak değil, iktidarın gücünden yararlanmak ve refah düzeyini artırmak olan 'Özışık' kardeşler gibi kişiler de 'gönül rızasıyla' bu oyunu oynarlar.
Medyanın 'gündem oluşturma' gücü çekicidir. Kitle iletişim araçları ile 'istedikleri' haberleri önemseyip büyütme, bazı haberleri de görmeme veya küçülterek önemsizleştirme kabiliyeti, hep siyasetçiler için kıymetlidir. Gazeteciler, bu özelliklerinin 'şehvetine' hen an kapılabilirler. Dik duranlarla, boyun eğmişleri ayırmak son derece önemlidir.
Faruk Bildirici'nin adlandırmasıyla 'iktidar gazetecileri' ya da gazeteci sıfatının yerine başka bir unvanı hak eden bu tip kişileri, yani Özışık kardeşler benzeri kişileri aramızdan nasıl ayıklamalıyız? Bence ilk etapta onlar için başka bir unvan bularak.
90'lı yıllarda da 'ülkeyi yönettiğini düşünen' ve daha da ileri giderek devlet içinde görevlendirme yetkisini kendinde gören gazeteciler vardı ve oldu. Ama bu iç içe geçmiş gazeteci-siyasetçi ilişkisi ortaya çıktığında o yıllarda hiç değilse 'istifa' mekanizması devreye girerdi. Bugünle, o günlerin farkı bu!
Yeniçağ gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu'nun birkaç gün önceki yazısı oldukça ilginçti. Ülke yönetimindeki belirleyici hâlini anlatmak onu rahatsız etmedi. "DYP Genel Başkanı olmasında Star TV Ankara Temsilcisi olarak büyük desteğim olan Başbakan Tansu Çiller bana çok güvenirdi. Önerdiğim Osman Ünsal'ı Hazine Müsteşarı, Cengiz Bulut'u Türk Telekom Genel Müdürü, Cihan Paçacı'yı Halkbank Genel Müdürü olarak atadı..." Uğuroğlu aynı yazıda, Mehmet Ağar'ın da 'Emniyet Genel Müdürü' olmasını sağladığını söylüyor.
Bir gazetecinin görevi midir bu? Tabii ki değil...
Bütün bunları gören, okuyan ve gazeteci olmak isteyen İletişim Fakültesi öğrencileri ne düşünür?
İşte bu nedenle 'gazeteci' mesleği altında bambaşka işler yapanlara başka bir unvan bulunmasından yana olduğumu söylüyorum. Haksız mıyım?