ABD Kongresinin basılması ve çıkan olaylara yönelik haberleri izlerken, Türkiye'de yaşayan bizlerin aklında, seçim yenilgisini kabul etmeyen iktidarın söylemleri ve tavırları vardı.
Donald Trump seçim yenilgisini kabul etmedi, rakiplerinin oyları çaldığını söyledi ve "hırsızlar" dedi. Taraftarlarına yönelik yaptığı konuşmada Kongreye yürümelerini istedi. Sonra çıkan olayları biliyorsunuz. ABD Kongresinin basılması ve hayatını kaybeden insanlar…
Hâlâ hafızalarda… Türkiye'de ise 31 Mart seçimleri sonrasında AKP yenilgiyi kabul etmemiş, İstanbul seçiminde "hırsızlık" olduğunu iddia etmişti. AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, kendisine "İstanbul'daki seçimler neden iptal oldu?" diye soran bir gence, "Çok basit. Çünkü çaldılar" diye cevap vermişti. Daha sonra ise Yüksek Seçim Kuruluna yönelik baskılar ve seçimlerin yeniden yapılması hafızalarda…
Gerçi, Binali Yıldırım seçimlerin tekrar edilmesi yönünde alınan karar sonrası, "Çaldılar demeye mecburdum. Çünkü bir algı operasyonu yapıldı. Yani hukuki bir tabir değildi bu. Ben farkındayım. Bir kere ortada en büyük mağduriyeti yaşayan İstanbullular var, aday olarak ben varım. Ben sesimi duyuramıyorum, kendimi ifade edemiyorum" diye sözlerine açıklık getirdi ama, 23 Haziran'da yapılan seçimlerde 800 bini aşkın bir farkla Ekrem İmamoğlu sandıktan çıktı.
Halkın iradesinin tecelli ettiği seçimler demokrasinin olmazsa olması… Aksi düşünülemez. Seçim sonucunu kabullenmek demokrasinin bir gereği. Donald Trump'ın bir zamanlar söylediği gibi "Kazanırsam, seçim sonucunu kabul ederim' gibi bir söylemin demokrasilerde yeri yok. Sonucu da görüldü.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun daha birkaç hafta önce İyi Parti Milletvekili Ahmet Erozan'ın "Bütçeyi iktisatlı kullanın. Yılın ikinci yarısı alacağız" sözlerine verdiği cevap da unutulmadı. Ne demişti Çavuşoğlu? "Hayrola, ne oluyor? Siz de mi Biden'dan umut bekliyorsunuz yoksa? Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz. Yoksa darbe beklentiniz mi var nereden devralacaksınız, kimden devralacaksınız?.."
Bu sözlerine Çavuşoğlu hâlâ bir açıklık getirmedi. Öylesine söylenen sözler miydi ya da bir dil sürçmesi miydi?
Doğal olarak, ABD'de yaşanan olayları TV'lerden izlerken, bir yandan da Türkiye'de yaşananları ve söylenenleri düşünmeden edemedik.
Demokrasilerde seçimler yani, "halkın kendi kendini yönetmesi" vazgeçilmez bir durum. Aksi durum, demokratik bir yönetim olmaz. Bu nedenle siyasetçiler, seçildikten sonra bir dahaki seçimlerde halkın karşısına yeniden çıkacaklarının bilinciyle icraatlarını yaparlar. Onlara hesap verirler ve sandıkta da karşılığını ya görürler, ya da görevi başkalarına devrederler.
Böyle bir konuda karar verme yetkisinin de mecburen çoğunluğa ait olduğunu kabul etmek gerekir. Siyasi iktidarda istikrarı sağlama gereği ve yönetilebilirliği sağlama zorunluluğu, çoğunluk prensibine razı olmayı gerektirir. Demokrasi aynı zamanda, salt çoğunluğun iktidarını sağlamaktan ziyade çoğunluk ile azınlığın uzlaşmasını sağlayan bir sistemdir. Demokrasi, azınlığın haklarını da güvence altında tutan ve aynı zamanda çoğunluğun iktidarını dizginleyen bir sistemdir.
Seçimler ve bu seçimlerin getirdiği sonuçlar, demokrasinin işleyişi açısından elzemdir, vazgeçilmezdir. İktidarların koltukta kalma süresini halk sandıkta belirler. Aksi düşünülemez…