Önce, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, Türkiye-Avrupa ilişkilerindeki ‘kilit’ konumunu ve daha da önemlisi Avrupa Konseyi'ndeki 'önemli' görevlerini anlatmam lazım size... Daha sonra da o dönemdeki Çavuşoğlu ile Türkiye'de bakan olduktan sonraki dönemi karşılaştırmanızı isteyeceğim.
Avrupa'daki görevleri, hiçbir Türk siyasetçiye nasip olmayan ve muhtemelen, Türkiye’nin geldiği bugünkü haliyle bir daha olmayacak görevlerdi.
Ama bu yazıda gözlemleyeceğiniz gibi bence iki ayrı Çavuşoğlu var. Biri Avrupa Konseyi'nde ki Çavuşoğlu, diğeri de Türkiye'deki ‘Bakan’ Çavuşoğlu… AB Bakanı ve Dışişleri Bakanı…
İkisi de farklı, hatta birbirine taban tabana zıt...
Biraz ayrıntılı olarak Avrupa yıllarını anlatayım.
Çünkü o yıllarda, görevim gereği çok yakından izlediğim bir siyasetçiydi. 2002 sonrasında AKP Hükûmeti yüzünü AB’ye dönmüş ve reformlar gerçekleştirmeye başlamıştı. Türkiye’nin Avrupa’da yıldızı parlıyor, AB üyelik sürecine yönelik ‘reformlar’ yapılıyordu. Türkiye’nin ‘Sessiz Devrim’ yaptığını belirten çokça makaleler yazılıyordu. Çavuşoğlu, böyle bir ülkenin siyasetçisi olarak, tabii kendi yeteneklerini de konuşturarak Avrupa Konseyi’nde kıymet gördü.
Avrupa Konseyi’nde daha önce yaptığı çalışmalarla dikkat çeken ve ilgi gören siyasetçi Abdullah Gül ise önce Başbakan, sonra Dışişleri Bakanı ve en son da Cumhurbaşkanı oldu. Bu durum Avrupa Konseyi’nde önemseniyordu. İşte Çavuşoğlu böyle bir ortamda yükseldi. Dış politika birikimini ve tecrübesini Avrupa Konseyi'ndeki görevlerinde edindi.
2003-2014 yılları arasında, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) Başkan Yardımcılığı, Türk Delegasyonu Başkanlığı, Göç, Mülteciler ve Nüfus Komitesi Başkanlığı, Göç Alt Komitesi Başkanlığı, Turizm Kalkınma Alt Komitesi Başkanlığı, Denetim Komitesi, Ekonomik İşler ve Kalkınma Komitesi, Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Komitesi, Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi üyelikleri gibi çeşitli görevlerde bulundu. Aynı zamanda, Avrupa Demokratik Grup Başkan Yardımcılığı ve Sözcülüğü görevlerini de üstlendi. 2010-2012 yılları arasında AKPM Başkanlığı’na seçildi. Bu görevi üstlenen ilk Türk Parlamenter oldu. Daha sonra da 7 Nisan 2014’te kendisine AKPM Onursal Başkanı unvanı verildi.
Dahası, ülkelerin Anayasalarının 'demokratik' yapılara uygun olup olmamasına yönelik denetimler yapan, raporlar hazırlayan 'Venedik Komisyonu'nda AKPM'yi temsil etti.
Avrupa Konseyi ülkelerinin seçimlerinin 'yasal ve demokrasiye uygun olup olmadığını' belirleyen 'seçim heyetleri' içinde defalarca yer aldı. O ülkelerle ilgili raporlar hazırladı. Hatta 'AKPM Raportörü' olarak bir çok ülkenin 'Demokrasi ve İnsan Hakları' uygulamalarını eleştiren ve denetleyen raporlara imza attı. AKPM’deki görevlerinin yanı sıra 2007-2010 yılları arasında Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi Türk Delegasyonu Başkanlığı görevini yürüttü.
Bu görevlerde Mevlüt Çavuşoğlu, ülke kimliğini bir kenara bıraktı, tam bir Avrupalı parlamenter olarak hareket etti. Demokrasi ve insan haklarından ödün vermedi. Avrupa Konseyi'nin yetkili bir görevlisi olarak demokrasi ve insan hakları ilkelerini sonuna kadar savunan ve bunu üye ülkelere 'dayatan' hatta 'dikte eden' bir tavır içinde hareket etti. Raporlarıyla o ülkeleri reform çizgisine taşıdı.
Daha sonra da başka bir konuma geçti. Türkiye’de bakan oldu, bakanlığı sevdi ve bu görevi sürdürmek amacıyla da Avrupa'daki yıllarını bir anda unutuverdi. Ülkesindeki 'anti demokratik' uygulamaları görmeyen, 'suni kılıflar' bularak, dünyadaki muhataplarına bunları gerekçe gösteren bir şekilde görev yaptı. Anti demokratik uygulamalara 'göz yumdu'... Yargının bağımsızlığını tamamen yitirmesi, medyanın özgürlüklerinin elinden alınması, söz söyleyen akademisyenlerin, siyasetçilerin, hatta öğrencilerin apar topar önce gözaltıyla sindirilip sonra da tutuklanmalarına hiç söz söylemedi. Hatta savundu.
Önceki gün TBMM’deki meslektaşlarına 'Avrupa kurumlarıyla gayet iyi ilişkiler içindeyiz' dedi. Bunun doğru olmadığını en iyi bilecek biri olmasına rağmen…
Avrupa Konseyi'nde, Türkiye'nin 'denetlenen ülke' konumda olması, AİHM kararlarına uymaması onu hiç rahatsız etmedi. Acaba duvarın öbür tarafında hâlâ görevini yürütseydi, yani AKPM Başkanı sıfatıyla ya da raportör olarak Türkiye hakkında bir rapor hazırlasaydı neler yazardı?
Bugünün Türkiye’sini raporlarıyla, hatta özel oturumlarda yaptığı konuşmalarıyla eleştirmez miydi, ‘Demokrasiye davet’ etmez miydi? Elini vicdanına koyup, bir düşünsün.
AKPM okulundan mezun, hatta bu okulun en üst kademelerinde görev yapmış Çavuşoğlu’nun hiç mi içi sızlamıyor?
Hiç mi üzülmüyor, hiç mi canı sıkılmıyor? ...