Türkiye, ‘Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinde tamamen yalnız kaldı. Hiçbir destek bulamadı. Avrupa Birliği, Pazartesi günü bir dizi ‘yaptırım’ kararını arka arkaya sıralayacak. ABD’den de benzer kararlar geliyor. Üstelik Rusya da bu konuda Türkiye’nin yanında değil. İki gün önce “Kıbrıs’ın egemenliğine saygı duyulması gerektiği” yönünde Ankara’ya uyarı mesajı yolladı.
Avrupa Birliği yaptırım kararlarını somutlaştırdı. Gelen ilk bilgiler, T24’ün ilgili haberinde ayrıntılarıyla yer alıyor.
Türkiye'nin Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini Kıbrıs açıklarına göndermesi ve bu gemilerin, KKTC tarafından verilen ruhsat ile bölgede doğalgaz aramalarına başlaması, sadece AB’nin, Güney Kıbrıs’ın veya Yunanistan’ın değil, Mısır, İsrail ve ABD'nin de tepkisine neden oldu. Benzer yaptırım sesleri özellikle ABD tarafından da seslendirildi.
ABD’nin Türkiye’yi ‘Antalya Körfezi’ne hapsetme niyetini, ayrıntılarıyla yine bu sütunlarda 28 Haziran tarihli bir yazıda ‘Türkiye Antalya’da demirli kalsın’ başlıklı bir yazıyla dile getirmiştim.
Avrupa Birliği’nden gelen ‘yaptırım’ sinyallerini, Amerika’nın zaten aldığı ‘yaptırımlarla’ birlikte okumakta fayda var.
-Türkiye’de nedense pek konuşulmuyor ama ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu, 1987’den beri ABD’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı aldı.
-Yunanistan’a askeri yardım ve eğitim için 5 milyon dolar, Güney Kıbrıs’a ise askeri eğitim için 2 milyon dolar mali destek yapma kararı aldı.
-İsrail, Yunanistan ve G. Kıbrıs arasında enerji işbirliğini kolaylaştırmak için ‘ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’ kuruluyor.
-ABD Doğu Akdeniz'de, Yunanistan, İsrail ve G.Kıbrıs ile ulusal güvenlik çıkarlarına uygun güçlü ve genişleyen bir ilişki ağı oluşturacak.
-Bu ülkeler arasında varolan enerji ile ilgili işbirliğinin derinleştirilmesi için her türlü önlem ve çalışma yapılacak.
-Bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de güvenliğini sağlamak için askeri ve siyasi destek verecek. Türkiye’ye karşı bu ülkelerin korunması görevini üstlenecek.
-Daha sonra da Avrupa Birliği ile sırt sırta vererek, Balkanlar üzerinden doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak. ABD, bekçiliği karşılığında doğalgaz ve enerji zenginliklerden büyük pay alacak.
Diplomasi işlemiyor, karşılıklı ‘hamaset’ nutukları atılıyor.
Bu aşamaya nasıl gelindi? Neredeyse 20 yıl öncesine dayanan bu konunun diplomasiyle çözümü mümkün değil miydi? Kim nerede yanlış yaptı? Bölgede savaş ihtimali var mı?
Yaklaşık 20 yıl kadar önce Doğu Akdeniz'de zengin doğalgaz kaynaklarına yönelik birtakım öngörüler yayınlanmaya başladı. Kıbrıslı Rumlar, 2002'den itibaren ‘kıyıdaş’ ülkelerle (Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail) Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başladı. Türkiye ise Kıbrıs Türkleri ve Türkiye'nin haklarının çiğnendiği gerekçesiyle bu anlaşmaları BM'ye taşıdı ve kendi münhasır ekonomik bölge haritalarını BM nezdinde onaylattı.
Ancak buna rağmen Kıbrıs, 2007'nin başında 13 adet arama sahası ilan etti ve büyük petrol şirketlerine ruhsat verme aşamasına geçti.
Buna karşılık olarak Türkiye, Doğu Akdeniz'de kendi ekonomik bölgesinde Kuzey Kıbrıs'ta adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde TPAO'ya arama ruhsatları verdi.
Gerginlik, Doğu Akdeniz'de zengin hidrokarbon yataklarının keşfedilmesi ve uluslararası büyük enerji şirketlerinin bölgeye akın etmesiyle birlikte 2010'dan itibaren daha da arttı.
Türkiye’nin önce Fatih, sonra da Yavuz gemilerini bölgeye göndermesi, tepkilere yol açtı. AB’nin, ‘Kıbrıs’ın egemenlik haklarına tecavüz’ olarak adlandırdığı bu durum, ABD tarafından da ‘kışkırtıcı tutum’ olarak nitelendirildi.
Bölgede zaten Suriye vakası nedeniyle askeri hareketlilik yaşanıyor. Rusya, Fransa, İngiltere ve ABD’nin önemli ölçüde deniz gücü bölgede konuşlanmış durumda. Türkiye ve Yunanistan da aynı şekilde asker gücüne sahipler. Tarafların kolaylıkla ellerini tetiklere götürecekleri düşünülmüyor ancak, bu kadar askeri gücün bulunduğu bir yerde her türlü kışkırtıcı tutumun tehlikeli olduğu da bir gerçek.
Türkiye Doğu Akdeniz'de, sürdürülen enerji faaliyetlerinin dışında kalmak istemiyor. Hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket ediyor. Ancak öyle görülüyor ki Türkiye bu alanda tamamen yalnız. Karşısında ise dünya devleriyle birlikte bölge ülkelerinin neredeyse tamamı işbirliği hatta ‘ittifak’ içinde bulunuyor.
Yunanistan'da iktidar değişti ve Yeni Demokrasi Partisi tek başına iktidara geldi. Ancak öyle görülüyor ki, yenilenen iktidar Türkiye ile ‘daha sert’ bir politika uygulamayı niyetli. Ülkenin yeni Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ilk demecinde Türkiye’yi, ‘Doğu Akdeniz'in haylaz çocuğu’ olarak niteledi.
Hedef, İsrail'in Tamar ve Leviathan, Mısır'ın Zohr ve Kıbrıs'ın Afrodit yataklarında bulduğu doğalgaz rezervlerinin çıkartılıp boru hatları aracılığıyla Avrupa pazarına taşınması… Bu yılbaşında Kahire'de bir araya gelen Güney Kıbrıs, İsrail, İtalya, Yunanistan, Ürdün, Filistin ve Mısır, “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” kurdular. Güney Kıbrıs ayrıca, Yunanistan ile birlikte Mısır, İsrail ve Ürdün'le ayrı ayrı üçlü işbirliği oluşumları kurdu. ABD ve AB'nin de tam desteğini aldı.
Doğu Akdeniz’de bulunan enerji rezervi, dünyanın iştahını kabartacak seviyede. Bölgede gerginliğin artmasının nedeni belli. İsrail, Tamar yatağında 320 milyar metreküp, Leviathan'da 600 milyar metreküp rezerv buldu. Kıbrıs Rum Kesimi ise Afrodit'te 130 milyar metreküp, Kalipso'da ise 200 milyar metreküp civarında doğalgaz bulduğunu duyurdu. Mısır ise bölgenin en büyük doğalgaz kaynağına sahip. Zohr bölgesinde 800 milyar metreküplük rezerv bulundu.
Ancak sorun bu kaynakların nasıl işletilip, pazarlanacağı ve ne yolla Avrupa’ya taşınacağı… Siyasi sorunlar, en az maliyetli olan ‘Türkiye üzerinden doğalgazı taşımaya’ mani gözüküyor. Bu sorunlar aşılabilir mi? Yunanistan ve İtalya üzerinden bir ‘doğalgaz hattı’ inşa etmenin çok büyük maliyeti olacağı hesaplanıyor.
Doğu Akdeniz’de ‘yalnız’ kalan, ‘Enerji İttifakı’nın dışına itilen Türkiye, şimdi de arka arkaya ‘yaptırımlar’ ile tehdit ediliyor.
Bu yaptırımların, ekonomik alanda zor günler geçirmekte olan Türkiye’ye ciddi yük getireceğini görmemek mümkün değil.
Bir yandan AB, diğer yandan ABD’den gelen yaptırımlar, ‘kıyıdaş’ ülkelerin oluşturduğu ittifak ve işbirliğinin dışında kalmanın getirdiği zorluklar…
Aşılır mı?
Tabii ki aşılır. Diplomasi bunun için var. Yeter ki işletilsin ve akıllıca yapılsın.