Çocukluğumdan beri hep yapmam gerekenler listesiyle yaşadım.
Bazen bir peçete üstüne yazdım onları, bazen bir kağıt parçasına, bazen de süslü bir deftere.
Ama hep yazdım.
Şimdi karantinadayız ve bol bol yazıyorum.
Yatağımın yanında, mutfak tezgahımda, evin her yerinde yazılı notlar dolu.
Yazmak düşüncelerimi temize almamı sağlıyor. Kendimle hesaplaşmamı, geleceğe hedef koymamı kolaylaştırıyor.
Şimdi karantinadayız bol bol yürüyorum.
Yürümek yazmak gibi hem bedenime, hem de ruhuma iyi geliyor. Şanslıyım ki bizim burada yürüyüşe izin var. Yürürken düşüncelerimi hizalıyorum, bazılarını yolluyorum, yenilerine yer açıyorum.
Hayatımın önemli kararlarını hep bu yürüyüşlerde aldım. Karantina dönemi içinde aldığım kararlar bu yürüyüşlerde çıktı.
Bu dönemden ya pozitif çıkacaktım ya da istemediğim bir depresyonla.
Kararım motivasyonumu yüksek tutmaktan yana oldu. Bunu kesintisiz olarak başarabilmek zor oluyor, ama deniyorum.
Huffington Post'un kurucusu Arianna Huffington'ı geçen gün bir konuşmasında dinlerken çok önemli bir şey öğrendim. Diyor ki, gün içinde bazı anlarda hayatta sahip olduğun şeyleri farket, onlara şükret ve bunları tekrarla. Küçük küçük şeyleri fark edip onlarla mutlu olmak bana motivasyonum için iyi geldi. Negatif bir şey aklıma geldiğinde, bir şeye öfkelendiğimde deniyorum, yani duygu transferi yapmaya gayret ediyorum, iyi de oluyor. Lütfen siz de deneyin.
Daha önce yapmadığım yeni işler deniyorum. Basit ama motivasyonumu arttırıyor.
Mesela Spotify'daki podcastleri dinlemeye başladım. Sevgili Nilay Örnek'in Nasıl Olunur? serisini dinlemenizi şiddetle öneririm. Ben çok şey öğreniyorum. Özellikle yürürken de harika oluyor.
Benim gibi sanat seviyorsanız Royal Academy'nin web sayfasında 1-3 Mayıs arasında "London Original Print Fair" var izlemenizi tavsiye ederim.
Yeni bir sosyal sorumluluk projesinde görev alabilirsiniz, o da çok iyi gelebilir. Ben "İstanbul Gönüllüleri"nin sosyal sorumluluk projelerinden birinde görev alacağım. Programın ismi "İngilizce Konuşuyorum". Genç çocukların yabancı dillerini geliştirmelerini sağlayan bir gönüllülük projesi.
Çok saygı duyduğum iş adamı Murat Vargı tarafından kurulan Çöpüne Sahip Çık Vakfı da güzel işler yapmış ve yapmaya devam ediyor. Vakıf hem gönüllü olarak çalışacak adaylar bekliyor, hem de bağışlarınızla katkı sağlamanızı. Bir göz atın derim.
Netflix'te Ricky Gervais'in yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı After Life'ın ikinci sezonuna başladım derken bitiriverdim.
Gene Netflix'te arkadaşım Refika'nın önerisiyle izlediğim LOVE 101 de bitti. Zevkle izledim. Ay Yapım'ın işi, oyuncular harika, arada burnumu çekerek izlesem de bana iyi geldi.
Bir de evde spor yapmaya bayılıyorum, bunun içinde size iki tane app önereceğim: Yoga için "Down Dog", spor için ise "Psycle London."
Instagram'da yapılan canlı yayınları da izlemeyi seviyorum. Geçen gece yarısı uykum dağılınca ABD'den Cardi B'nin canlı yayınına takıldım. Konuğu Bernard Sanders idi. Ve söylüyorum, o andaki izleme sayısı 123 bin kişiydi.
27 yaşındaki Grammy ödüllü rapçinin Instagram'da 63,3 milyon takipçisi var. İnanılır gibi değil. Amerika'da seçimler yaklaştıkça politikacılar sanatçıların sosyal medyasına daha çok konuk olacağa benzer. Konu Donald Trump niye tekrar seçilmemeli idi. Politik kısma girmeyeceğim ama kendilerine oy verecek her kesime ulaşmanın yollarını politikacılar ve iletişimciler hemen keşfediyor. 15 dakika dinleyip çıktım yayından.
Gayet öğreticiydi.
Ben özellikle bu dönemde harcamalarımı yaparken kurumların ve markaların nasıl davrandıklarına daha dikkatle bakacağım.
Çalışanları için iyi bir işveren olup olmadıklarına, müşterilerine nasıl servis vermeye devam ettiklerine, fırsatçılık yapıp yapmadıklarına, sağlık çalışanları için yaptıklarına, toplum sağlığı için attıkları adımlara…
Bu kriterleri makul ve istikrarlı bir şekilde yönetenler benim 'LOVE markam' olacak ve onları kolay kolay değiştirmeyeceğim.
Etrafımdaki pek çok gençten de bu ve benzeri düşünceleri duyuyorum. Artık müşterilerin çoğunluğu sadece keselerine uygun olanı değil bunun yanı sıra toplumsal etiği de ön plana çıkaran markaları tercih ediyor ve edecek.
Hepimiz daha da duygusallaştık ve insani değerlerimizi de ihmal etmemeye başlayacağız gibi. En azından üstümüzden derin etkileri kalkana kadar.
Şimdi tamda bu nedenle size İngiltere'nin önemli markalarından birisi olan Marks&Spencer'ı tanıtmak istiyorum.
Marks and Spencer'ı (M&S) biz Türkiye'de sadece kıyafet satan bir mağaza olarak görsek de doğduğu topraklarda sadece bu işi yapmıyor. Taze sebze, meyve satmanın yarı sıra lezzetli hazır yemekleri de çok seviliyor.
136 yıllık bu ikonik markayı size biraz anlatmak istiyorum.
Yaptığı iyi işleri görmek markayla benim aramdaki duygusal ilişkiyi daha da kuvvetlendiriyor.
Korona döneminde sağlık çalışanları için yaptıklarını anlatmak istiyorum. Markanın kuruluş öyküsü de çok ilginç, Brexit tartışmalarının geride kaldığı şu günlerde mağazanın kurucunun Polonyalı Musevi göçmen Michael Marks adlı birinin olduğunu bilmek doğrusu beni çok şaşırttı.
Sektörde pek çok ilke imza atmış, mesela:
Bugün İngiltere'de 959 adet mağazaları var bunların 615 tanesi sadece yiyecek satıyor.
Benim için Marks and Spencer her Londra'ya geldiğimde babama ve anneme hediye aldığım bir mağazayken, şimdi hazır yemeklerini, sebze meyve reyonunu çok sevdiğim, kalitesine çok güvendiğim, çalışanlarının kibar ve yardımsever olduğu bir yer haline geldi.
Tekstil konusunda ise zorlanıyorlar. Ne yalan söyleyeyim, M&S benim için hiçbir zaman tercih ettiğim bir kıyafet markası da olmadı. Giderek bu alanda pazar kaybediyorlar ve karlılıkları düşüyor. Moda konusunda trendleri maalesef iyi takip edemediler. Klasik bir markanın trendleri yakalaması da zaten zor.
Gıdada ise kalite algısı çok yüksek bir marka. Tazelik ve lezzet M&S ürünlerinde çok ön planda. Yarı pişmiş hazır yemekleri de çok başarılı. Sadece kendi ürünlerini satarken yeni dönemde markalı ürünleri de satmaya başladılar. Açıkçası bu yeni durumdan benim gibi pek çok müşterinin de memnun kaldığını görüyorum.
Zira mali tablolarına sonuçlar yansımaya başladı bile. Geçen sene de büyük bir dağıtım şirketi ile ortak oldular. Bu Eylül'den itibaren de bütün ürünlerini Ocado'dan sipariş verebileceğiz. Ocado Türkiye'de faaliyet yapan Amazon, Getir, İste gelsin gibi bir şirket.
Tabii ki hayır. Eş kalitede iyi ürünü pazarda bulmak mümkünken biz o markayı değil de bu markayı niye satın alıyoruz? Bunun arkasında hepimizin bildiği gibi pek çok pazarlama unsuru ve yatırımı var. Bunları şimdi burada sıralamayacağım ama özellikle şu içinden geçtiğimiz dönemin önemi açısından paylaşmadan da geçemeyeceğim.
Ben şahsen hangi marka ne yapıyor, kime nasıl destek veriyor, bunu yaparken de konuşma üslubu ve iletişimi nasıl dikkatle inceliyorum.
Bir şeyleri yapmış olmak için yapan markaları ve onların ürünlerini bu dönemde ve ileride de tercih etmeyeceğim. Tıpkı arkadaş seçer gibi.
Şimdi gelelim bu dönemde M&S'ın neler yaptıklarına,
Benim bütün yapılan bu güzel şeylerden iki tanesi çok hoşuma gitti ve bunları ayrıca paylaşmak istedim:
7 yaşındaki Molly'nin yaptığı gökkuşağı sembolü İngiltere'de umut sembolü oldu. Poşetlerin bir kısmı gökkuşaklı olacak. Daha da güzeli bu poşetler 10p yerine 20p'ye satılacak ve gelirin tamamı NHS'e bağışlanacak. Yani bizim de katkımızı Marks and Spencer NHS'e taşımış olacak.
Bu küçük gibi görünen pozitif adımlar aynı dünyada hep birlikte olmaya çalışan bizleri duygusal olarak bağladığı için de çok güzel. Duygunun olmadığı hiçbir şey gerçek değil.
Bana sevdiğiniz markaları ve nedenlerini yazın.
Onları da konuşalım burada.