Katliamın yarattığı acıyı anlatacak kelime bulamıyorum. Çünkü, “Kelimeler kifayetsiz”.
Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.
Sonucu hoşa gitmeyen seçimleri tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan HDP’yi dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken Meclis çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor.
Her zaman olduğu gibi bedeli yine masum, iyi niyetli, garip çocuklarımız ödüyor. Suruç’ta “her biri cihan parçası” evlatlarımız parçalanıyor, gencecik askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz “hayın tuzaklarda, kan uykularda” can veriyor ve ne yazık ki Türkiye bir iç savaş ortamına çekiliyor. Amaç ne: İktidar, sadece iktidar. Asyalıların asırlardır söylediği gibi “kaplanın sırtına binen oradan inemez”. Çünkü inerse kaplan parçalayacaktır onu. Bu yüzden ömür boyu orada kalmaya mahkûmdur.
Türkiye’deki siyaset oyunu bu kurala göre işliyor. AKP’nin iktidar yılları öylesine anayasa ihlalleriyle, öylesine suçlarla dolu ki hesap vermemek için her şeyi göze almış durumdalar. Bu yüzden masayı dağıtıp, ortalığı kana boğuyorlar. Koalisyon görüşmeleriyle de göz boyuyor, zamanın dolmasını bekliyorlar.
Bizim gibi ülkelerde hiçbir siyasi analiz, liderin psikolojisi ve oyun planı hesaba katılmadan yapılamaz / yapılmamalı. Çünkü yanlış çıkar.
Bu ülkeyi yerleşik kurallar ve kurumlar yönetmiyor, emir demiri kesiyor. Hep birlikte düşünelim: Yeni seçilen bir Fransız Cumhurbaşkanı, “Ben başkanlık makamını Elysee’den taşıyorum. Keyfime göre muazzam bir saray yaptırıp oraya geçiyorum” diyebilir mi? Otel değiştirir gibi Cumhurbaşkanlığı makamını değiştirebilir mi? Bir Amerikan başkanı “Beyaz Saray’ı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırdım” dese Amerikan kurumları aval aval seyredebilir mi? Gerçekten kendimizi kandırmayalım? Ne kadar acı olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakmakta yarar var.
Türkiye’de olup biten her şey bir “seçilmiş kral”ın iradesine göre şekilleniyor.
Başkan babanın birinci planı erken seçime götürmek. Kendi deyimiye “tekrar seçim” yaptırmak. (Ne demek tekrar seçim? Anayasa’da ve seçim kanununda böyle bir tanım var mı?) İkinci plan ise erken seçim ortamına, seçmenin korku içinde gitmesi. Seçmen kitlelerine “Bak ülke perişan oldu, hadi yine istikrar sağlamak için babamıza sığınalım” dedirtmek. Ve HDP’yi tırpanlayarak, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü yalatmak. Kan bu yüzden dökülüyor, ocaklara bu yüzden ateş düşüyor.
Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverlere düşen görev, akıllı olmak, durumu iyi değerlendirerek kan tuzaklarına sürüklenmemek, kutuplaşma şehveti içinde “Yaşasın ölüm” çığlıkları atmamak ve her şeye rağmen barışı, insanlığı, kardeşliği savunmaya devam etmek.
Şimdi bazı okurların can alıcı soruyu sorduğunu duyar gibiyim: “İyi ama PKK bu kadar adam öldürürken barış nasıl savunulacak? Bu saldırılara cevap verilmeyecek mi?” Haklısınız; hiçbir devlet silah bırakmaz ve şiddeti ezmek için şiddet kullanır. Ama buradaki soru şu:
Acaba bu eylemleri kim yapıyor, niçin yapıyor? Demirtaş’ın “kirli” diye nitelemekten çekinmediği eylemlerin asıl sorumlusu kim?
Suruç katliamında bütün öfke IŞİD’e yönelmişken, boğayı kendi üzerine çekmek için kırmızı pelerin sallar gibi hedef şaşırtmaktan başka bir anlamı olmayan biçimde, iki polisimizi uykularında kurşunlamak hangi amaca hizmet ediyor?
PKK yöneticilerinin Demirtaş’ı eleştiren ve son olarak, parlamentodan vazgeçin anlamına gelircesine “Halkın içine, köylere çekilin” açıklaması, hangi iradenin işine geliyor? TBMM’de 80 milletvekili ile sesini duyurmak, köylere çekilmekten daha iyi değil mi? Başbakan yardımcısı niçin Demirtaş’ı, Öcalan’a ihanet etmekle suçladı, Brütüs dedi? Neden dolayı “Öcalan milli çizgide ama HDP değil” diyorlar, kısacası Öcalan’a bayılan iktidar odakları niçin HDP’yi şeytanlaştırmaya çalışıyor.
Unutulmasın ki; yüzde 6 civarında oya sahip olan HDP’yi parti olarak seçime sokmak, onları baraj altında bırakma ve böylece AKP’ye başkanlık konusunda yeterli çoğunluğu sağlama girişimiydi.
Ama hem konjonktür hem de HDP’nin ön plandaki yüzlerinin yürüttüğü sempatik propaganda ve “Türkiyelilik” vurgusu, yüzde 13 başarı getirerek oyun planını bozdu. Şimdi geri alınmak istenen budur. Kan bu yüzden akıyor.
Ve bu kargaşada kim kiminle ortak, kim kimin değirmenine su taşıyor, anlamak çok zor. Her şey gördüğümüzden ibaret değil.
Siyaset sözlüğünde merhamet maddesi yoktur. (Unutmayalım ki ABD Pearl Harbour baskınını önceden haber aldığı halde önlemedi; sırf Japonya’ya misilleme yapabilmek amacıyla Japon uçaklarının onca Amerikalıyı öldürmesine, gemilerini batırmasına izin verdi. Yani oyun içinde oyun oynanır ve sıradan yurttaş olarak bunları bilmemiz çok zordur.)
Laik, demokrat, kardeşçe yaşanan, barış içinde bir Türkiye’yi özleyen herkesin çok dikkatli olması gerektiği, oyun içindeki oyunları anlaması, birbirini uyarması gerektiği kanısındayım. Çünkü siyasetin elindeki en büyük koz, provokatif eylemlerle, manşetlerle kandırabileceği halk kitleleri, daha doğrusu “millet”in aptal kesimidir.
Geleceğe olan umudumuzu hiç yitirmedik. Zulüm ve kan ne kadar artarsa artsın, geleceği haktan hukuktan, demokrasiden, barıştan yana olanlar kuracaktır.
Bu zor yılları birbirimizi kırmadan dökmeden, dayanışma içinde, dikkatli, anlık öfkelere kapılmadan, soğukkanlılıkla atlatmak zorundayız. İnsanlık onuru bu zulmü de yenecektir.