Futbolumuz ile ilgili yazdıklarımın arkasından zaman zaman hocam ülkemizde futbol kaldı mı? Eleştirilerini alıyorum. Bir bakımdan haklılar ancak tarihe not düşmek adına olan bitenler hususunda da yazmak durumundayım.
Türkiye kupası final karşılaşması için seçilen şehrimiz ülkemizdeki futbol sevgisinin en yüksek olduğu kentlerden bir tanesi olan Eskişehir. Buraya kadar her şey çok güzel ancak final karşılaşmasına oynayacak olan takımlardan bir tanesi olan Medipol Başakşehir takımı bir önceki sezonun sondan bir önceki haftasında son dakikada attığı golle 2-1 yenerek Eskişehirspor’un süper ligden düşmesindeki katkısı her nedense unutulmuş!
Bizlerin değil ama federasyonda bu planlamaları yapanların dikkat etmesi gereken hususlardan bir tanesi es geçilmiş ve karşılaşmanın ilk yarısında tribünlerde büyük olayların çıkmasında bu meselenin etkisi var. İkinci olarak stadyumlarda güvenlik konusunda her seferinde sınıfta kalmayı sürdürüyoruz. Çünkü biz güvenliği sadece maçın oynanacağı gün içerisinde stadyumun önünde ve içerisinde güvenlik güçlerini oraya yığmak olarak algılıyoruz.
Oysa bu çok daha sistematik bir anlayışın hayata geçirilmesi sürecidir ve çok sayıda bilinmez üzerinde hesaplamalar yapılmayı gerektirmektedir. Pasolig uygulamaları ile birlikte stadyumda kimin ne yaptığını tespit etme şansına teknik olarak sahibiz ancak bunu uygulamıyoruz! Gelelim asıl vahim duruma, bozuk paraların bile girmesinin yasak olduğu bir yere nasıl oluyor da yüzlerce meşale girebiliyor?
Stadyum güvenliğinden sorumlu olanların hiçbir zaman yaptıkları sorumlulukla ilgili olarak bir karşılık görmedikleri bir yapı içerisinde bu durumda tabii ki her işimiz Allaha kalıyor. Ortalık birbirine giriyor, tribünlerdeki seyircilerin bir kısmı, sahanın içerisinden tahliye ediliyor ve bütün bunların sonunda maçın bitiminde bir bakıyorsunuz tribünler sahaya inmiş! Kupa coşkusunu futbolcuları ile birlikte kutluyorlar, iyi de hani güvenliğimiz vardı, ya sahaya girenlerle rakip takım oyuncuları arasında bir temas yaşansaydı? Her zaman ki gibi yine ucuz atlatıyoruz ve bir daha ki sefere kadar tüm bu olanları da hızla unutmaya başlıyoruz.
Zaten kupa final karşılaşmasında benzer görüntüler dört büyükler olarak adlandırılan takımların karşılaşması sırasında olmuş olsaydı, bugün medyaya yansıma şekli bile çok daha farklı olacaktı. Bu bile olanlar konusunda nasıl eyyamcı bir anlayışın içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Saha içerisinde Başakşehir takımının kaptanı Emre Belözoğlu ile sürekli konuşan hakem Fırat Aydınus’un diyalogları geceye damga vurdu. Her korner atışı sırasında Emre’nin üzerine sürekli olarak bir şeyler yağdığını gördük. Bunun karşısında Emre tepki veriyor ve hakem de oyunu kart göstermeden tamamlamak için konuşmayı sürdürüyordu.
Bütün bu olup bitenler sadece kupa karşılaşmasından geriye kalanlar buna karşın daha alt liglerde durum çok daha vahim bir şekilde cereyan ediyor. Şanlıurfaspor başkanı Emin Yetim yaptığı açıklamalarda bir önceki başkan İsmail Bağıban’ın zimmetine 3-4 milyon lira geçirdiğini tespit ettiklerini açıklıyor. Ardından da kulübe aktarılan paraların kimler tarafından verildiğini ve miktarlarını belirtiyor. Bakanımız 7 milyon iki yüz elli bin lira, Valimiz 4 milyon yedi yüz on dokuz bin beş yüz on dokuz lira, Büyükşehir 300 bin lira, Eyyübiye belediyesi 1 milyon üç yüz seksen bin lira yardımda bulunmuşlar.
Bütün bu yardımlara karşın kulüp yöneticisi Mehmet Giray Küçük, büyük şehir belediyesinin alt yapı takımının maça gitmesi için mazot vermediğinden şikayetçi. Şimdi ortada hakikaten çok büyük paraların döndüğü bir sektör var ve bu sektörün içerisinde yer alan kişilerin dernekler kanunu üzerinden bu kadar paralarla yaptıkları hususunda şaibe düşüncesi hiç ama hiç kaybolmuyor!
Çünkü var olan yapı içerisinde denetleme mekanizmalarını hayata geçiremediğimiz için her şey göstermelik ilerliyor.
Futbolcu ve teknik heyetin transferlerinden başlayarak, yıl içerisindeki ödemelerine kadar her türlü uygulama göstermelik! Düzenli olarak yapılmayan ödemelerin sonucunda özellikle yabancı oyuncuların ve teknik heyetin uluslararası futbol tahkim mahkemesine yapmış olduğu başvururlar sonrasında verilen cezalar kulüplerimizi daha da batağa sürüklüyor.
Bu durum ülkemizdeki bütün takımlar için geçerli ve küçük bir hatırlatma olsun bugün federasyon başkanı olan sayın Yıldırım Demirören de kulüp başkanlığı döneminde İspanyol teknik direktör Del Bosque’ye 8,5 milyon Avro tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Ortada çok kötü yönetilen bir sektör olarak futbol var buna karşın futbolu yöneten hiç kimse gitmek istemiyor!
Futbola aktarılan paraların hangi yollardan geldiği de var olan dernekler yasası itibariyle belirsizliğini korumaya devam ediyor. Zirvenin dibi olarak nitelendirdiğimiz organizasyonda UEFA’nın finansal fair play direktörü Andrea Traverso’da tam bu noktada eleştirilerini sıralıyordu:
‘Türkiye sürekli transferde zarar eden bir lige sahip. Alman takımlarında yüzde 52 olan maaş oranı Türk takımlarında ise yüzde 80. Yani transfer sonuçları iyi tablo çizmiyor…Türkiye’de kulüplerin dernek yapısı günümüze uygun değil. Bu yapı mal i durumu da olumsuz etkiliyor’.
Teşhis ve tedavi aslında çok net bir biçimde ortada, buna karşın hiçbir şey yapan yok!!! Kulüp başkanının açıklamalarına göre bakanın, valinin, belediye başkanlarının kulübün ayağa kalkması için yaptıkları katkılar söz konusu. Peki profesyonel bir kulüp için bütün bu yapılanlar nereye gidiyor? Kulüp başkanı bir önceki başkan ile ilgili yaptığı açıklamalarda bu sorunun da yanıtını vermiş oluyor.
Bu ülkede sporu/futbolu gerçekten bir yerlere getirmek istiyorsak gittiğimiz yolun yol olmadığı aşikâr. Bu tablodan dünya futbolu içerisinde kendisine yer edinmiş bir ülke modeli çık(a)maz!!! Günü kurtaracak sloganlar üzerinden yürüyen ve kendisine dahi hayrı olmayan bir anlayış sürdürülmeye devam eder. Kaybettiğimiz futbol kadar futbola dair umutlarımız, hayallerimiz, harcadığımız onlarca liralık ümitlerimizdir. Bu uğurda döktüğümüz gözyaşlarımız, kavgalarımız, zaman öldürmelerimiz ise cabasıdır.
“Futbol asla yalnızca futbol değildir” fikri Türkiye’de hemen kabul gördü ise en fantastik versiyonu Türkiye’de sahne aldığındandır...’ ⃰ saptamasıyla bugün yaşadıklarımızı yıllar önce yazdıklarıyla bizlere gösteren; Türkiye’nin sporu/futbolu yaşayan, düşünen nadir beyinlerinden birisi olan sevgili dostum Cem Can’ın ölüm yıldönümünde aziz hatırası önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.
⃰*Cem Can, Fair Play Yemin İstemez-Fan Etik Yazıları 1 ve İlkelerimizi Kim Yazacak-Fan Etik Yazıları 2; Yay. Haz. Ahmet Talimciler-Hakan Can, Moss Spor, 2012-İstanbul