Ülkemizde futbolun her dönem sevilen ve ilgi çeken bir spor dalı olma özelliği, özel televizyonların yayın hayatına başlaması sonrasında doruk noktasına ulaşmıştır. Geçmişte de futbol, gündemin her daim içerisinde olan ve ilgiyle takip edilen bir alandı. Buna karşın 1990’lar ile birlikte hem Avrupa kupalarında elde edilmeye başlanan başarılar hem de değişen ülke koşulları futbolun başka bir boyuta oturmasına yardımcı olmuştur. Televizyonla olan beraberliğinin artması sonrasında futbolun magazinel boyutu da hayatlarımızın içerisine dahil edilmiştir. Televole gerçeği bu açıdan dikkat çekicidir ve bu program formatı sonrasında bugün halen daha yıldız futbolcuların hem kendilerinin hem de eşlerinin giydikleri, evleri, arabaları kısacası yaşam tarzları gündemde yer almayı sürdürmektedir.
1980’li yılların kabuğunu kırma ve yırtma anlayışının ete kemiğe bürünmüş halini görebildiğimiz alanlardan bir tanesi olarak futbol ve futbolcular, kamuoyu nezdinde giderek daha fazla önemsenen bir konuma oturtulmuşlardır. Tabii burada başarı kavramına bize özgü yapmış olduğumuz değerlendirmelerin ve bunu ortaya koyan kişilere vermiş olduğumuz payelerin de büyük katkısı bulunduğu gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Futbolun, bu topraklar üzerinde siyaset ile kurduğu ayrılmaz birliktelik sonrasında aslında hep var olan ancak 12 Eylül darbesi sonrasında çok daha fazla rol biçilen bir alanla ve o alana atfedilen değer yargıları ile karşı karşıya bırakılmış olduk!
Hayatımızın içinde yer alan ve tüm ülke nüfusunun santrada olması ile sonuçlanan bir bakış açısı üzerinden futbola yaklaşılmaya başlandı. Bu durum hem milli birlik ve beraberlik vurgusunu hem de futbol üzerinden yapılabilecek olan incelikli göndermeleri beraberinde getirdi. İşte tam bu noktada futbolun iktidarı kurumsallaşırken hayatımıza dahil olan ve bugün halen varlığını sürdüren futbolun kanaat önderleri olarak nitelendirebileceğimiz kişiler ortaya çıktılar. Bu isimlerin bazıları geçmişte futbolcu, hakem, teknik direktör, yönetici, gazeteci olarak da bu yapının içinde yer alıyorlardı. Ancak bir taraftan futbol dünyasındaki zenginleşmenin yarattığı yeni olanaklar ve öte taraftan medyanın futbola çok daha fazla yer ayırması ile birlikte bu yeni dönemde futbol bambaşka bir konuma büründürülmüş oldu.
Geriye dönük yapılacak bir arşiv taraması bile son yirmi yıl içerisinde bu alanda ön planda yer alan isimlerin üç aşağı beş yukarı hep aynı kişiler olduğu gerçeğini bizlere gösterecektir. Futbolun toplumsal hayatın bir minyatürü olduğu gerçeğinden hareket etmek suretiyle bu durumu irdelemeye çalıştığımızda ise karşımıza son derece tuhaf bir yapı çıkmaktadır. Çünkü rol modeli olarak bıçkın delikanlılık üzerinden gitmekte olan ve maçoluğu normalleştiren bir anlayışın futbol üzerinden toplumsal yaşama aktarıldığı gerçeği bizi karşılamaktadır.
Futbolun kanaat önderlerinin saha içinde ve dışarısındaki kavgacı bir yapıyı ekranlar aracılığıyla hayatlarımıza aktarmakta oldukları gerçeği üzerinde durmak zorundayız. Burası hem çok fazlasıyla ilgi çeken hem de kitlelerin var olan sorunlardan çok daha fazla etkilendiği bir alan görünümündedir. Ve burada yaşananlar sadece futbol dünyasının problemleri olarak kalmamakta, tüm ülke gündemine hızla taşınabilmektedir! Sorun da zaten işte burada karşımıza çıkmaktadır; spor sahalarında şiddet veyahut toplumsal hayattaki şiddet üzerinde yaptığımız değerlendirmeler de bu öncül(l)eri göz ardı ettiğimizde teşhis eksik kalmaktadır! Çünkü söz konusu olan bu kişiler konuşmalarıyla olduğu kadar vücut dilleriyle, mimikleriyle ve davranışlarıyla da birer rol model olarak takip edilmektedirler.
Onların basın toplantılarındaki söylemleri hızla dolaşıma sokulabilmektedir. Gündelik hayat içerisinde taraftarların birbirlerine yönelik kızdırma, şakalaşma eylemleri bile artık eskiden var olan naiflikten uzaklaşmıştır. Burada sadece bu rol modellerinin etkisi olduğunu söylemek haksızlık olacaktır ancak onların da bir katkısı olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz.
Futbolun maçolaşması ve erkekçe diye tabir ettiğim dilin dolaşıma her geçen gün biraz daha fazla sokulmasında bu aktörlerin büyük etkisi bulunmaktadır. Bu durum aynı zamanda sadece futbolla sınırlı olmayan bir ruh halinin ve etkileri çok daha derinlere inen bir durumun, toplumsal hayatımız içerisinde kökleşmesiyle sonuçlanmaktadır. Futboldaki bu maçoluk ve ağır abilik dili, hızla gündelik hayatımız içerisinde karşılık bulabilmekte ve normalleştirilmektedir. Çünkü burada tüm yaşananlar sadece burada kalamayacak kadar kamusal bir hale bürünmüştür. Çok uzağa gitmeden son iki ay içerisinde futbol dünyamızda yaşanan krizleri şöyle bir hatırladığımızda bütün hakkında kanaatlerinizin oluşacağını düşünüyorum. Haziran ayı başında milli takımın kaptanının, milli takım uçağında gazeteciye küfürler ederek saldırması. İkinci olarak Türkiye futbol direktörü Fatih Terim’in, Alaçatı’da bir mekanı basma görüntüleri. Son olarak ise Fenerbahçe kulübü başkanı Aziz Yıldırım’ın, trafikte kendisine sinyal ver diyen motorsiklet kullanıcısı ile yaptığı münakaşa ve ardından korumaların olaya müdahil olmaları.
Buraya saha içerisinde futbolcu tokatlamaktan, hakem tartaklamaya, tribünlerden rakip takım taraftarlarına bir takım nahoş hareketler yapmaya hatta yönetici tokatlamaya kadar pek çok örneği de verebiliriz.
Unutmadan hakemlerin soyunma odalarına kapatılma direktiflerinin verilmesi ve kapılarının tekmelenmesini de ilave edebiliriz. Ancak tüm bunlar ve daha fazlasını teşkil eden örnekler var olan bu maçoluk meselesinin arkasındaki saikleri tartışmamızdan çok örnekler üzerinden değerlendirmelere yol açabilir. Oysa asıl üzerinde durmamız gereken futboldaki bu maçoluğun sadece futbolla sınırlı kalmadığı gerçeği olduğu kadar, bu alanın beslenip büyütülmesine katkıda bulunan güçlerce de gözetilmesi meselesidir.
Gündelik hayatımız içerisinde kurallara uyan, saygılı, beyefendi diye tabir edebileceğimiz insanlarla olan etkileşimimizle bunun tam aksini temsil edenlerle olan ilişkilerimiz bile farklılık gösteriyor. Toplumsal hayatın adaletsizliği ve beraberinde getirdiği boşlukların doldurulması ile ortaya çıkan mekanizmalar da söz konusu olan bu maçoluğun gündelik hayat içerisinde yaygınlaşmasına katkıda bulunuyor.
Siyasetin dilini ve karşılıklı ifadeleri de buraya eklediğiniz vakit, güç ile birlikte işleyen bir anlayış karşımıza çıkartılmış oluyor. Burası o kadar etkili bir mecra olarak işliyor ki, başta medya olmak üzere tüm kesimlerle ilişkili bir network sizi karşılayıveriyor.
Aynı kişileri farklı kanallarda, farklı gazetelerde buna karşın hep aynı söylemle ve hep aynı sırıtan dişlerle görmeye devam ediyorsunuz. Aslında bu sahte gülüşler ve hep bir örnek yapmacık yüzler de 1980 sonrası yaşadığımız büyük dönüşümün en bariz görüntüleri olarak değerlendirebiliriz. Sorulamayan sorular, abartılı tanımlamalar, var olan durumdan ziyade var olacağına yönelik niyetlerin havada uçuştuğu yargılar.
Son on yıldır futbolumuzu yönetenlerin sürekli olarak devrim lafını kullanmaları buna karşın bırakın devrimi futbolumuzun evrimini bile bir türlü tamamlayamamasının üzerinde bile duramıyoruz! Bu ruh hali öylesine etkileyici ki, abartılı paralar üzerinden konuşulur ve vatan, millet, aile gibi kutsallar üzerinden devam edilirken asıl konuşulması gerekenler hiç ama hiç konuşulmaz!
Futbolun maçoluğu ve onun önce sahalarda ardından ekranlar aracılığıyla gündelik hayatımıza olan etkileri, bu görmezden gelinenler sayesinde her geçen dakika biraz daha fazla hayatlarımızı esir almaya devam ediyor. Aynı yüzler, aynı sesler, aynı teraneler ile sürdürülen buna karşın elimizden kayıp giden yıllarımız, umutlarımız, yarınlarımız.