Ülke futbolumuzdaki gelişmeler her zaman olduğu gibi hız kesmeden birbiri ardına gelen uygulamalarla sürüyor. İşin tuhaf kısmı ise her geçen gün biraz daha fazla dip yapıyoruz buna karşın yaşananları kanıksamak suretiyle, oluruna bırakmayı tercih ediyoruz. Üzerinde konuşacağımız o kadar çok olay ve o kadar çok sorun bulunuyor ki elinizi nereye atsanız elinizde kalıveriyor. Futbol federasyonu başkanının etik vedasından hemen önce Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne getirilen Şenol Güneş’in A Milli Takım aday kadrosuna çağırdığı isimler açıklandığında bir önceki dönemin çöpe gittiği anlaşılmış oldu.
Lucescu döneminde gerek davranışları gerekse de yaklaşımları nedeniyle Milli Takım’dan uzaklaştırılan futbolcuların yerine gençlere dönük bir anlayış benimsenmiş ve maçlara bu yönde bir kadro yaklaşımı ile çıkılmıştı. Geleceği hedefleyen bir yaklaşım adına gençlere sarılınmış ve kendilerini göstermelerinin önü açılmıştı. Görev değişikliği sonrasında ise kaldığımız yerden aynen devam denen bir anlayış ile yine eskilere sarılan bir yaklaşım yeniden sahneye konuldu 39 yaşındaki kaptan yeniden umut oldu. Bir önceki dönemi kaybettiğimizde gençleri kazanacağımızı düşünmüştük ne yazık ki yeni dönemde onları da kaybetmişiz!
Milli Takım tartışmasının içerisinde yabancı kuralı meselesi uzun bir süredir yeniden önümüze konuluyordu. 1951 yılından günümüze kadar on dört kez-ki bazı yıllar içerisinde birkaç kez olmak üzere değişikliğe gidilmiş. İlginç olan husus başlangıç tarihinden tam kırk yedi yıl boyunca sadece dört kez artırım yoluna gidilirken 1998-99 sezonundan 2015 sezonuna kadar ardı ardına değişiklikler yapılmaya devam edilmiş. Bir yabancı oyuncu ile başlayan kuralda 14 yabancı oyuncu transferine kadar uzanan bir çizgide zikzaklar yaşanmış. Yeni getirilmek istenen sistem ise 2007-2008 sezonunun içerisinde revize edilen 6+2+2 kuralına dönüşü getiriyor. Yani sahada en çok 6 yabancı oyuncu olabilecek, 2 oyuncu yedekte ve 2 oyuncu da tribünde bulunabilecek.
İstiklal Marşı söyleyemeyen oyuncu sayısından gelmiş olduğumuz noktanın futbol ile bir ilgisi yok. Buna karşın yapılmaya çalışılan değişikliğin ülkedeki futbol kalitesini arttırma ve genç oyunculara daha fazla yer bulma gibi bir derdi de bulunmuyor. O halde yine her zaman olduğu gibi bir mantıkla hareket edilerek bir anda arttırılan sayının bu kez azaltılması ve buradan daha kaliteli oyuncu yetiştirilmesi gibi bir sonucu da beklemek hepimiz için hayaldir. Kimse kendini kandırmasın bu tuhaf zihniyet kalıpları ile bu ülkedeki gençlerin futbol dünyasına kazandırılması ve onların ülke futbolunu ihya etmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamayacaktır!
Futbol üzerinden konuştuğumuzda tabii ki asıl ilginin üzerinde toplandığı Süper Lig mücadelesine odaklanılıyor. Burada dikkat çekici olan husus ise bu yıl devreye giren VAR sistemi sonrasında sorunlarımızın giderek daha çözümsüz bir hale dönüşmüş olmasıdır. Hakemlik müessesemizin her geçen hafta daha kötü sınavlar veriyor olması ve daha şimdiden bir Hakem Kurulu değişikliğine gidilmiş olması da cabası. Her geçen hafta futboldaki kesinti süresi biraz daha artıyor ve başta sahadaki futbolcular olmak üzere herkes hakemin ekran işaretini beklemeye başlıyor. Sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyelim bu sistem öyle iddia edildiği gibi sorunları çözmediği gibi çözümsüzlüğü daha aleni bir hale büründürmüştür. İkinci olarak ‘daha eşit olan takımları’ diğer takımlar karşısında her bakımdan çok daha fazla avantajlı bir pozisyonun içerisine sokuvermiştir.
Bu daha eşit meselesini biraz daha açayım; George Orwell’ın unutulmaz eserlerinden birisi olan Hayvan Çiftliği’ndeki cümleleri hatırlayalım: Bütün hayvanlar eşittir bazıları daha eşittir. Bizde de bütün takımlar eşittir ama bazıları daha eşittir. İşte bu daha eşit olanlar maç içerisinde hakemlerin kararları ile faullerle, penaltılarla verilen veyahut verilmeyen kartlarla daha eşit konumdaki yerlerini korumayı sürdürürler. Son bir örneği Kayserispor ile Başakşehir kulüpleri arasında oynanan karşılaşmada yaşadık. Maçın bitiminde verilen penaltı için VAR sistemine giden hakemin vermiş olduğu kararı sorgulamak yerine şu sorunun yanıtını aramanın daha doğru olacağını düşünüyorum: Acaba hakemimiz aynı kararı İstanbul’da oynanan karşılaşmanın bitiminde verebilir miydi? Yoksa tıpkı diğer daha eşitlere yapıldığı gibi pas mı geçerdi! Soruyu yabana atmayın çünkü bu soruya verilecek olan yanıt beraberinde ülke futbolunun neden bu halde bulunuyor olduğuna ilişkin bilgileri de içermektedir.
Örnekleri çoğaltabilirim ancak her yeni örneğin beraberinde oynanan ortaoyununa ilişkin tuhaflıkları da arttıracağını belirtmeliyim. Söz gelimi uzatma dakikaları oynanırken daha eşit takımlar için süre en son noktaya kadar kullandırtma yoluna gidilirken tam tersi bir durumun önüne geçmek için rakibin kalecisiyle arasında oyuncu kalmadığı anda oyun durdurulmaktadır. Adalet dağıtan hakemlerimizin kafalarının arkasında sürekli olarak daha eşitlerin kodlanıyor olması ve medya baskısı beraberinde sağlıklı bir maç yönetimini güçleştirmektedir. Bu ise Avrupa’nın en iyi hakemlerinden birisi olarak gösterilen Cüneyt Çakır’ın yönettiği karşılaşmalarda bile benzer eleştirileri almasına yol açabilmektedir.
Oynanan oyunun kimseyi tatmin etmediği buna karşın tutulan takım üzerinden var olan durumu değerlendirmenin bir adım ötesine geçemeyen fanatiklik penceresi nedeniyle sorunları değil kendi doğrularını dayatmayı çözüm olarak gören taraftarlık modeli sayesinde bir adım mesafe bile alamıyoruz. Bütün takımlar federasyondan, hakemlerden, tahkim kurulundan velhasıl futbolu oluşturan pek çok aktörden şikayetçi buna karşın kendilerinin kötü yönetimleri meselesi ile ilgili olarak en ufak bir eleştirileri bile bulunmuyor. Böylesi sıkıntılı bir atmosferin içerisinde Türk futboluna ilişkin sorunları çözmek mümkün olmadığı gibi mesafe bile kat edemiyoruz.
Kendimizi kandırdığımız futbol denilen orta oyunu içerisinde kendisi küçük buna karşın etkisi her geçen yıl biraz daha kalıcı hasarlar bırakan çarpıtmalarla yolumuza devam ediyoruz. Farkında mısınız futbol bizi uzun bir zamandır birleştirmiyor tam tersine giderek daha fazla ayrıştıran, bölen bir unsur olarak önümüze konuluyor. Bu öylesine kanıksanan bir ruh hali ki her gittikleri yerde şiddet gören bir takımın oyuncuları kendi sahasında rakip futbolcularına kesici aletle saldırabiliyor. Fair Play denilen dürüst oyunun bir hayli gerisinde kaldığımızı hem saha içerisinde olanlardan hem de sahanın dışındaki tuhaf uygulamalardan fazlasıyla görüyoruz. Olan ise bir zamanlar kalplerimizde başka bir yerde konumlandırdığımız oyuna ve bu oyunla birlikte feda ettiğimiz güzel anılarımıza oluyor. Keşke futbolumuzu da hayatlarımız gibi sıradanlığa teslim etmeseydik!