Süper Lig'de ilk yarı pazartesi günü oynanan karşılaşmalarla sona erdi ve Trabzonspor kulübü en yakın rakibi Konyaspor'un yedi puan önünde ligi lider tamamladı. Fakat asıl ilgi çekici olan herhalde lig tarihi içerisinde ilk kez üç büyükler olarak adlandırılan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin lig lideri ile aralarında bu kadar çok puan farkının oluşmuş olmasıydı. Fenerbahçe ile on dört puan, Beşiktaş ile on sekiz puan ve Galatasaray ile on dokuz puanlık bir fark hiç de alışkın olmadığımız bir lig görünümünü yaşadığımızı ortaya koyuyor. Öte yandan durum sadece puan farkının açık olması ile açıklanamayacak kadar daha kapsamlı sorunların üç büyükler açısından devam etmekte olduğunu ortaya koymakta. Hem Beşiktaş kulübü hem de Fenerbahçe kulübünde ligin ilk yarısı tamamlanmadan teknik direktörler ile yollar ayrıldı. Galatasaray için ise Fatih Terim'in bir teknik direktörden çok daha ötesi olduğu gerçeği, kendisini göstermeyi sürdürmekte.
Beşiktaş ile yollarını ayıran Sergen Yalçın'la başlamak çok daha yerinde olacağı kanaatindeyim. Çünkü Sergen Yalçın'la birlikte bir sezonda üstelik son derece kısıtlı bir kadro ile iki kupa kazanan ve önümüzdeki hafta oynanacak olan süper kupa finalinde bunu üçe çıkarma şansı bulunan bir teknik direktörün bir çırpıda kulüple yolları ayrıldı. Yani bir başka ifadeyle Vefa gerçekten bir semt adıymış cümlesi bir kez daha gerçek oldu. Türkiye'de kulüp yönetimlerinin başarı konusunda kendilerine pay çıkartmadaki maharetlerini her nedense başarısızlık söz konusu olduğunda sadece teknik isimlere kesmelerinden fazlasıyla biliyoruz. Ancak böylesi her adımın kulüpleri biraz daha fazla borç batağına sokmakta olduğunu da en iyi bilmesi gereken kulübün Beşiktaş olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Çünkü Beşiktaş kulübü halen sözleşmesini feshettiği için Abdullah Avcı'ya yüklü bir ödeme yapmayı sürdürüyor. Şu anda ise takımın başına kimi getirebileceği konusundaki belirsizliklerle boğuşmaya devam ediyor. Bir de bir önceki kulüp başkanı Fikret Orman'ın geçtiğimiz hafta yapılan oylamada ibra edilmemesi gibi son derece ilginç gelişmelerde bir süre daha konuşulacak gibi duruyor. Sergen Yalçın'ın geçen sezon şampiyonluğu kazanan takımın başında olmasının ardından kendisi ile ilgili yine bu köşede bir yazı yazmış ve şu cümlelerle yazıyı bitirmiştim: Başka türlü bir futbol ikliminin ve futbol anlayışının söz konusu olabileceğinin saha kenarındaki temsilciliği konusunda Sergen Yalçın'ın çok daha aktif bir rol üstlenmesini dilerim. Ne yazık ki Türkiye'nin klasik başarı hastalığı uzun yıllar boyunca takımın başında önemli işler başarabilecek bir teknik direktörü çok kısa bir süre içerisinde harcadı! Aslında sadece bu bile hem futbolumuzun hem de ligimizin neden bir türlü bir yerlere gelemediğinin net bir biçimde özetleyen bir gelişme olarak da yorumlanabilir.
Fenerbahçe her zaman bu ligin üzerinde en çok konuşulan takımıdır ve Fenerbahçeli taraftarlar için yıldız futbolcular kadar kenardaki teknik direktörün oynattığı futbol da son derece önem taşır. Ali Koç'un her yıl yeni teknik direktörler ve onlarca futbolcu denemeleri sonrasında gelinen noktada taraftarlar tarafından istifasının isteniyor olması son derece manidardır. Yine kaybedilen bir sezon ve umutları kaybolan milyonlarca Fenerbahçe taraftarı için bekleyiş söz konusu olacak. Önümüzdeki yılın bir başkan değişikliğini getirmesi bile olası bir durum olarak görülebilir. Başkanın önünde taraftarın beklentilerini boşa çıkartmayacak bir teknik direktörü getirme gibi büyük bir mesele duruyor.
Galatasaray'ın yeni başkanı Burak Elmas için de işler istenilir bir düzeyde gitmiyor. Sadece Avrupa kupasında yoluna devam eden bir takım var buna karşın ligde alınan başarısız sonuçlardan çok daha fazla takımın hakemler tarafından puan kayıpları yaşadığı algısı taraftarlar tarafından kabul görüyor ve bu durumda yönetimin yeterince kararlı bir tablo sergilemediğini düşünüyorlar. Fatih Terim'in aldığı cezalar ve takımın süper ligdeki karnesi ise hakikaten içler acısı bir görünümü ortaya koymakta. Üç takımın da çok kolay gol yediği buna karşın gol yollarında sıkıntı yaşadığı bir sezonu yaşıyoruz. Galatasaray açısından belki de tek kurtuluş yolu UEFA Avrupa liginde yola sonuna kadar devam edebilme kararlılığını göstermekten geçiyor. Bu kadro ile özellikle Muslera'nın yokluğunda bunu başarabilirler mi? Açıkçası çok umutlu değilim.
Bu sezon için asıl üzerinde konuşulması gerekenlerin teknik direktörlüğünün başındaki yeni isimler olduğunu belirtmeliyim. Konyaspor ile İlhan Palut, Hatayspor ile Ömer Erdoğan ve Başakşehir ile Emre Belözoğlu gerçekten göze hoş gelen ve farklı bir futbol anlayışını hayata geçirmeye çalışıyorlar. Zaten puan tablosu da bu takımların olduğu yerin ilk beş içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu ülkenin futbolu daha farklı bir yere doğru gidecekse yolun bu ve benzeri genç isimlerden geçeceğinin altını çizmeliyiz. Öte yandan başka türlü bir futbolun mümkün olabilmesinin yolu ise mutlak surette hakemlerin de değişmesinden geçiyor. Türkiye'de ısrarla her hafta hakemleri konuşmaya ve verilen kararlar kadar verilmeyenlere vurgu yapmayı sürdürmek durumunda kalıyoruz. Standartların olmadığı ülkelerde verilen her karar verilmeyen kararlar kadar konuşulmaya ve tartışılmaya devam edecektir. Türkiye yıllardır bu tuhaflığı çözemediği gibi devreye sokulan VAR sistemi ile de daha da içinden çıkılamayacak bir konumun içerisine sokulmuş oldu.
Aslında yazı boyunca anlattıklarım ilk yarıya ilişkin genel bir değerlendirmeyi ortaya koymakla birlikte önümüzdeki yılda yaşanacaklara dair de ipuçlarını içermekte. Milli takım düzeyinde Şenol Güneş'ten boşalan yere Stefan Kuntz'un gelmesi ile son anda play off karşılaşmaları oynayacak olmamız, umudu sürdürmemize yol açtı. Ancak işimizin hiç de kolay olmadığını ve Katar 2022'nin yolunun önce Portekiz'i ardından da İtalya-Kuzey Makedonya maçının galibini geçmek durumundayız. Dilerim bu iki zorlu karşılaşmayı aşar ve Katar'daki turnuvaya katılma başarısını gösterebiliriz. Geriye dönüp bakıldığında eğer Avrupa Şampiyonası'nın hemen ardından gereken adımları atmayı başarabilseydik belki şu anda bütün bu olasılıkları konuşmak zorunda bile kalmayacaktık!
İki nokta üzerinde daha durmanın yerinde olacağını düşünüyorum bunlardan ilki yaşadığımız ekonomik belirsizlik sonrası gelişmelerin süper ligde yapılacak olan ara transfer sezonuna da etkide bulunacağını ve bundan sonra o çilek transferlerini unutmamız gerekeceğini hatırlatmak isterim. İkinci olarak kulüplerin bir yıl önce dolar üzerinden aldıkları naklen yayın bedellerini Türk Lirası'na çevirmeleriyle birlikte yaşadıkları zararı, sevgili dostum Tuğrul Akşar'ın geçtiğimiz günlerdeki yazısından okuyabilirsiniz. Bu iki gelişmenin de ülke futbolunun önümüzdeki yıllardaki gidişatını doğrudan etkileyeceğini göz ardı etmemeliyiz. Önümüzdeki sezonda daha keyifli bir lig izleyebilmeyi ve daha az hakem konuşmak suretiyle, futbolun güzelliklerine odaklanabilmeyi umut ediyorum. Tartışmaların, kavgaların, gürültülerin olmadığı sadece futbolun ön planda olduğu bir lig izleyebilelim.
2022 yılının hepimiz için çok daha umut verici bir yıl olması dileğiyle.