Bugünün iktidar odakları tüm dünyaya yoksullar ve sığınmacılar üzerinden dev mizantropi dalgaları yayıyor. İnsana, insan hayatına yönelik saygısızlık, umursamazlık ve nefret artık bir tahakküm ve yönetme biçimi oldu. İnsan; umursanmayarak, küçümsenerek, horlanarak, giderek bir nefret nesnesine dönüştürülerek isyan ve inşa potansiyellerinden soyuluyor. Ücretler kısılıyor, sosyal güvenlik kurumları tıraşlanıyor, özgürlükler sınırlanıyor, insan hayatının değeri parayla ölçülerek devalüe, insanın yeryüzündeki konumu siyasallaşmış dinin söylemleriyle 'degrade' ediliyor. Akdeniz'de boğulan sığınmacılara yönelik acımasızlık da, Yemen'de açlıktan ölen çocuklara yönelik umursamazlık da, toplumsal gösterilerde inen copların şiddeti de, küresel ekonominin sınıflar arasına açtığı uçurumlar da 19'uncu yüzyıldan bu yana toplumsal mücadelenin ve akılcı, materyalist felsefelerin kazanımlarının hızla yitip gittiğinin göstergeleridir. Totaliter rejimler dünya haritası üzerinde mantar gibi biterken, bilinçli insan eylemi çaresizlik olarak tecrübe ediliyor. İnsan bedeni muhafazakâr edep söylemleriyle terbiye malzemesi kılınır, bütünselliği tahrip edilirken, kendisine düşmanlaştırılmış insan itaat eyleminde şifa arar hale düşürülüyor.
Sağ popülizmin hedef kitlesi olan popülasyon, iktidarlarca önce korkutulmuş, sindirilmiş, sonra bilinci ve arzusuyla çok daha büyük ve derin olduğu bir devletin sığ boyutuna indirgenmiş, küçültülmüş insanlardan müteşekkil kılınmıştır. Sağ popülizmi iktidara taşıyan ve iktidarda tutan bu küçümseme ve küçültme operasyonlarıdır. Siyasi, iktisadi, kültürel ve dinsel bütün söylemleri ile sağ popülizm, insanın yeryüzündeki konumuna dair bilinçliliğini sarsmak üzere harekete geçmiştir.
Siyasette parlamento, ekonomide refah toplumu, kültürde hümanizm ve akılcılık önemsizleştirilmeye çalışılırken, iktidarlar da bir yandan uhrevilik iddialarına bürünüyor.
Tıkış tıkış kamyon dorselerinde, traktör treylerlerindeki mevsimlik işçilerin, dolmuş taşmış plastik botlardaki sığınmacıların, karada ve denizde şiddet dalgalarına karşı verdikleri mücadelede insanın insan olarak doğumuyla kazandığı değeri ve hakları saptamaya ve bulmaya yeltenmeyen toplumlar, dalga dalga kabaran küresel mizantropinin sebep olduğu, akıbeti belirsiz entropik savrulmalarda kendi üzerlerindeki kontrolü kaybedip iradelerini despotlara kolayca teslim edecektir.
Şimdi bu siyasal ve iktisadi mizantropiye, kültürel nefrete, dinsel terbiyeye karşı insanın megalomani ile değil ama sağlıklı bir narsisizmle mücadele etmesi gerekiyor. İnsan aynadaki aksinde ya da karşısındaki bir başka insanın suretinde yeniden kendine hayranlık duygusunu yakalamalıdır. Edebiyatta, sanatta, bilimde, toplumsal mücadelelerde, tarihte ve şimdide insana, insanlığa, zor ama güzel bir durum olan insan olmaya hayran olma, hayranlık duygumuzu uyarma zamanıdır şimdi.
Aslına bakarsanız, demokrasi de sosyalizm de kendini beğenen, kendi kıymetini bilen insanların talebidir. Özgürlük mücadeleleri narsist insanların işidir bence. Ya da tevazu içinde ve risk altında bir filantropi.
Evet, az önce 'megalomani'nin karşısına 'narsisizm'i koydum.
Sağ popülist liderlerin, yeni despotların kendilerini seyrettikleri dev aynası ile Narkissos'un sudan aynasını birbirinden ayırmak için.
Dev aynalarının ürettiği akis, otoriteryan bir megalomani, bir kendini diğerlerinden üstün, büyük görme durumuysa, sudaki akis mütevazı bir ruh hali, dramatik bir hayranlık oluşturur. Narkissos belki de o gün orada, yanında kimse olmadığı için kendi yansımasına, ama kendi dolayımıyla aslında insana aşık olmuştur. Bu iki ruh halinin geometrisi bile farklıdır. Megaloman, diğerlerini aşağılayan bakışı ile hiyerarşi kurar, üst makama yerleşirken, narsist kendisine ve bütün insanlığa eşitlikçi bir yerden yaklaşır, hatta nergis çiçeği gibi insanın güzelliği ve değeri karşısında tevazu ile eğilir, insanı hayranlıkla kucaklamak ister.
Şimdi burada 9 yıl kadar önce yazdığım 'Sağlıklı Narsisizm' başlıklı yazımdan bir iki alıntı yapmak isterim:
“(…) Kendisine hayran, kendisine aşık, narsist bir insanın bugünkü toplumsal düzenle, kapitalizmin insanı indirgediği yerle barışması, böyle bir konumda düzenle uzlaşık bir ruh hali içinde yaşaması mümkün mü?
Ya da kapitalist iş bölümünde kendisine tanınmış yerle sınırlı bir hayata zorlanmış, sadece işyerinde ve pazarda değil hayatın her alanında sermayenin kâr maksimizasyonu ve düzenin bekası dışında bir amaca yönelmesi engellenmiş bir insanın narsist olması?
(…)Narsisizm bir yandan da çok bireysel bir deneyim olarak görülebilir ve narsist birinin içine kapanacağı, etrafında olup bitenlerle ilgilenmeyeceği söylenebilir. Ama öyle mi? Bir narsist başkalarının onayı olmadan kendisine olan hayranlığını sürdürebilir mi? Zor.
Peki, her gün kendisine bir işgücü ve tüketici olmak dışında bir kıymeti olmadığını hissettiren bir düzende bir insan kendisine hayran olunmasını, beğenilmeyi bekleyebilir mi?
Bu düzenin dışına çıkmadığı ya da bu düzene başkaldırmadığı sürece olabilir mi bu?
Her insan sonunda insanlığa hayran olunmadıkça kendisine de hayran olunmayacağını ve hayran olamayacağını anlamaz mı?” (Henüz Zaman Var, Sayfa 207)
Mizantropi ve megalomani kardeş kavramlar olarak toplumsal hayatı gücün ve paranın insansızlaştırılmış mantığıyla entropiye sürüklerken, insana yönelik bir hayranlık ve arzu durumu olarak narsisizm bir yerde filantropi ile buluşarak toplumsallaşmaya, kıymet bilir bir toplumsal hayat kurmaya eğilimlidir.
Evet güzelsiniz, kıymetlisiniz, dediğiniz kadar var, hayran olduğunuz kadar; ama şimdi suyun aynasından başınızı kaldırıp ufka da bir bakın artık. Şu gelen botlara. İnsan dolu.