Türkiye’de politik hesaplaşmalar cumhuriyet tarihimiz boyunca meclis kürsüsünden ziyade devletin tepesinde yaşandı. Söz konusu hesaplaşmalar bir “değişime” yol açacaksa bile, bu, “devletin gerçek sahiplerinin” açık veya zımnî “desteğiyle” gerçekleşti. Hükümetler o tepede esen fırtınalarla, “devlete zeval vermeden” el değiştirdi. Sokak ise bu fırtınalardan fazla etkilenmedi ve çoğunlukla sakin bir yer olageldi.
Statükoya yaslanmış cumhuriyet elitleri ise –“devletin gerçek sahiplerini” işaret etme dışında- sokağa çıkmaya fazlaca ihtiyaç duymadılar. Ancak ne zaman ki, askeri vesayet rejimi geriletildi, statükoya artık yaslanamayan elitler siyasi talep ve itirazlarını kendilerinden başka bir gücün sahiplenemeyeceğini –faz farkıyla da olsa- kavradılar.
Bu kitlelerin doğrudan söz alacakları yeni bir toplumsal muhalefeti filizlendirebilmeleri için bir kıvılcım yeterli olacaktı. İktidarın “rıza” temelinde geliştirip uygulamaktan uzak neo-liberal politikalarının fiziksel çevre ve toplumsal dokuda yol açtığı tahribatlar zaten tepki çekiyordu. Bu tahribatı önemsemeyen kibirli ve büyüklenmeci tavır şiddetlenip, gölgesini gündelik hayatın farklı alanlarına taşırınca, o kıvılcım çakmakta gecikmedi. Kendilerini yönetenlerin bu politika ve yönetim tarzlarıyla ihtilafları derinleşen kesimler bir anda sokakları doldurdu. Sokak Türkiye’de siyasete ilk kez bu denli güçlü ve kendiliğinden bir şekilde yer açmış oluyordu. Önce Gezi Parkı’nda bir araya gelen kesimler giderek otoriterleşen bir hükmetme anlayışının da karşısına dikildiler.
Epeyce yazıldı çizildi ama Gezi Direnişi ile ilgili özellikle şu hususların altını bir arada çizmek ve orada nelerin olduğunu, nelerin olmadığıyla birlikte değerlendirmek önemli görünüyor:
1. ÖZNE: 2013 yılı haziran ayına damgasını vuran “Gezi Direnişi”, toplumun bir araya gelmesi pek mümkün olmayan kesimlerini, merkezinde orta sınıfların yer aldığı bir koalisyonda buluşturdu. Ancak bu buluşmada Gezi Direnişi’ne ve onunla start alan sivil siyasete ruhunu en fazla üfleyen kesim, o güne dek politikaya mesafeli olduğunu düşündüğümüz kitleler oldu. Bu kitleler elbette ki bu karakterleri dışında –çoğunlukla yüksek eğitimli ve genellikle yüksek vasıflı işgücünü temsil eden- sosyolojik altyapılarıyla da ele alınmayı hak ediyor. Ancak geleneksel olarak apolitik bildiğimiz bu kesimlerin politik bir özne olarak inşa süreci, dikkatlice incelenmesi gereken ve yarının siyaset dünyasına dair önemli ipuçları da verebilen bir olgu.
2. ARAÇLAR: Gezi Direnişi Türkiye’de yeni bir siyaset dilinin ve siyaset alanının imkân dahilinde olduğunu da gösterdi. Üstelik bu alan ve dile işaret etmekle kalmayıp, bunlar üzerinden üretilen bir siyasi eylemliliğin kimi örneklerini haftalarca bünyesinde barındırdı. Gezi, salt bir karşı çıkış olmakla kalmadığı gibi, eşitlikçi, dayanışmacı, ideal bir insanlık/yurttaşlık durumu rüyası görmekle de yetinmedi. O düşü kısa süreliğine de olsa Gezi Parkı’nda gerçek kıldı.
3. YURTTAŞLIK: Gezi Direnişi orta sınıfların yaşadıkları kent ve bu kente yönelik tehditler üzerine ilk kez kolektif olarak düşünüp tartıştıkları ve aksiyon aldıkları bir eylemlilik de içeriyordu. Parkıyla, meydanıyla, mahalleleriyle kentsel mekanlar üzerinde ve toplumsal dokuda büyük tahribatlara yol açan neo-liberal politikaların karşısına da bir itirazla çıkan Gezi Direnişi, bir anlamda yeni bir yurttaşlık bilincinin de nüvelerini taşıyordu. Gezi’de bu bilinçle elde edilen kazanımlar aslında sadece Gezicilerin değil, geleneksel olarak AKP destekçisi olarak bilinen kitlelerin de hanesine artı olarak yazılacaktır.
4. MEŞRUİYET: Gezi Direnişi ile Türkiye’de siyasi eylemlilik ilk kez toplumsal meşruiyeti –tüm karşı saldırı ve kışkırtmalara rağmen- bu denli önemseyen bir görüntü çizdi. Ve –bazı istisnalar dışında- şiddet kültürüyle arasına ilk kez bu denli belirgin bir mesafe çekti. Güvenlik güçlerine molotof kokteyl atanlar arkalarında ancak iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda insan buldular. Kendilerine su ve gazla, plastik mermiyle saldıran polis ve TOMA’lara taş atanlar ise belki onlarca destekçi görüyordu ama şiddeti dışlayan pasifist “oturma” ve “durma” eylemleri yüzlerce, binlerce kişiyle büyüyor, hareketi güçlendiriyordu. Kısacası, ancak toplumsal meşruiyeti önemseyen bir hareketin kendisini güçlendirebileceği bizzat sahada öğrenildi.
5. MUHATAP: Merkezinde orta sınıfların yer aldığı bir koalisyon çerçevesinde Gezi’de buluşan kesimlerin en büyük sözü belki iktidara idi. Ancak Gezi’deki kitlelerin muhalefet partileri ve kitle örgütleri de dahil- siyaset sahnesindeki tüm kurumsal aktörler için “ders alınması gereken” çeşitli mesajları vardı. Gezi, varolan siyasi statükoya ve siyaset yapma biçimine karşı konuşuyordu.
Bütün bunlara bakarak “Gezi Direnişi” ile Türkiye’de siyasetin belki de tarih-öncesinin sona erdiğini, asıl tarihinin bundan sonra başlayacağını söyleyebiliriz. Ancak Gezi Direnişi’nde olanlar kadar olmayanları ya da aralanmayan kapıları da görmek ve altını çizmek önemli:
1. SOL İMZASI: Gezi Direnişi bu eylemliliği doğası gereği sahiplenen Sol’a tarihsel olarak ne kadar haklı olduğu mesajını vermedi. Solun kimi kesimlerinde Gezi Direnişi ile birlikte hakim olan “biz zaten söylemiştik” kolaycılığının yanıltıcı olduğunu kabul etmemiz lazım. Türkiye’de çok sayıda sol parti veya fraksiyon Gezi Direnişi öncesinde epeyce kitle eylemleri deneyimine sahipti. Ama işte sonuç ortadaydı ve Gezi sırasında iktidara yöneltilen öfke Sol’un üzerinden akma ihtiyacı duymamıştı. Bu nedenle Sol, iktidara Gezi Direnişi sırasında yöneltilmiş bu keskin muhalefetin neden daha önce kendi üzerinden bir çıkış gerçekleştiremediğini de kendisine sormak ve bir şekilde cevabını bulmak zorundadır. Kitlelerle ilişkisi büyük yapısal sorunlar içeren Sol kendisine bu soruyu sorarak hem geçmişiyle, hem de geleneksel siyaset yapma araçları ve diliyle yüzleşmek durumundadır. (Tabii bunu Fırat’ın doğusunu hariç tutarak söylemek lazım. Zira Kürt hareketinde son 30 yıldır kitleselleşebilmiş bir yapı var.) Dolayısıyla Sol Gezi’nin lideri değil, kamuoyundan destek görebilmiş bir direnişin parçası olma şansına kavuşmuş, takipçisi bir kesimdir.
2. SINIF: Gezi’de beyaz yakalı plaza çalışanları ile şehrin alt-orta katmanlarından insanlar da vardı belki, ama bu, klasik bir “işçi sınıfı” eylemi, bir “emek hareketi” sayılmazdı. Dolayısıyla 2013 Gezi Direnişi’nin arkasında klasik “sınıf” tanımına denk düşen kitleler aramak çok anlamlı olmayacaktır. Ancak Gezi’de sınıfsal bir direnişin olmaması, Gezicilerin sınıfsal tabanlarını iyi tahlil edip bunu genişletme çabası göstermelerinin önünde engel değil. (Aksine Gezi öncesinde olduğu gibi sonrasında da sınıfsal tabanlarını genişletme ya da en azından konsolide etme çabasında olanların iktidar partisiyle özdeşleşen kesimler olduğunu da görmek lazım.) Oysa Gezi’yi önceleyen olaylara ve eylemlere, 1 Mayıs 2013’e, Reyhanlı ve ODTÜ eylemlerine, hatta Roboski’ye, Gazi’ye baktığımızda bu tabanın nerelere genişletilebileceğini görmek mümkün.
3. DEMOKRASİ DENEYİMİ: Gezi iyi niyetli ve eşitlikçi bir demokrasi pratiği içermiş bir direniş olsa da dillendirdiği söz ve taleplerini tam bir doğrudan demokrasi deneyimine yerleştirmiş sayılmaz. Zira bir çok yerde semboller üzerinden yürütülen eski siyaset yapma alışkanlıklarının da benimsendiği görüldü. Oysa devletin müdahalesinin azaldığı bir zeminde Gezi’de olgun bir doğrudan demokrasi pratiği yeşertilebilseydi, siyaset yapma biçimimizi kökten değiştirecek bir dönüşüm gerçekleştirilebilirdi. Ancak böyle bir dönüşümü gerçekleştirmek için gerekli irade bundan sonra da sergilenebilir. Yeter ki bunu isteyenler bu dönüşümü kendilerinden başlatmayı ve siyaseti bir iktidar mücadelesinden çok iktidarınkinden farklı bir meşruiyet tarzıyla bir araya gelme, bir başkasıyla ilişkisi içinde eşitlikçi bir özgürleşme süreci olarak görmeyi bilsinler. İşte belki de o zaman Sol’un tarih öncesi gerçek anlamda “tarih olacak” ve Türkiye’de Sol o zaman kitleselleşebilen geniş bir hareket olarak “tarih yazmaya” başlayabilecek.
4. DEVRİM: “Devrim Gezi’de göz kırptı” yanılsama ve kolaycılığına düşmemek gerekiyor. Çünkü Gezi’de böyle bir “devrimci durum anı” yoktu. Evet, Gezi Parkı’nda eşitlikçi, ideal bir insanlık/yurttaşlık durumu rüyası görmekle yetinilmemiş, o düş kısa süreliğine de olsa gerçek kılınmıştı. Dolayısıyla bu belki kendi başına bir “devrim” sayılabilirdi. Ama kelimenin Ortodoks Sol’da içeriklendirildiği anlamda bir “devrimin göz kırpmasından” söz edilemez. Kelimelerin nasıl içeriklendirildiği de belki bir noktadan sonra çok önemli değil. Burada önemli olan, “devrim Gezi’de göz kırptı” iddiasına yaslananların, telaşlı bir eylemlilik ile dikkatlerini iktidarı yerinden edecek hamlelerin ne olduğuna ve bir sonraki “göz kırpmaya” yoğunlaştırabilmiş olmaları. Bu da yaşananları hızla acı bir hayal kırıklığına taşıyan nedenlerden biri oldu. Kitlelerle ilişkisi sorunlu olagelmiş kitlesel örgütler ve sınıfsal bağlarını kurmada yapısal sorunlar yaşamış Sol parti ve topluluklar kendilerini dönüştürmekte geciktikçe bu hayal kırıklıkları her zaman yaşanabilir. Bu haliyle varılmak istenen duraklar da çok uzun yıllar bir düşten ibaret kalır.
5. SONUÇ: Mayıs ayının son günlerinde start alan Gezi Direnişi bugün sona ermiş bir görüntü verebilir. Sokak hareketleri içeren bir eylemliliğin –üstelik de parka dair taleplerini kabul ettirme başarısı gösterdikten sonra- aynı yoğunlukta çok uzun süre devam etmesi zaten mümkün değil. Ancak Gezi başlamış ve sonlanmış bir süreç de değildir. Etkileri ortaya çıkarıp ilk ivmesini verdiği yeni olasılıklarda bir “enerji hali” olarak yaşamaya devam edecektir.
Gezi ile varlığından haberdar olduğumuz bu “enerji hali”, bundan sonra paylaşılan bir vizyona ve siyasallık tasavvuruna sahip bir alternatif olma doğrultusunda mı gelişecek, yoksa Ömer Laçiner’in* de tehlikesine dikkat çektiği üzere, geleneksel siyaset mecralarına çekilerek orada mı tüketilecek? Bir başka deyişle, siyasetin bu ülkede pre-historyasını sona erdiren “enerji”, yukarıda altını çizdiğim “olmayanları” da olur hale getirip tarihinin ilk kilometre taşını ardında bırakacak mı?
Bu sorunun cevabı insanların kalıcı bir kitlesel destek devşirebilecek bir dönüşümü kendilerinden başlayarak yaşama geçirmek üzere tek tek ve birlikte bundan sonra yapacakları tercihlerde gizli.
(*) Ömer Laçiner, “Gezi İsyanı”, Birikim Dergisi, Sayı: 291-29, Temmuz – Ağustos 2013.
Yukarıda dile getirdiğim sorular Gezi Direnişi sonrasında şekillenen mahalle platformlarından biri olan Zekeriyaköy Forum’un 24 Ekim akşamı saat 20:00’de, Sarıyer Demirciköy Kültür Merkezi’nde düzenleyeceği bir panelde tartışılacak. Buradan onun duyurusunu da yapmış olalım.
“Gezi ve Sonrası Tahayyül Dünyamız: Yeni Bir Siyasal Alan İçin Fırsatlar Ve Tehditler” başlığını taşıyan panele şu isimler konuşmacı olarak katılıyor: Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi (Radikal Gazetesi Yazarı) Doç. Dr. Koray Çalışkan, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi (Taraf Gazetesi Yazarı) Doç. Dr. Yüksel Taşkın ve Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi (T24 Yazarı) Yrd. Doç. Dr. Erdem Yörük. Alanının bu değerli uzmanları Gezi Direnişi’nin etki ve sonuçlarını yorumlayacak ve tahayyül dünyamız üzerinde nasıl etkilerde bulunacağının cevabını arayacaklar.
Panele dinleyici olarak katılmak isteyenler, Zekeriyaköy Forum’un facebook sayfaları üzerinden ya da [email protected] adresinden bu herkese açık etkinlik için kayıt yaptırabilir, ulaşım imkânları hakkında bilgi alabilirler.
Twitter: @akdoganozkan