D_Masthead_970x250

İncirlik’te bir “dublörümüz” eksikti!

Türkiye 100 yıl önce bir emrivaki ile kendisini I. Dünya Savaşı’nın içinde bulmuştu

5 Haziran 1967’de dönemin Adalet Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Ortadoğu’da patlak vermek üzere olan 6 Gün Savaşı’na dair yaptığı bir açıklamada “Türkiye topraklarındaki üslerin Araplara karşı bir emrîvâkiyle kullanılmasının söz konusu olamayacağınıvurgulamıştı.

Şimdi, o açıklamadan yaklaşık 50 yıl sonra  bir Arap ülkesinin yerle bir edilmesine en büyük katkıyı veren bir başka Arap ülkesinin, Suudi Arabistan’ın savaş uçakları Türkiye topraklarındaki üslere geliyor!

Yarım asırda geldiğimiz nokta bu*!

Böylece 50 yıl önce dış politikamızda çok yönlülüğe geçiş için zorunlu gördüğümüz anlayış tamamen yerle bir ediliyor. Belli ki yeni mottomuz şöyle: “Türkiye topraklarındaki üsleri Araplara karşı bir emrîvâkiyle -Amerikalıların yanı sıra- Suudi Arabistan’ın da kullanması söz konusu olabilir!”

Ve o Suudi Arabistan için Dışişleri Bakanlığımız şu açıklamayı yapıyor:

Suudi Arabistan şimdi Türkiye’ye uçak gönderiyor. Geldiler, üslerde keşif çalışması da yaptılar. ‘Gerekirse asker de gönderebilirim’ dedi. Bu Suudi Arabistan’ın Suriye’deki terörle mücadele konusundaki kararlılığının bir göstergesi.

Demek, 2013 yazından itibaren Suriye’deki Selefi cihatçılara en büyük silah desteğini yaparak bu ülkenin bir kan gölüne dönüşmesinde birinci derece pay sahibi olduğu tescilli Suudi Arabistan, meğer “terörle mücadele konusunda kararlıbir ülke imiş!

Demek, 2015 yılı Mart ayından bu yana “fırsat bu fırsat” deyip Yemen’deki Arapları sırf başka bir mezheptenler diye misket bombalarıyla vurarak binlerce sivilin ölümüne yol açmış Suudi Arabistan, İncirlik’e de bu “kararlılığının göstergesi” olarak gelmiş!

Demek, Diyarbakır, Ankara ve Suruç gibi katliamların arkasında olduğu söylenen terör örgütlerinin serpilip palazlanmasına sebep olan Suudi Arabistan şimdi “üslerde keşif çalışması yapmış.

Demek, Irak ile Suriye’nin kuzeyinin IŞİD’in ve El Kaide bağlantılı cihatçıların eline geçmesinin müsebbibi olan ülke aynı coğrafyaları IŞİD’den azade kılmak üzere “gerektiği zaman kara operasyonu için asker de gönderebilirim” diyormuş!

Biz de bunun karşısında “çok duygulandık” demiyormuşuz da, ne diyormuşuz peki?

DEAŞ ile mücadele edeceksek böyle kapsamlı bir strateji, sonuç odaklı strateji olması lazımdiyormuşuz!

Evet, İncirlik’te bir “dublörümüz” eksikti! Halep’in kuzeyinde final perdesine doğru ilerlerken, “tehlikeli sahne” çekilecek belli ki! Barut fıçısına dönmüş bölgeye bir kıvılcım da Suudi uçakları çaksın, istenmiş!

Ama bize ne anlatılıyor!

Suriye Savaşı, daha önce de belirttiğim üzere, Ortadoğu’daki daha önceki savaşlardan daha karmaşık bir karaktere sahip. Bu sebeple birileri zekamızla kolayca alay etmeye kalkabilir! Biz her şeye rağmen bu son gelişmeler ne anlama geliyor, gördüklerimizi, bildiklerimizi anlamaya, açıklamaya çalışalım:

Önce 6 Ocak 2015 tarihli ve “Yeni Bir Rus Harbine Doğru mu?” başlıklı yazımda neler söylediğimi hatırlayalım:

Ankara için sınırı geçmeden Suriye’deki hedefleri vurmada en ciddi seçeneklerden biri, 40 km. menzile sahip, hedefe isabette de epey başarılı olan ve PKK’ye karşı da zaman zaman kullanılan T-155 Fırtına obüsleri olabilir.”

Nitekim geçtiğimiz cumartesi günü (13 Şubat 2016) olan da buydu! O gün Fırtına obüsleri, Halep ile kuzeyindeki Azez arasında önemli bir yerleşim olan Tel Rıfât’a epeyce yaklaşmış olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bileşenlerini, özellikle de Halep Savaşı’na yön verebilecek güçlerden olduğu söylenen Ceyş el Suvar (Devrimciler Ordusu) mevzilerini vurdu.

Neden? Çünkü Ankara bir kaç gün önce ülkenin kuzeyindeki stratejik bir hava üssünü (Minag) de ele geçiren SDG’nin Azez- Halep karayolunu aşarak doğuya ilerlemesini istemiyor! Bu yüzden Ankara kendi topraklarından toplarla vuruyor. Rusya ve SDG de, muhtemelen “vurulanlar YPG yahut Kürtler değil, SDG’nin Arap bileşenleri, yani Ankara Arapları vuruyor” diyecek.

 

Suudi F-15’leri neden İncirlik’e Geliyor?

 

Peki Ankara’nın SDG ya da YPG’yi sadece top atışlarıyla engellemesi mümkün mü? Bu menzilin ötesindeki hedeflere karşı ne yapabilir? İşte tam bu noktada yeniden 6 Ocak tarihli yazıma dönüp Fırtına obüslerinin menzilinin ötesi için söylediklerimi hatırlayalım:

“Bu menzilin ötesindeki hedefler için Ankara’nın sınır ötesi hava gücüne ihtiyacı olacaktır. Lakin Rus uçağını düşürdüğümüz 24 Kasım’dan bu yana sınırımız yakınlarında baykuş bile havalandıramadığımızı dünya alem biliyor.”

E, o zaman ne olacak? İşte Suudi F15’leri de tam bu noktada devreye girecek gibi görünüyor. Hem de “koalisyon uçakları” kisvesi altında! Yani, Suudi uçakları ilerleyen günlerde İncirlik üssünde “IŞİD’i vurmaya gittim, dönücem” şeklinde bir not bırakıp Azez – Halep karayolunun doğusuna sarkan Suriye ordu birliklerini ya da SDG bileşenlerini avlamak üzere Suriye semalarına çıkacak olsa bile, Ruslar bu uçakları vurmadan önce iki kere düşüneceklerdir! Çünkü eğer ABD engellemez de bu uçaklar İncirlik’e gelir ve sefere çıkarsa, Rusya neticede bir Türk uçağına değil, ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon komutası altında IŞİD ile savaştığını iddia eden bir Arap ülkesi uçağına saldırmış olacaktır! Bu durumda Türk jetlerinin “dublörü” gibi görev yapmış Suudi Arabistan uçağını vuran Rusya,  - dünya aleme “IŞİD’i vuran değil, koruyan bir ülke” olarak ilan edilebilecektir!

Şimdi bu şartlarda, eğer Rusların eli Suudi uçaklarına karşı tetiğe gitmezse, Suudi Arabistan belki bir süre sonra Kilis’ten güneye kara birlikleri de sarkıtabilecektir! Bu şekilde Suriye’nin kuzeyinde iki Kürt kantonunun üçüncüsü ile birleşmesini engellemek ve “Kuzey Suriye Sünni Cumhuriyeti” benzeri bir oluşumun önünü açmak için de harekete geçecektir.

Yok eğer, Rusların eli tetiğe gidip Suudi uçağını vurursa... Ankara o zaman NATO’yu 24 Kasım 2015’te yaptığı gibi, bir kez daha imdada çağıracak ve “IŞİD ile mücadele edemiyoruz, gelin durdurun şu ‘Rus ayısını’, bize de imkân verin, açın Türkiye’nin önünü, kuralım Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgemizi. Yoksa Avrupa’yı IŞİD teröristleri basacak, fena olacak” diye feryat edecek! Emrivâkiler silsilesinin son etabına bu şekilde gireceğiz. NATO ile Rusya arasındaki yeni Soğuk Savaş’ın prelüd etapları (!) da sayemizde aşılmış olacak!

Rusya bu savaşta daha önce bu tip tuzaklara düşmedi. Bu kez de düşmeden sorunun etrafından dolanarak başka bir oyun kurar mı, onu da zaman gösterecek.

 

Ankara’nın dışardan vurma opsiyonları

 

Peki Türkiye top atışlarıyla SDG’nin ilerleyişini durduramaz, Rusya da bu tuzaklara düşmezse, o zaman ne olacak? Ankara Suriye’ye kara birliği sokmadan veya Suriye hava sahasına savaş uçaklarını göndermeden ne yapabilecek?

 

Daha önce de yazdığım gibi, Türk uçaklarının Suriye sınırları içindeki hedefleri Türkiye hava sahasında kalarak havadan vurması da mümkün. Ankara alçak irtifa bombardımanı denilen bir tekniği de kullanarak bu tür hava saldırıları yapmaya kalkarsa, bu durumda elinin altında en az üç seçeneği olacaktır:

Türk yapımı SOM-B1 seyir füzeleri; havadan satıha Popeye füzeleri; yine havadan satıha AGM 65 Maverick füzeleri.

Amerikan yapımı AGM 65 Maverick füzelerinin menzili sınırdaki Türk topçusuyla aynı olduğundan bu füzelerin bu amaçla kullanılması pek ihtimal dahilinde görünmüyor.

Popeye füzesi ise İsrail’in Türkiye ile ortak ürettiği bir sistem. Bunun da menzili 48 mille sınırlı ve ancak F-16 ya da F-4’lerden atılabiliyor.

SOM füzeleri belki de en vurucu seçenek. Basit GPS yönelimli bir kara saldırı silahı olan SOM-A’dan daha gelişkin olan, termal güdümlü SOM B-1’in 150 millik menzili var. Yani sadece, Cerablus, Azez, Menbiç ve el Bab değil, Halep, Rakka hatta Lazkiye gibi Suriye şehirleri bile hayalet füze de denilen SOM’ların menzili içinde. Tabii şu aşamada hiç bir aktör savaşı hedefleri dışındaki bölgelere yayma çabası içinde olmayacaktır. Ayrıca Rusların S400 füze savunma sistemlerinin olağanüstü yetenekli olduğu da söylenir. Ancak Lazkiye’de konuşlu bu füze savunma sistemlerinin SOM’lara karşı ne kadar etkili olacağını bilmiyoruz.

Neticede bunlar eldeki askeri imkânlar. Bu şekilde, Suriye sınırına taşmadan yapılacak sortilerle Rusları bir sıcak çatışmaya kışkırtma hedefi de güdülebilir. Zira bu uçuşlar sırasında bir Türk savaş uçağı Rus uçaklarınca düşürülürse Ankara Kuzey Atlantik Antlaşması’nın ünlü “5. Maddesi” gereğince, NATO’yu göreve çağırabilir. Tabii Ruslar da böyle bir aksiyon alıp NATO ile gerilimin gereksiz yere tırmanmasını ister mi, pek sanmıyorum.

 

Peki Ankara’da neden bu şiddet, bu celal?

 

Şu an cevabı merak edilen bir soru da Ankara’nın neden bu kadar gergin olduğu? Neden sinirler İncirlik’e Suudi uçaklarını ve birliklerini davet edecek ölçüde gerilmiş durumda?

Aslında buna verilecek basit cevap belli: Çünkü, Ankara’nın rijit politika ve tutumlar ile girdiği beklentiler ne barış masasında ne de sahada gerçekleşiyor. Son olarak  Cenevre’de yürütülen çözüm görüşmelerine Türkiye’nin “terör örgütü” diyerek PYD’nin katılımına karşı çıkması ve Kürtlere Cenevre’yi yasaklaması dahi ters tepti! Hem Halep, hem Azez, hem de Kobani cephesi Ankara’ya rağmen hareketlendi.

 

Kuzey Suriye’de sonun başlangıcı

 

Gerilimin nasıl tırmandığını ve son iki haftada neler olduğunu kronolojik bir sırada hatırlayalım:

30 Ocak günü ABD Başkanı Barack Obama'nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk atladı Kobani’ye gitti. PYD’nin Cenevre-3 görüşmelerine katılımına karşı Ankara’nın tavır koymasından 1-2 gün sonra gerçekleşen McGurk’ün teması, üst düzey bir ABD'li yetkilinin Kürtlerin denetimindeki topraklara yaptığı ilk ziyaret olarak kayıtlara geçti.

McGurk, orada Kürtlerin mücadelesine methiyeler düzdükten sonra, savaş sırasında şehit düşen YPG ve YPJ savaşçılarının kabirlerinin fotoğraflarını dahi sosyal medyadan paylaştı.

3 Şubat’ta Rus uçaklarının desteğindeki Suriye ordu birlikleri Zehra ve Nubul kasabalarını alarak hem Halep’in kuzeyindeki kuşatmayı yardı, hem de Ankara’nın “Cihatçı Otoyolu” da denilen Halep bağlantısını kesti. Hatta, muhaliflere yakın olan Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Başkanı Rami Abdurrahman, “ordunun Türkiye ile sevkiyat yolunu ele geçirmesinin muhalif güçlere büyük darbe vurduğunu” belirttikten sonra, “Rejim 72 saatte son üç yılda kaybettiğini geri kazandı. İsyancılar ellerinde kalan son sevkiyat yolunu da kaybederse, bu durum Halep’te sonun başlangıcı olacakdedi.

Aynı gün Afrin kantonunda Azez, Mare, El-Bab, Münbiç, Cerablus gibi bölgelerden gelen en az 150 delege ve 200 davetlinin katılımıyla ikinci Birlik Konferansı gerçekleştirildi. Konferans “Azez -Cerablus hattında yeni bir Kürt kantonu mu kuruluyor” sorusunu da gündeme taşıdı.

5 Şubat’ta ABD öncülüğündeki koalisyon komutasındaki uçaklar Fırat’ın batısında, Cerablus’un güneydoğusunda yer alan Münbiç’teki IŞİD hedeflerine yönelik büyük bir saldırıya geçti. Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) de Münbiç’i IŞİD’den almak üzere son hazırlıklarını yapmakta olduğu bilgisi alındı.

Aynı gün YPG denetimindeki Tel Abyad’ın karşısında konuşlanmış Türk birliklerinin yoğun bir hareketlilik içinde olduğu haberleri duyuldu.

Yine 5 Şubat’ta havadan havaya son derece gelişkin, radar güdümlü R77-1 füzeleriyle donatılmış SU-35 uçakları Suriye’deki Hmeymim hava üssüne geldi. Rusya daha önce Suriye’deki hava operasyonlarını SU-24, SU-34 ve TU-22M uçakları ile yürütüyordu. F16’lardan daha gelişkin olan ve bombardımanın yanı sıra farklı taktik görevler de icra edebilen SU-35’lerin F15’ler ayarında bir performansa sahip olduğu söylenir. Tesadüfe (!) bakın ki, SU-35’lerin gelişinin ardından F15 cephesinden haberler de fazla gecikmeyecek ve 13 Şubat’ta Suudi Arabistan’ın F15’lerini İncirlik’e göndereceği anlaşılacaktı.

Hangi İncirlik’e? ABD’nin Rusya’ya karşı caydırıcı olsun diye kasım ayında konuşlandırdığı F-15 savaş uçaklarını, Savunma Bakanı Ashton Carter’ın 15 Aralık tarihindeki ziyareti akabinde -olası bir emrivâki ile S-400’lerin hedefi olmasın diye- kaçırıp Avrupa’ya taşıdığı İncirlik’e!

6 Şubat’ta YPG güçlerinin Halep kırsalında mahsur kalmış olan ve Suriye’nin Türkiye’ye geçiş kapılarından Selame’ye yönlenecek bazı sivilleri daha güvenli olur diye Afrin ile İdlip kırsalına taşıdığı haberleri geldi.

7 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brett McGurk’un Kobani ziyaretine ateş püskürdü ve “ABD tarafını seçsin. Senin ortağın ben miyim, yoksa Kobani’deki teröristler mi” diye sordu.

8 Şubat’da Kobani’ye 20 kişilik bir Amerikan askeri birliği daha gönderildiği haberleri geldi.

11 Şubat’ta SDG’nin doğuya ilerleyişi hız kazandı. Afrin –Azez arasını cihatçılardan temizleyerek ilerleyen SDG’ye bağlı Ceyş el Suvar güçleri ülkenin kuzeyindeki en önemli hava üssü olan Minag Havaalanı çevresindeki köyleri Nusra Cephesi ve Ahrarü’ş Şam’ın elinden aldı. Yoksa PYD’nin Türkiye sınırına 15 km. uzaklıkta bir hava üssü mü oluyordu?

13 Şubat’ta Türk obüsleri Kilis’in Yazıbağı köyü sınırında bulunan karakoldan işte bu üsse yakın noktaları vuracaktı.

 

100 yıllık emrivakiler ve muhalefetsizlik

 

Evet, demeçler demeçleri takip ediyor ve güneydoğu sınırımızda gerilim tırmanıyor!

Türkiye 100 yıl önce bir emrivaki ile kendisini I. Dünya Savaşı’nın içinde bulmuştu. Türk gemilerinin Rus limanlarını bombalama kararının Sadrazam Sait Halim Paşa’ya bile danışılmadan alındığı söylenir.

Neyse ki, 50 yıl önce 1914’e kıyasla epeyce mesafe kat etmiş bir noktaya gelmiştik. İktidarda ülkeyi savaşın dışında tutmayı başaracak bir hükümet vardı.

Ama en önemlisi... 1967’de Çağlayangil, yazının başında andığım demeçlerini verirken, muhalefet de boş durmuyor ve bir emrivâki ile karşı karşıya kalmamamız için uğraşıyordu. Hatta, aslen kendisi de asker kökenli olan senatör Ahmet Yıldız, “Büyük devletlerin parmaklarını dokundukları yerlerde yara olmakta ve bu yara da kolay kolay kapanmamaktadırdiyor, her yerde hükümeti sıkıştırıp sorguluyordu.

Galiba en kötüsü, memlekette 50 yıl sonra böyle bir emrivâki ile karşı karşıya kalmamamızın güvencesi olabilecek, bir savaşı “yara” almadan atlatmamıza katkıda bulunacak, ya da en azından savaş tezkerelerine “hayır” oyu verebilecek bir muhalefetimizin olmaması!

Yazık, çok yazık!

twitter: @akdoganozkan

(*): Gerçi 1991 ve 2003’te de iki emrivaki yaşamıştık. Sonucunda da üslerimizden kalkan ABD liderliğindeki koalisyon uçaklarının Irak’ı yerle bir etmesi “söz konusu” olmuştu. İlkinde Turgut Özal’ın ne asker ne sivil dinleyen emrivakisi söz konusuydu. İkincisinde ise güzel bir “emrivakiden”, 1 Mart 2003 tarihli tezkerenin reddedilmesinden öyle utanmıştık ki, 62 bin yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye üzerinden Kuzey Irak’ı işgal etmesini öngören 19 Mart tarihli tezkereye onay vermiştik. ABD de tezkere kabul edildikten yaklaşık 5 saat sonra da Bağdat’ı bombalamıştı.

 

İlgili İçerikler