Geçen haftaki, yani 3 Ocak (2022) tarihli yazımı, “2021 öyle gelişmelerin filizlerini bağrında barındırıp büyüttü ki, 2022’in reel-politik açısından bize yeni sürprizler hazırlayacak bir yıl olacağından yana hiç şüphem yok!” diye bitirmiştim… 2022 daha ilk haftasından şaşırtmadı ve bu kez Kazakistan’n “karıştığını” gördük. Böylece, ABD ile Rusya arasında Doğu Avrupa’da tırmanan gerilimi düşürme amaçlı olarak 10 Ocak tarihinde başlayacak görüşmelerden birkaç gün önce, gözler bir anda Batı Asya’ya çevrildi. Zamları ve yolsuzlukları protesto amacıyla başlayan kitlesel gösteriler daha ikinci, üçüncü gününde öylesine sert bir seyre girdi ki sınırlarının batısındaki “Doğu Avrupa (NATO) cephesine” odaklanmış Rusya’nın bu kez doğusunda da bir gerginlik (cephesi açılmadıysa da) tohumları saçılmış oldu.
Kazakistan’da olup bitenlerin ABD ve Rusya heyetlerinin bugünden başlayarak yapacakları görüşmelere gölgesini düşürmeme ve hibrit savaşın bir parçası olarak görülüp tarihe bir kilometre taşı olarak geçmeme ihtimali yok gibi. Tüm bu yeni gelişmeler çerçevesinde, aşağıda da belirteceğim üzere, Kazakistan’daki gelişmeleri biraz gecikerek okumuş izlenimi veren Rusya’nın olayları, önünde sonunda “bir musibet bin nasihatten yeğdir” sözündeki şekilde, güvenlik paradigmalarını yenileme fırsatı olarak kullanması son derece mümkün gibi görünüyor.
Kimi uluslararası ilişkiler uzmanları, 5 Ocak ayaklanmasını, İngiliz İstihbarat Teşkilatı MI6’nın desteğiyle ülkede rejim değişikliği sağlamaya yönelik bir “renkli devrim” girişimi olarak, adeta “Almatı’nın Meydan’ı” olarak yorumlarken, kimi uzmanlar da Kazakistan’ın Ukrayna benzeri bir demokrasi ateşiyle yandığını ve olayların arkasında gelir adaletsizliğinin arttığı ülkedeki alt kademelerin demokrasi özlemlerinin yattığını düşünüyor. Bölgenin uzmanı da değilken, hangi argümanın daha büyük haklılık payı içerdiğini bu aşama ve şu kadar uzaktan bilebilmem zor tabii, ama kendi “etki alanı” içinde olan bir ülkenin 1-2 gün içinde istikrarsızlığa ve kaosa sürüklenmesini tetikleyen gelişmeleri geç okumuş bir Moskova var sanki karşımızda. Dolayısıyla Rusya’nın bu gelişmeleri -her şeyden önce- kendi istihbarat zafiyeti üzerinden de okuyacağını ve Kazakistan olayından çok önemli dersler çıkaracağını ileri sürmek sanırım yanlış olmayacaktır.
Moskova’nın muhtemelen bu “okumadan” hareketle, açık veya gizli olarak (enformasyon, bilgi teknolojileri/siber araçlar, kurumsal savaş gibi) birden fazla savaş vasıtasının, harp ilan etmeksizin, sınırsız bir harekat sahası içinde karmaşık bir biçimde kullanıldığı ve genellikle arzulanan coğrafya(lar)da bir rejim değişikliğini hedefleyen yeni bir savaş türü olarak tanımlanan “hibrit savaş” temelli stratejilerini revizyondan geçirme ihtiyacı duyacağını söyleyebiliriz
Moskova, Kazakistan ve Ukrayna başta olmak üzere Ermenistan, Belarus, Kırgizistan ve Tacikistan gibi “Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü” (KGAÖ) üyesi ülkelerde -hatta Şangay İşbirliği Örgütü’nun (ŞİT) bir üyesi olsa da KGAÖ ittifakına katılmayarak “multi-vektörel” bir dış politika izlemeye çalışan Özbekistan’da (ve Karakalpakistan’da) belirebilecek riskleri, sinyallerini okumada ve bu riskleri bertaraf etmede kendisini daha donanımlı kılmak ve belki de bu alanda yeni bir paradigma geliştirmek isteyecektir. Kimi uzmanlarca Moskova’nın hibrit savaşları göğüslemede başvurduğu söylenen “demokratik güvenlik” kavramını ve güvenlik stratejilerini de bu çerçevede yeniden tanımlamaya girişebilir.
Moskova’nın ilk kez kendi tam denetimi altında devreye soktuğu KGAÖ’nün “barışı koruma” faaliyetleriyle yükümlü mekanizmalarını revizyona tabi tutması da mümkündür. Yarın öbürgün ittifakın “barış inşası” faaliyetlerine en az “barışı koruma” misyonu kadar ağırlık verecek düzenlemeler yapma yoluna gittiğini görürsek, bu hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
“Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi” (RIAC) adı verilen sivil toplum örgütünün Başkanlık Divanı Başkanı olan ve “Russia in Global Affairs” dergisi Genel Yayın Yönetmenliğini yürüten Fyodor A. Lukyanov’un altını çizdiği üzere, Rusya için KGAÖ coğrafyasında “artık düşman -içerde bile olsa- her daim dış düşman olacaktır.” Dahili ve harici düşmanlar arasındaki sınır artık kaybolmuştur. Böylelikle örgüt de artık sadece askeri değil, “siyasi bir varoluş nedenine de kavuşmuş olacaktır.” Kazakistan deneyiminin bölgedeki diğer ülkelere ve ittifak senedine ne şekilde yansıtılacağı kesin olmamakla birlikte, “artık bir emsal oluşmuştur.” 2015’ten bu yana Valday Uluslararası Tartışma Kulübü adı verilen düşünce kuruluşunun da araştırma direktörlüğünü yürüten Lukyanov’un 6 Ocak tarihli makalesinde işaret ettiği üzere, Moskova artık kendisi için önemli olan coğrafyalarda olup bitenleri etkileme ve farklı araç kümelerini devreye sokabilme inisiyatifine hız kazandıracaktır.
Bu çerçevede, “Doğu’nun NATO’su” olarak da tanımlanan KGAÖ birliklerinin barışgücü misyonunu yerine getirmek üzere Kazakistan’a intikali, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki 30 yıllık süreçte çok önemli bir kilometre taşı olarak görülmelidir.
Dolayısıyla… “Bir musibet bin nasihatten iyidir,” derler ya! Kazakistan’daki fiyat artışlarını protesto mahiyetindeki gösterileri takiben ülkenin pek çok yerinde hızla gelişen şiddet olaylarının tırmandırılmasında, eğer ABD’nin uhdesindeki hibrit savaş vasıtalarının da bir payı varsa, bu “pay” ve bu “müdahale” ile Rusya’ya - bir güvenlik paradigması değişimini mümkün kılmasını kolaylaştırarak- çok önemli bir iyilik yapılmıştır da, denilebilir.
Zaten NATO, Moskova ile eski mutabakatını rafa kaldırıp doğuya doğru genişleme ve politik etki alanını büyütme çabasını sürdürmek istedikçe, kaçınılmaz olarak Rusya’nın da etki alanını genişletecek ve askeri ilişkilerini politik içerikle de donatacak çabalarını tetikliyor.
Neticede bütün bunlar bizi bölgesel ve küresel barışa daha fazla yaklaştırmıyor maalesef. Hibrit savaş söz konusu olduğunda, savaş ile barış arasında -tıpkı siyah ile beyazın olduğu gibi- her ikisinin de özelliklerini farklı terkiplerde barındıran -ve renk skalasında “grinin tonları” diyebileceğimiz -çok sayıda “degrade” seçenek var. “Grinin elli tonu” gibi adeta. Günün sonunda Kazakistan olayı bizi o giderek grileşen ufkumuzda siyaha en azından bir ton daha yaklaştıracak gibi gözüküyor.
Çok mümkün görünmese de, umalım ki, ABD ile Rusya, 10 Ocak’ta başlayacak bölgesel güvenlik konulu müzakerelerinde, “beyaz bir sayfa” açar; aralarındaki silahlanma yarışını duraklatırlar. Umalım ki iki ülke Soğuk Savaş’ın derinleşmesini önleyecek adımlar atmanın yollarını birlikte keşfeder, dünyayı çatışmalardan biraz daha azade bir yer haline getirmeye anlamlı bir katkı yapabilirler.