Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in gerçekleştirdiği Moskova zirvesinden çıkan ve İdlib bölgesinde yeni bir statü öngören mutabakat metninin ne anlama geldiği, ilk günlerdeki gibi hararetli bir şekilde olmasa da, kimi çevrelerde halen tartışılıyor. İktidar kanadı, mevcut durumu "kararlılığımızı ortaya koyduk, kendi göbeğimizi kendimiz kestik" şeklinde özetlenecek bir söylem eşliğinde değerlendirerek mevzuyu Yunan güvenlik güçlerinin batı sınırımızdaki "insanlık dışı müdahalelerine" getirip bağlamış durumda. Muhalefetin bir bölümünde ise, "dostum dediğiniz, hava savunma füzesi aldığınız Putin sizi nasıl sattı, gördünüz. Biz demiştik, güvenlik çıkarlarımızın geleceği açısından bizim yerimiz 'Rus ayısının' değil, Batı İttifakı'nın yanı" havası var.
Hangi yorumlar doğruyu tam olarak yansıtıyor? Moskova mutabakatının sahaya ve bölgedeki dengelere yansıyan olası sonuçları neler olacaktır? İki ülke Dışişleri bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ile Sergey Lavrov'un 5 Mart tarihinde açıkladığı mutabakat metnine -giriş bölümünü atlayarak- bakalım ve orada ne yazıldığından hareketle, yazılanın sahadaki karşılığı ne olabilir, ne olmaz, mutabık kalınan hususlar tam olarak ne anlama geliyor, bunları kavramaya çalışalım:
NE YAZIYOR: 1) "İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinde saat 00:01'den itibaren durdurulacaktır."
NE ANLAMA GELİYOR: 1) Bu ifadede "ateşkes" sözcüğünün yer almaması, "askeri faaliyetlerin durdurulması" ile "yetinilmesi" birçok yerde tartışıldı. Kanımca, "temas hattı boyunca askeri faaliyetlerin durdurulması" ifadesi ile ateşkesin de ötesinde bir duruma işaret ediliyor. Ve aslında denilmeye çalışılıyor ki, "Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece atışı kesmeyecek, bu bölgelere tahkimat yapmayı, mevzilere askeri sevkiyatı, mevcut birliklerini takviye etmeyi de bırakacak."
Tahkim ve takviye ederken muharebesinde muvaffak olamadığınız bir mevkii tahkim ve takviye edemeyerek hiç elde tutamayacağınız için, bu maddenin anlamı, Ankara'nın buralarda harekât icra edemeyecek hale gelmiş olmasıdır. Bir diğer deyişle, Ankara bu hattı silahlı ihtilaf konusu yapmayı artık bir kenara bırakacağını örtük bir şekilde ilan etmiştir.
NE YAZIYOR: 2) "M4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecektir. Güvenli koridorun işleyişine dair ayrıntılı esas ve usuller, Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma Bakanlıkları arasında 7 gün içinde kararlaştırılacaktır."
NE ANLAMA GELİYOR: 2) Bu ifadeler, daha önce "Esad rejimi Soçi mutabakatı sınırlarına geri dönsün" çağrısı yapan Ankara'nın silahlı birliklerini M4 karayolunun bile 6 km kuzeyine çekeceği anlamına geliyor. İdlib bölgesindeki cihatçıların Cisru'ş Şuğur'u dahi boşaltacağı anlamına geliyor.
Bu ifadeler başka ne demektir? Silahlı gruplar Cisru'ş Şuğur'dan çekilmez, orayı elde tutmaya kalkışırsa, Ankara onlara artık destek vermeyecek, demektir. Cihatçılar bu koridoru boşaltmazlarsa, Suriye ordusu bunu Rusya desteğinde zor kullanarak yapacak, demektir. Bu hatta harekât icra edemeyeceğini kabullenmiş TSK bu çatışmalara artık müdahale etmeyecek, demektir.
Bu mutabakatla Suriye ordusunun İdlib'in güneyindeki cephe hattı üçte bire inecek, böylelikle Şam yönetimi güney hattının müdafaasına bundan böyle daha az askeri varlık tahsis edecek, buradaki birlikleri başka yerlere kaydırabilecek, ileride olası bir yeni İdlib operasyonunda birkaç cephede birden daha rahat çarpışabilecek, demektir.
M4'ün 6 km kuzeyi ve güneyinin "güvenli koridor" haline getirilmesi ile, cihatçıların Rusya Federasyonu'nun Hmeymim ve Hama'daki askeri üslerine yönelik insansız hava araçlarıyla (İHA) saldırı yapmalarının artık önü alınmıştır, demektir.
Ayrıca, Ankara'nın Soçi mutabakatı sonrasında oluşturduğu 12 Gözlem Noktası 5 Mart 2020 tarihli Moskova mutabakatıyla tamamen kadük olmuştur. Muhtemelen mevcut koşullar göz önüne alınarak farklı yerlerde ve belki daha az sayıda yeniden inşa edileceklerdir. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma Bakanlıkları bir sonraki Astana formatlı toplantıdan önce birlikte çalışacaklar, yeni bir plan ve "misyon" belirleyeceklerdir.
NE YAZIYOR: 3) Türk-Rus ortak devriyeleri, 15 Mart 2020 tarihinde M4 karayolunun Tronba'dan (Serakib'in 2 km batısı) Ayn-El-Havr'a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır.
NE ANLAMA GELİYOR: 3) TSK Eylül 2018 tarihli Soçi mutabakatıyla "ateşkesi gözlem" misyonu icra etmek üzere bölgede 12 gözlem noktası oluşturmuştu. Ancak şurası açık ki, daha önce "terörist güçlerle ılımlı silahlı muhalefeti birbirinden ayırma" ve "ateşkesi gözleme" amacıyla bölgede istasyonlar oluşturma salahiyeti verilen TSK'ya, 5 Mart 2020 tarihli Moskova mutabakatıyla bu kez "sen ateşkesi gözleme" denilmiştir. "Sen ateşkesi gözleme, çünkü bu, daha önceki 'ateşkesler' gibi değil, onu biz gözleriz, sen bize bu görevimizi yaparken refakat et," denmiştir.
Tronba'dan (Serakib'in 2 km batısı) Ayn-El-Havr'a kadar olan ve M4 boyunca 73 km uzanan yol üzerinde yapılacak devriyeler, Lazkiye – Halep karayolunun da, Ankara'nın katkısıyla en kısa zamanda güvenli hale getirilip açılmasını hedefleyecektir.
Peki bu maddelerin başka ne tür sonuçları olabilir ve İdlib bölgesinin büyük bölümüne hâkim durumdaki cihatçı gruplar için ne anlama gelir?
Galiba cihatçılar için "kader anı" biraz daha yaklaştı. Ankara'nın çok büyük desteğine rağmen gerek Halep'in batı kırsalında gerek M5 karayolu hattında gerekse de İdlib'in güneyinde tutunamayan cihatçıların, TSK'nın silah oynatmakta artık eskisi gibi istekli olamayacağı şartlar altında, o bölgede uzun süre denetim sağlaması çok zor olacaktır.
Ayrıca mutabakatta Rusya desteğindeki Suriye Ordusu'nun bu gruplara ateşkes ilan ettiğine/edeceğine dair en küçük bir ima bile yoktur. Aksine, bu grupların "terörist" etiket ve algılarının değişmediği 5 Mart tarihli Moskova mutabakatında kendilerine "Terörizmin tüm tezahürleriyle mücadele ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması yönündeki kararlılığın yinelenmesine" şeklinde atıf yapılırken bir kez daha görülmüştür.
Dolayısıyla cihatçılar için yapılacak en doğru hareket -tabi eğer sahada peyderpey yok olmayı göze alamayacaklarsa- eski statükoyu savunabilecek konumunu yitiren Ankara'nın Suriye'nin kuzeybatısında halen denetim altında tuttuğu topraklara doğru çekilmek olacaktır.
2016 yılının 28 Temmuz'unda, El Nusra Cephesi olan adını Şam'ın Fethi Cephesi'ne çeviren (bugünkü) HTŞ- daha o tarihte El Kaide'ye biatı sonlandırdığını beyan etmişti. 28 Ocak 2017'de yeni bir hamle gerçekleştirerek 25 bin civarı cihatçının katılımıyla adını Heyet Tahriru'ş Şam olarak değiştiren örgüt, o gün bugündür Şam Yönetimi'ne karşı savaşında Batı'dan desteğe giderek daha çok ihtiyaç duyuyor. Ancak Kasım 2012'de Washington yönetimi tarafından "terörist" örgüt olarak ilan edilen Nusracılar, her isim değiştirme girişimlerinde her ne kadar "artık El Kaide'ye biat etmiyoruz" deseler de, ABD Dışişleri Bakanlığı gruba hep şüpheyle yaklaşmış, örgütün el Kaide bağlantılı olmayı bırakmadığını, isim değişiklikleri ile yaptığının temelde PR hamleleri olduğunu ileri sürmüştür.
2019'da Batı'da bazı think-tank grupların ABD Yönetimi'nin gruba bakışında değişim yaratmaya, onların "artık küresel cihat değil yerel bir devrim peşinde" olduğu gerçeğini temellendirmeye ve örgütün "ılımlılaşmakta" olduğunu göstermeye dönük bazı politika üretme faaliyetleri yürüttüler. Ancak arzulanan uluslararası destek bir türlü gelmedi HTŞ'ye. Lakin, sahadaki ve masadaki son gelişmeler ışığında, HTŞ'nin kendisini fesih yoluna gitmesi ve Batı'nın nazarında kabul görecek daha güçlü kozmetik fırça darbeleri içeren bir "ılımlılaşma" evrimi geçirmesi daha büyük olasılık olarak belirmiştir.
HTŞ'nin kendisini feshi, Suriye Ordusu'na sahada savaşacak -teorik olarak- "radikal" örgüt bulamaması ihtimalini yaratabileceği gibi, örgütün belki Suriye Milli Ordusu adı verilen silahlı çatı yapının bir parçası olarak ve belki onu da temsilen Ankara ile birlikte Suriye'nin geleceğinin konuşulduğu diplomasi masasına oturabilme şansını yakalamasına olanak tanıyabilir.
Aslında HTŞ'nin kendisini feshedeceği yönünde bir iddia Şubat ayı içinde ortaya atılmıştı. Benim de bu köşeden aktardığım söz konusu gelişmede, Londra'dan Arapça yayın yapan The Levant News, HTŞ karargâhından sızan bilgilere dayandırarak geçtiği haberinde, "HTŞ liderliği fesih konusunda kısa süre içinde açıklama yapacak," demişti. Ancak daha sonra başka bazı açık kaynaklar, HTŞ liderliğinin Türk yetkililerle iki günlük bir toplantı yaptığını, kendilerini feshetmeleri akabinde Suriye Milli Ordusu'na bir kolordu şeklinde eklemlenme seçeneğinin de sunulduğunu, ancak HTŞ'nin ikna olmadığını ve kendisini feshetmeye yanaşmadığını ileri sürmüşlerdi.
Önümüzdeki süreçte bu yönde yeni girişimlere tanık olabiliriz. Nitekim, HTŞ içindeki üst düzey komutanlardan biri olan ve örgüt lideri Ebu Muhammed el Cevlâni'ye isyan bayrağı açtığı 9 Eylül 2019 tarihli video röportajının ardından 48 saat geçmeden tutuklanan Ebu el Abid Eşidda'nın iki gün önce HTŞ liderliği tarafından ilginç bir zamanlamayla serbest bırakıldığını öğrendik. 2016 yılı sonlarında mensubu olduğu Ahraru'ş Şam çatısı altındaki "Eşiddâ-yi Mücâhiddin"(Savaşan Yiğitler) adını taşıyan taburundaki 100 savaşçısı ile birlikte bu örgütten ayrılarak HTŞ'ye katılmış olan Eşidda, HTŞ içinde saygı duyulan isimlerden biriydi. Onun serbest kalması bu zor dönemde Cevlâni'nin örgütü birlik içinde tutabilme ve genişleme çabasının bir sonucu da olabilir, olası bir fesih açılımın habercisi de…
Bekleyip göreceğiz…
Bu arada içerde muhalefetin bir bölümüne hâkim olan, "dostum dediğiniz, S-400 füze sistemi satın aldığınız Putin sizi nasıl sattı, gördünüz! Ortak güvenlik çıkarlarımızın geleceği açısından bizim yerimiz Rus ayısının yanı değil, Batı'nın yanı, bu ortaya çıktı" şeklindeki yaklaşıma da değinelim iki satırla…Bizde elmalarla armutlar sıkça birbirine karıştırıyor. Uluslararası ilişkiler dengesi söz konusu olduğunda Soğuk Savaş döneminden devraldığımız toptancı yaklaşıma ve dünyayı ak ile kara şeklinde gören bir anlayışa sığınmakta beis görmeyebiliyoruz. Oysa bu konuların hepsi birbirine bu kadar ucuz bir şekilde bağlanmadan, ayrı ayrı da ele alınabilir.
Önce Türk-Rus ilişkilerine dair, son dönemde "ayıyla dansa kalkan, ayı istemeden oturamaz" vecizesi temelinde söylenenlere bakalım… Ankara, İdlib'e Rus askeri konvoyunun isteği ve kılavuzluğuyla girmiş gibi, yanlış bir kabul var burada. TSK unsurlarının Soçi Mutabakatı ile üzerine aldığı "ateşkesi gözleme" misyonu için yerleştiği tüm o gözlem noktalarına ulaşırken eskortluğunu, o bölgenin denetimini elinde bulunduran HTŞ'nin yaptığı birçok yerde yazıldı, çizildi. Yani, Ankara İdlib kuyusuna Rusların ipiyle inmedi, el Kaide'nin (bugünkü adıyla HTŞ'nin) ipiyle indi, o bilgiler doğruysa… Bir kere bunu anlayalım.
İkinci olarak da şu: Putin aslında, Ankara'yı indiği ve giderek derinleşen o kuyudan "zevahiri kurtarmaya" elverecek bir diplomatik lisan-ı münasip ile kaleme alınmış bir mutabakatla çıkarmaya çalıştı.
Aslında Ankara için de Moskova Zirvesi öncesinde iki ihtimal daha vardı. Ankara, savaşmanın maliyetinin giderek ivmelendiğini gördüğü ve endişe ettiği bir ortamda ateşkesi kendi ilan edebilir ve silahları susturabilirdi. Bir diğer seçenekte de, zirve öncesi Rusya'ya da esip gürleyip milliyetçi hisleri bedellerine razı olunmasını sağlayacak ölçüde biraz daha coşturabilirdi.
Ancak her iki durum da, Türk hükümetinin iç politikada ciddi bir "küçük düşme" yaşaması, ciddi zarar görmesiyle sonuçlanabilirdi. İlk seçenekte, Ankara'nın zayıflık sergilediği ve adeta "teslim olduğu" değerlendirmesi yapılabilirdi. İkinci seçenekte de, sahada olup bitenlerin karşılığı, Moskova'da daha sert üslup ve maddelerle formüle edilecek bir metni imzalamak zorunda bırakılmak olabilirdi.
Her iki durumda da, içerde görev onayı zayıflayan hükümet daha zor bir döneme girebilirdi. Ayrıca Ankara, Fırat'ın doğusundaki oyun planı için Moskova'ya halen ihtiyaç duyuyordu. Kürt bölgelerinde, Kamışlı-Derik arasında, Kobani (Ayn el Arap) bölgesinde Rusya askeri polisiyle birlikte devriye görevi yapan Ankara, bir sürü başka ticari kaygının üzerine, Ruslarla bu devriyeleri dahi yapamaz hale gelmenin riskini alamaz, Fırat'ın doğusunda oyundan tamamen düşmek istemezdi.
Üçüncü bir seçenek ise, gazdan ayak çekmeden, hatta tam tersi gaza basarak ve yeni bir restleşmeye doğru gidiliyormuş "izlenimi" vererek, Moskova zirvesine kadar geçici bir operasyon (Bahar Kalkanı) ilan edilebilir, ateşkes ilanı Moskova'da yapılacak ikili görüşmenin sonuç metnine bırakılır, nihayetinde Rusya başkentinden zevahiri kurtaracak bir metinle ayrılmaya çalışılabilirdi. (Mümkünse, bu arada Rusya'nın Fırat'ın batısında öngöreceği plana belirli ölçülerde destek verme karşılığında Fırat'ın doğusuna yönelik bir taviz de istenebilirdi. Ama bunun garantisi de yoktu!) Ve Ankara bu seçeneği benimsedi.
Ve Moskova'nın Ankara'nın zarar görebileceği, "küçük düşme" ihtimalini dışlamaya özen gösteren bir yaklaşım sergilemesi sonucunda, Türk heyeti görüşmeleri, o sade üç maddelik metni "Türkiye sahadaki başarısını masaya yansıttı" ifadesini içerde manşetlere taşıtacak şekilde kapattı ve topu İdlib'ten alıp bir anda "Barbar Yunan'ın" (!) sahasına atıverdi, gözleri oradaki "mezalime" çevirdi.
Elbette ki, Rusya o "özenli" yaklaşımını, kara kaşımızın gözümüzün sadakası olarak değil, kendi ülkesinin çıkarları için sergilemişti. Suriye'deki silahlı ihtilafıı, 65. TC. Hükümetinden bu yana büyük yatırım yaptığı bir partneriyle birlikte yürüyerek sonuçlandırma ve silahlı muhalefeti onunla birlikte sönümlendirme iradesi hâlâ son derece baskındı. 2015 yılı Kasım ayında düşürülen uçağının ardından "ipten aldığı" ilişkiyi ABD'nin Fırat'ın doğusundaki manevra alanını dahi birlikte daraltacak bir kıvama, bu noktaya getirmişti, Ankara'nın zayıflamasına bilerek yol açmak istemezdi.
Velhasıl, Ankara Moskova'dan ne Rusya'nın ne de aynı safta görüldüğü silahlı grupların şimşeklerini üstüne çekerek ayrılmış görünüyor. Rusya'nın pozisyonu ortada. Lavrov'a bir kravat hediye edilebilecek yumuşaklıkta soft bir noktaya bile gelindi. Cihatçılara gelince… HTŞ, son gelişmelerden sonra yaptığı resmî açıklama ile, "Türk hükümetine devrime ve sivillere verdiği destek yönündeki tavrı için teşekkür edilmeli" dedi… Tamam, "yerinden yurdundan olmuş insanların kendi bölgelerine taşınması doğrultusundaki desteği sürmeli" de dedi ve "Ankara'nın verdiği askeri destek devam etmeliydi" diye de ekledi. Ama HTŞ'nin Suriye Arap Ordusu birliklerine karşı -hem de hava desteği olmadan- savaşırken onlarca şehit vermiş ve büyük bedel ödemiş bir orduya, savunma hattını daha geriye çekiyor diye, "bize ihanet ettiniz"anlamına gelebilecek bir şey söyleme ihtimali de pek kalmamış görünüyor.
twitter: @akdoganozkan