6 Şubat depremi sonrası gereksinim duyduğu acil yardım ihtiyacı "BM Kalkınma Programı'nca 100 milyar dolar" olarak telaffuz edilen Ankara, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri'ne giden yolda arzuladığı iktisadi, siyasi ve askeri desteği bulabilmek adına Washington ile temasları yoğunlaştırma gayreti içinde görülüyor.
Çoğumuz belki yaklaşan seçimlerle ilgili olarak, siyasi parti liderleri arasında yaşanan "Ankara trafiğine" odaklanmış durumdayız. Ancak seçim sath-ı mailinde Türkiye'nin yakın geleceği açısından belirleyici olabilecek en kritik "trafiklerden" birinin Washington'da dönmekte olduğu da bir gerçek. Bu, bugüne özel bir durum değil. Türkiye'de "ABD desteğini arkasına almak" gibi bir hedefi olan her iktidarın ve iktidar adayının en çok önemsediği istikamet Amerikan başkenti olagelmiştir. Gerçi Washington'dan "destek almak" ve onunla birlikte "stratejik imzalar" atmak, bilindik sebeplerden ötürü artık hiç kolay değil. Bu güçlüğe son zamanlarda bir yenisi daha ilave oldu. Ankara'nın Rusya ile 2016 sonrasında ilişkilerini geliştirmesinden ve dış politikasına belirli ölçülerde denge kabiliyeti getirmeye çalışmasından rahatsız olan ABD yönetimi, Türk hükümetinden "ilişkileri geliştirme" amaçlı görüşme talepleri geldiğinde, artık önce ABD Hazine Bakanlığı'nın Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarlığını işaret ediyor.
Nitekim, bu görevi bugün icra eden Brian E. Nelson, iki ülke arasında son dönemin en yüksek düzeyli teması olarak nitelendirebileceğimiz İbrahim Kalın – Victoria Nuland görüşmesinden bir-iki gün önce, bir kez daha sahne aldı. 13 Mart tarihinde Washington'da Nelson ile gerçekleşen toplantıya Türk tarafından Ticaret Bakan Yardımcısı Mustafa Tuzcu katıldı. Sonuçta, Ankara bir kez daha Amerikalılardan "terörizm ve mali istihbarat" başlıklı uyarılar dinledi. Nelson, 15 Temmuz öncesinde iktidar çevrelerinin -17-25 Aralık operasyonlarının arkasındaki isim olarak suçladığı-David S. Cohen'in yaptığı görevi yürütüyor. Bu köşedeki 13 Mart 2023 tarihli "Hayra alamet şeyler olmuyor" başlıklı yazımda -Cohen'i de çerçeveye katarak- aktardığım üzere, Nelson, 2-3 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gelmiş ve Ankara ile İstanbul'da kamu ve özel sektör temsilcileri ile görüşmüştü. Yeni yaptırım uyarılarında da bulunan müsteşar, özetle şu mesajı vermişti: "Rusya'ya yaptırımlarımızı siz de uygulayın. Yoksa G7 ülkelerine, yani, Almanya / AB, Amerika Birleşik Devletleri, Britanya, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada'ya ticaretinizi bir anda sonlandırırız."
"Terörün finansmanına karşı mücadele için ne yaptın?"
13 Mart tarihli Tuzcu – Nelson görüşmesinde neler konuşulduğuna dair ayrıntılı bilgimiz yok. Ancak Washington'un Ankara temsilcisine ilk yönelttiği sorunun, mealen "Eee, bir buçuk aya yakın zaman geçti, bu konularda nasıl ilerlemeler kaydettik bakalım, bir anlatın" şeklinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Görüşme sonrasında ABD Hazine Bakanlığı sitesinden yapılan resmî açıklamaya bakılırsa, Nelson "Türkiye'nin kara para aklama ve terörizmin finansmanına karşı mücadelesini güçlendirmeye yönelik çabalarını ve yaptırımlardan kaçınma faaliyetlerine karşı önlem alma taahhüdünü" övmüş ve iki ülkenin uluslararası finansal sistemi yasa dışı aktörlerce suistimal edilmekten koruma hedefini paylaştıklarını ifade etmişti. Yani, Washington, daha önce "Rusya konusunda akıllı ol" dediği Ankara'ya yeni ve spesifik bir şey söylememiş, kendisine verildiğini düşündüğü sözleri hatırlatmıştı. Ankara'nın bu zaman zarfında Rusya ile ilişkileri geriletmek anlamında attığı adımları beklentisinin altında bulduğunu varsayabiliriz.
Bu arada, Türk tarafınca paylaşılan programa göre, Amerikan başkentinde 13 Mart'ta Ticaret Bakanı Mehmet Muş ile ABD Ticaret Bakanı Gina Raimondo görüşecekti. Yani Washington çıkartmasında uyarılar dinlemeyi göze alan Ankara, bir noktada "hadi artık ticaretimize bakalım" diyecekti. Muş, daha önce ABD Ticaret Odasında düzenlenen ABD-Türkiye İş Forumu etkinliğine katılmıştı. Sırada Muş - Raimondo görüşmesi vardı. Ancak bu görüşme gerçekleşemedi. Birileri bakanlar yerine bakan yardımcılarının görüşmesini uygun bulmuştu. Bu nedenle Washington'da Türkiye Ticaret Bakanı Yardımcısı Mustafa Tuzcu ile ABD Ticaret Bakanı Yardımcısı Don Graves bir araya geldi. Bu görüşmeye dair yapılan resmî açıklamaya bakılırsa, Graves, ABD Ticaret Bakanlığı'nın Türkiye'nin 6 Şubat depremi sonrası toparlanmasını ve yeniden inşasını desteklemeyi sürdüreceğini teyit etmekle yetindi. Yani o toplantıda da Sam Amca'nın "şapkasından tavşan çıkmamıştı."
Washington'daki en yüksek düzeyli görüşme ise 15 Mart'ta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland arasında gerçekleşti. Görüşmede, NATO gündemi öne çıktı. Beyaz Saray'dan bu görüşmelere dair yapılan açıklamada en dikkat çekici husus, Sullivan'ın, "ABD, İsveç ve Finlandiya'nın mümkün olan en kısa sürede NATO üyesi olmaları yönündeki görüşünün altını çizdi" şeklindeki ifadesine yer verilmesiydi. Ankara'nın "ev ödevlerinin" altı bir kez daha net olarak çizilmişti. Victoria Nuland da İbrahim Kalın'la yaptığı görüşmeye ilişkin Twitter'dan yayınladığı fotoğraflı mesajında, "Depremlerden etkilenenlere başsağlığı dileklerimi iletmek ve ABD'nin Türkiye'nin toparlanma çalışmalarına desteğini görüşmek üzere İbrahim Kalın ile bir araya gelmekten dolayı mutluyum. İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımının yanısıra, ikili ve bölgesel işbirliğini de görüştük" ifadelerini kullanıyordu.
Özetle, ekonomik toparlanma ve F-16'lar konusunda "şapkadan tavşan çıkması" isteniyorsa, önce NATO'nun genişlemesini temel alan TBMM onaylarının verilmesi gerektiği hatırlatılıyordu.
NATO'nun genişlemesine firesiz "evet"
O görüşmelerden bu günlere iki hafta gibi bir zaman geçti. Ankara, geçen süre zarfında bu ödevlerinin birinden alnının akıyla (!) çıktı. Rusya-Ukrayna savaşının ardından NATO'ya katılma talebinde bulunan Finlandiya'nın askeri ittifakta yer alabilmesi için gerekli son onay, ABD'nin "artık bu işi çok uzatmasanız" şeklinde özetleyebileceğimiz "ricası" üzerine, Mart ayının son günlerinde TBMM tarafından verildi. Oylamaya katılan herkes, iktidarı ve muhalefetiyle, Avrupa'nın savunma mimarisini çok büyük ölçüde etkileyecek olan ve yarın Rusya'nın kuşatılması anlamına da gelecek olan soruya "evet" dedi. Tek bir "hayır" ya da "çekimser" oy kullanılmamıştı. Oylama sırasında, salonda bulunan HDP'li vekiller dahi, NATO'nun genişlemesiyle alakalı olarak Washington'un iradesinin zıttı yönde hareket etmek istememiş ve oylamaya katılmamayı seçmişlerdi. TİP'li vekillerin tutumu daha da şaşırtıcı olmuştu.
F-16 satışına itirazlar kalkmış değil
Bu arada İbrahim Kalın, Sullivan ve Nuland ile görüşmesinde Türkiye'nin ABD'den F-16 savaş uçağı ve modernizasyon kiti satın alma talebinin "Herhangi bir ön şart olmadan" gerçekleştirilmesini de istemişti. Malum, Ankara, Türk Hava Kuvvetleri filosu için Ekim 2021'de 40 adet F-16 savaş uçağı ile 80'e yakın modernizasyon kiti satın alma talebinde bulunmuştu. Tabii son görüşmede Kalın'a bu konuda tam olarak ne dendiğini bilmiyoruz ama Amerikalıların o noktada, Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu ellerinde bulunduran Cumhuriyetçileri ve Senato'da (Dış İlişkiler Komisyonu'nun Başkanı Bob Menendez gibi) Türkiye'ye F-16 satışına yönelik itirazlarıyla öne çıkan Demokrat bazı senatörleri işaret ederek "bizim hükümet olarak yapabileceklerimiz sınırlı" demiş olmaları muhtemeldir. Velhasıl daha sonra ABD Kongresi'nde de temaslarda bulunan Kalın'ın oradaki görüşmelerinin Türkiye'ye F-16 satışı konusunda varolan Kongre itirazını aşmak için yeterli geldiğine dair bir emare göremedik.
Voice of America'ya (VOA) bakılırsa, Nisan ayının ilk günü itibarıyla ABD'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu var. Ancak onların "çok kritik" diyebileceğimiz bir görüşme trafikleri yok. Fakat iktidar ABD desteğini arkasına almak yolunda Washington dönemecini henüz alabilmiş değil. Bu nedenle, 14 Mayıs'a kadar Washington trafiği daha çok sayıda temasa tanıklık edecek, içinde "NATO'nun genişlemesi" ifadeleri de taşıyan çok sayıda cümle kurulacaktır.
Finlandiya, Finlandiyalaşmayı bırakırken
Aslında sadece iç siyasette değil uluslararası sahada da çok ilginç bir dönemden geçiliyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion, VOA'ya yaptığı açıklamada, "NATO içinde tarafsızlığı anlatmak için "Finlandiyalılaşma" diye bir terim vardı. Bir ülkenin NATO ve Rusya arasında tarafsız kalmayı seçmesini anlatan bir terimdi bu. Şimdi bu tarafsızlık sona eriyor. Finlandiya'nın NATO'ya girişini sıradan bir olay diye değerlendiremeyiz. Resmen bir devir sona erdi," demişti.
Evet, Billion'un dediği gibi "bir devir sona erdi. Finlandiya'nın üyeliğiyle NATO Rusya'yı kuşatır bir pozisyona geçmiş oluyor. Üstelik, paradoksal gelebilir belki ama, bir süredir "Finlandiyalılaştığı" yolunda şüpheler uyandıran Türkiye'nin yaktığı yeşil ışık sayesinde. Hem de o Türkiye'nin AKP'lisi, CHP'lisi, İYİP'lisi, HDP'lisi ve TİP'lisinin aktif ya da pasif desteğiyle. Peki, bu durum Türkiye'nin bir anlamda "NATO" demek olan ABD yönetimi nezdindeki konumunu güçlendirip Washington'dan arzuladığı desteği almasının yolunu açabilir mi?
Washington'daki temaslardan anladığımız kadarıyla, Ankara kendi "güvenlik kaygılarını" bir kenara bırakıp İsveç'in de NATO ittifakına katılmasına yeşil ışık yakan bir TBMM oylaması yaparak Beyaz Saray'ın bu konudaki "ricasını" da yerine getirmedikçe, o soruya olumlu yanıt vermek pek mümkün görünmüyor. Ayrıca kaldı ki, Ankara için ihtiyaç duyulan o kritik destek, söz konusu yeşil ışık İsveç için yakılsa dahi gelmeyebilir. Ankara için hiçbir şey yapmıyor değil son zamanlarda Washington. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley, ana omurgasını YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) denetimi ve Amerikan işgali altında bulunan Kuzey Suriye topraklarındaki ABD üslerinden birine sürpriz ziyaret yapıyor. Sınırın hemen Suriye tarafında F-22'leri alçaktan uçurarak gövde gösterisi yapıyor, Haseke muhafazasının Rümeylan yakınlarında zırhlı araçlarla devriye geziyor. Bir anlamda, Kuzey Suriye'ye operasyonu "aklından bile geçirme" mesajı vermeye çalışıyor. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a "bağımsız Kürdistan ABD çıkarlarının gereğidir" dedirtiyor. Yetinmiyor, "NATO'yu feshedip Türkiye'siz kuralım" gibi bir cümle kurdurtuyor.