1970’lerde bıkmadan üst üste defalarca dinlediğim bir Barış Manço şarkısı idi benim için “2023”. Sembolik bir tarih olarak 2023’ün, bu eski ve tatlı “progressive rock” parçadan daha fazla bir anlam ifade edip etmediği düştü geçenlerde aklıma.
Zira, bu sorunun cevabını alabileceğim bir fırsattan haberdar olmuştum. Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği (TÜBİSAD) Ankara’da ekim ayı içinde “2023’e Doğru: Atılım İçin Bilişim” başlığını taşıyan bir konferans düzenliyordu.
Tereddütsüz atladım, gittim.
Gittim, çünkü cumhuriyetin 100. yılına dair nasıl bir vizyona sahip olduğumuzu, bu kapsamda bilgi teknolojilerine, bilişime nasıl baktığımızı görme fırsatı çıkmıştı.
Ayrıca şanslıydım, çünkü bilişimin ülkelerin rekabet güçlerine etkisini de gösteren bir endeksin (Global İnovasyon Endeksi) mucidi olan, dünyaca ünlü iş idaresi uzmanı Prof. Soumitra Dutta, konferansın ana konuşmacısı idi.
Teknoloji çevrelerinde en saygın yeri olan ölçütlerden biri olan Global İnovasyon Endeksi, 2007’den bu yana her yıl yayınlanıyor. Raporlamayı üç kuruluş ortak yürütüyor: Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Fikri Sermaye Örgütü (WIPO), Cornell Üniversitesi ve merkezi ABD’de olan INSEAD İşletme Okulu.
Bu kurumlarla beraber çalışan Dutta, konferansta Türkiye’nin Global İnovasyon Endeksi’ndeki yerini aktarıp, bu pozisyonu katma değerli ürünlerle nasıl geliştirebileceğimizden, Singapur’un bu anlamda neler yaptığından söz edecekti.
Toplantıda Kore Deneyimi’ni de dinleyecektik. Çünkü Dutta’nın yanı sıra, Güney Kore’nin İnternet & Güvenlik Ajansı Başkan Yardımcısı Kyung Ho Chung da orada olacaktı.
Malum, 1980’li yılların başında Güney Kore ekonomik büyüklük itibarıyla Türkiye’nin gerisindeydi. Ar-Ge’yi odak sektör olarak benimseyen Koreliler geçen yıllar içinde dev bir teknolojik inovasyon sıçraması yapmış ve 2000’lerde bizi tamamen sollayıp geçmişti.
Kore bunu nasıl gerçekleştirmişti? Chung’dan da bu sorunun cevabını alacaktık. Onun konuşması da bir şeyler öğrenmek için bir başka fırsattı.
Konferans salonunun ön koltuklarında, ilgili bakandan başlayarak kamunun önemli kurum ve kuruluşlarının yöneticileri, yani devlet ricali vardı. Tabii sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de. Bir diğer deyişle “ders almak”, o dersi faydaya çevirmek için bulunmaz bir fırsattı.
Belki de bu sayede “krizleri fırsata çevirebilecektik.” Malum “krizi fırsata çevirmek” laflarını bu ülkede özellikle 1990’lardan bu yana hep duyarız. Duyarız da ben nedense bu ülkede hep “fırsatları krize çevirdiğimiz” vakaları hatırlarım. (Son örnek için Bkz. Dershane Tartışması)
İnsanına böyle ters köşeye yatırıcı tecrübeler yaşatabilen güzide ülkemizde o konferans günü de böyle oldu. Uluslararası endeksteki sıralamamızı ve rakamları pek beğenmeyen devlet ricali konferanstaki bu “ders alma” fırsatını sivil toplum örgütlerine ve iş dünyasına “ders verme” fırsatı olarak kullanmayı tercih etti. Bizimle bu konuları belki ayrıntılı olarak tartışmayı uman Gutta da yenen fırçalardan payına düşeni aldıktan sonra ilk fırsatta salondan ve otelden ayrıldı, çıktı gitti.
Kimden söz ediyoruz?
New York eski Belediye Başkanı Michael Bloomberg’ün “dünya liderliğini kaybetmememiz için bu şehrin merkezinde hi-tech bir üniversiteye ihtiyaç var” diyerek kurdurduğu “Cornell Tech Üniversitesi”nin en önemli bölümlerinden birinin dekanlığına getirilen Prof. Soumitra Dutta’dan! Ve ne diyordu onun raporları?
Diyordu ki... Türkiye “global inovasyon endeksi” sıralamasında ilk ölçümün yapıldığı 2007 yılında Barbados’un hemen altında, Kıbrıs Rum Kesimi’nin hemen üzerinde 45. sıradaydı.
Oysa 2013’te Türkiye kendisine ancak 68. sırada yer bulabilmişti.
Yani Türkiye 6 yıl içinde sıralamada 23 sıra geriye düşmüştü. Ve bu haliyle Barbados’un 21, Kıbrıs’ın ise 39 sıra altında ancak yer bulabiliyordu.
Belli ki sıralamadaki yerimiz devlet adamlarımızın hoşuna gitmemişti.
Bizim devlet adamlarımız Türkiye’nin Facebook ve Twitter kullanımındaki yüksek oranlara, telefonla konuşma sürelerimizin yüksekliğine falan bakarak bunu bir marifet gibi sunmayı pek severler. Halbuki bunlar bizim bir mucit ya da maharetli bir üretici değil, en fazla meraklı bir tüketici (!) olduğumuzun göstergesidir.
Tarımdan tekstile, fındıktan metalurjiye bütün sektörlere dokunan bir sektör bilişim. Bugün bu sektörde faaliyet gösteren beş sivil toplum örgütümüz (TÜBİSAD, TBD, TBV, TESİD, ECID) Dijital Türkiye Platformu şemsiyesi altında güç birliği yapmış durumdalar. Türkiye bilgi teknolojilerini kalkınmada kaldıraç olarak kullanabilsin diye.
Onlar yılların seyri içinde büyük tecrübeler biriktirdiler. Elbette bazı sorunları, sıkıntıları da var. Ama yıllardır kamuda değişmeyecek tek bir muhatap bulmak ve ortak bir yol haritası çizmek, bu doğrultuda stratejik planlama yapmak, düzenli eylem planları oluşturmak için didinip duruyorlar.
Bu sorun ve çabalara başka bir zaman değinmek üzere, şu kadarını söylemekle yetineyim:
Türkiye son 10 yılda (2002-2012) kişi başına düşen reel gelirini sadece % 43 artırarak (1998 fiyatları ve kur düzeyine göre) 6 bin dolarlara ancak ulaşabildi. Hâl böyleyken Türkiye’yi yönetenlerin “2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak ve 25 bin dolarlık milli gelire kavuşmak”, şeklindeki hedefleri ham bir belagatın ötesine geçemiyor. Özellikle de ortada sağlıklı bir bilişim stratejisi ve teknolojik inovasyon vizyonu olmadan!
Oysa bizler bu hususların sağlıklı bir büyüme yolunda nelere kadir olduğunu, mesela, parçalandığı savaşın sonunda, 1953’te ekonomisi de kendisi de göçmüş Kore gibi ülkelerin bugün geldiği seviyeden çok net görüyoruz.
Evet, yaklaşık 40 yıl önce, “2023” benim için “synthesizer” marifetiyle yapılmış, beni hayaller galaksisinde gezintilere çıkaran, tatlı, hülyalı bir şarkıydı.
40 yıl sonra görüyorum ki, hâlâ öyle!
Oysa bilişim günümüzdeki en güçlü “synthesizer...”
Elbette o sentezlemeyi bilenleri dinlemeyi, anlamayı ve ders çıkarmayı bilirsek!
Twitter: @akdoganozkan