2022 yılı silahların dilinin yakın coğrafyalarda giderek daha fazla hâkim hale geçtiği bir yıl olarak sonuna doğru yaklaşıyor. Rusya Federasyonu’na bağlı ordu birliklerinin Ukrayna topraklarına ayak basmasıyla iki ülke arasında başlayan çatışmalar sekizinci ayını doldurdu. Son aylarda, çatışmaların daha da şiddetlenmesi ve daha geniş bir coğrafyaya yayılması yönünde bir takım kışkırtıcı eylemlere de tanık olduk. Neler olmadı ki, cephe hattının dışında kalan bölgelerde! Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin'in kızı Darya Dugina, Ukrayna gizli servisinin görevlendirdiği anlaşılan Natalya Vovk isimli bir kadın tarafından Moskova yakınlarındaki aracına yerleştirilen bombanın patlatılması sonucu öldürüldü. Avrupa’nın iki büyük ülkesi, Rusya ile Almanya arasındaki Kuzey Akım petrol boru hattı, bir sabotaj eylemiyle patlatıldı. ABD ve yakın müttefikleri böyle bir sabotaj hiç gerçekleşmemiş gibi yapıp görmezden gelseler de aynı saftaki bazı Polonyalıların bu eylemi “teşekkürler ABD” şeklindeki bir sosyal medya mesajıyla kutlamasına engel olamadılar. Son olarak, savaş bölgesinin dışında yer alan ama Rusya’yı Kırım Yarımadası’na bağladığı için stratejik önemi haiz Kerç Köprüsü yine Ukrayna gizli servisinin yaptığı tahmin edilen bir başka sabotaj eylemiyle, üzerinden geçen bomba yüklü bir kamyon infilak ettirilerek havaya uçurulmak istendi. Ayrıca, Ukrayna’da Rus kuvvetlerinin kontrolünde bulunan Zaporojiye Nükleer Santrali’ne dış enerji kaynağından elektrik sağlayan hatta saldırılar düzenlenerek bir nükleer felaketin önünün açılması arzulandı. Şu günlerde de Kırım’a giden suyu kontrol etmek için kurulmuş olan Herson Hidroelektrik Santralı’nın suyunun boşaltılarak Dinyeper Nehri çevresindeki yüz binlerce insanın sel tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açacak yeni bir provokatif sabotaj eyleminin gerçekleşebileceği konuşuluyor. Hedef Rusların muharebeleri daha geniş cephelere yaymasını sağlamak ve savaş çıtasını biraz daha yükseğe çekmek.
Bu provokatif eylemlerin yanı sıra son günlerde şunlar da oluyor:
ABD’nin 101. Hava İndirme Tümeni’nin Romanya’da konuşlandırdığı, 4 bin 700 Amerikan askeri personelinin ABD’nin Kentucky eyaletinden Avrupa’ya, Ukrayna sınırları yakınlarına nakledildiği konuşuluyor. CBS haberi “tarihi konuşlanma” olarak veriyor. Muhtemelen Kiev’den çoktan ayrılıp Lviv’e geçmiş olan Zelenski, başkentteki Başkanlık Konutu’nun bombalanması halinde, NATO’nun da Kremlin’i vurması gerektiğini söylüyor, bu yönde çağrı yapıyor. NATO Kuzey Denizi’nde İttifak üyesi 14 ülkenin 60 civarında uçakla katıldığı nükleer caydırıcılık tatbikatı gerçekleştiriyor. Ruslar nükleer başlık taşıyan RS-28 füzeleriyle donatılabilen stratejik nükleer bombardıman uçaklarını Murmansk’a naklediyor. Moskova’nın son günlerde Belarus’a da yığınak yapmaya başladığı görülüyor.
İşler bu seyirde çığırından çıkmak üzereymiş gibi bir resim çizerken siyasi gözlemciler ve siyasetçiler de, doğal olarak, “nükleer bir savaşın başlangıcı” olarak görülebilecek bir momente doğru yaklaşmakta olabileceğimizi konuşuyorlar. ABD Başkanı Biden, bu durumu, kendi perspektifinden “Rusya, Ukrayna’da taktik nükleer, kimyasal ya da biyolojik silah kullanmayı hesaplıyor,” şeklinde dile getiriyor. Moskova ise, Kiev Yönetimi’ni, bileşenlerini Britanya’dan tedarik edeceği bir nükleer bomba ile bir patlama tezgahlayıp sonra da Rusların “kitle imha silahları kullandığı yalanını atabilecekleri bir provokasyon planladıklarını” ileri sürüyor. Ruslar Zelenski’nin Moskova’yı BM nezdinde yalnızlaştırmayı hedefleyen bu “tiyatro” projesini nihai aşamaya getirdiğini de iddia ediyor.
Peki nükleer bir felakete kapı aralayan bir noktaya gelir miyiz? Olmaz, demek zor. Şu ana kadar olup bitenleri, bundan bir-iki yıl önce herhangi bir siyasal gözlemci ya da bir Avrupalı siyasetçiye, böyle şeyler olur mu, diye sorsaydınız, sizi muhtemelen ciddiye bile almayacaktı. Ama hepsi oldu. Dolayısıyla şu ana kadar olanlar bundan sonra olacakların teminatı (!) da olabilir. O nedenle, şu noktada yöneltilebilecek doğru soruları da ortaya koymak lazım:
Mesela, Belarus’a yığınak yapan Rusya, savaşta yeni bir cephe açarak Kiev’i kuzeyden işgale kalkışır mı? Peki NATO’nun iki büyük gücü ABD ve İngiltere Rusya’ya karşı savaşta Avrupa’da yeni bir cephe açma hazırlığında mı? Kısacası Ukrayna topraklarındaki savaş yeni cephelerin açılmasıyla daha büyük bir coğrafyayı içine alır mı? Ve daha da önemlisi, çatışma ve kışkırtmaların şiddetlenmesiyle nükleer bir savaşa doğru yuvarlanır gider miyiz?
Madem durum bu ve böyle sorular öne çıkıyor, o halde gelin Avrupa’yı ve genelde dünyayı nasıl bir akıbetin beklediği konusunda spekülatif olması kaçınılmaz bir fikir egzersizi yapalım. Bundan sonra, neler olabilir, birtakım öngörüler temelinde bir senaryo geliştirelim. Adına da “Ukrayna’da Yaşanabilecek Bir Nükleer Savaş Felaketi Senaryosu” diyelim.
Malum, şu aralar çatışmaların en yoğun olduğu yerlerden biri, Kırım’ın kuzeyindeki Herson. Valday Dağları’ndan doğarak kuzeyden güneye akan 2200 km’lik Dinyeper Nehri’nin Karadeniz çıkışına yakın bir noktada yer alan Herson, sadece hidroelektrik santralıyla değil, Kırım’ı Mykolaiv’e ve Odesa’ya bağlayan bir köprü teşkil etmesi açısından da önemli. NATO silah ve teçhizatıyla donanmış bir takım “emekli” Amerikan askerleri ile paralı Polonyalı askerlerden Harkov’da epeyce fayda gören Amerikalılar, Herson’un da Rusların denetimine geçmesini istemiyor. Dolayısıyla birilerine savaşta şöyle bir akışın mümkün olabileceğini düşündürüyor.
Senaryo bu ya, Amerikalılar, Herson’a büyük bir saldırı başlatırlar. Ruslar bu saldırı karşısında bir süre direnseler de yığınağını artırma kararlılığına yönelebilecek NATO güçleri ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi tercih etmeyerek bölgeyi tahliye eder. Ardından da NATO’yu Ukrayna’ya daha fazla birlik kaydırmaya zorlamak üzere, Kiev'den Harkov'a kadar olan güzergâh boyunca ağır muharebe birimleriyle birçok noktada keşif görevi icra ederek düşmanla yoğun temas sağlarlar. Böylece silahların daha geniş bir cephede konuşması sağlanır. Bu çatışmalar 2023 baharına kadar devam eder. Bu zaman zarfında Ukrayna gizli servisi, Moskova’yı Ukrayna’ya karşı nükleer silah kullanmaya kışkırtmak amacıyla Rusya şehirlerinde bir takım terör saldırıları gerçekleştirir. Putin bir oldubittiye izin vermez ve taktik nükleer silah kullanmaktan imtina eder. Ancak Rusların Kiev’in ve Ukrayna’nın batısındaki bazı şehirlerin birer harabeye çevrilmesine yol açan füze saldırıları gerçekleştirdiğine tanık oluruz.
Herson’da yenilgiye uğradığını kabul ederek Energodar’da tutunan Ruslar her ne kadar Kırım’ın kuzeyindeki savunma hattını korumayı başarsalar da içerde de artık tam bir savaş ekonomisine geçiş yapmak durumunda kalırlar. Bu arada Herson’un kaybı ve akabinde bölgede kalan sivillerin Ukraynalı Naziler tarafından vahşice katledilmesinin görüntüleri Putin’i ülke içinde iyiden iyiye güç durumda bırakmıştır. Bir yılı aşkın bir süreye rağmen bir türlü kontrol altına alınamayan savaş, Rus halkının iyice tadını kaçırınca, Putin kozmetik bir devlet hamlesiyle devlet başkanlığından istifa ederek görevi Batı’ya karşı daha şahin bir tutum takınan Medvedev’e devreder. Bu gelişme NATO şakşakçısı medya tarafından haber bültenleri ve yorumlarda Ukrayna’nın zaferi ve “Rusya’nın Ukrayna’da yediği şamar” şeklinde sunulur. ABD, muzaffer bir edayla Medvedev'i sahte bir yumuşama atmosferine çekmeye çalışır. Ancak ne Medvedev ne de devlet aygıtının hala bir parçası olan Putin bu oyuna gelecektir.
Bu arada, Washington, BM Barış Gücü askerlerini Energodar çevresine yerleştirebilmenin arayışları içindedir. Amerikan yönetimi bu amaçla, Rusların kontrolündeki Zaporojiye Nükleer Santralı’nın durumunu epeydir yakından takip eden Uluslararası Atom Enerji Ajansı’na (IAEA) bu doğrultuda bir karar aldırmak için baskı uygular. Santralı geçen Eylül ayında Rusların davetiyle ziyaret etme imkânı bulmuş Genel Direktör Rafael Grossi, böyle bir plana onay vermekte tereddüt eder. Zira Amerikalıların planı, bölgeye BM Barış Gücü konuşlanmasının yanı sıra nükleer tesisin kontrolünün Ukrayna'ya bırakılmasını da içermektedir. Bu da Zelenski’nin tüm bölgeyi bu sayede nükleer bir sızıntı tehdidi altında tutabilmesi imkanına kavuşması demektir. Ukrayna, böylelikle dilediği zaman nükleer reaktörün çekirdeğinin Rusların bir saldırısı sonucu aşırı ısındığını iddia edebilecek, çekirdeğin erimesiyle birlikte radyasyon çıkışı gerçekleşeceğinden böyle bir iddia akabinde bölgenin tahliye edilmesini sağlayacaktır. Bu durum hem sivillerin hem de Rusların bölgeden ayrılmasına yol açacağı gibi, uluslararası toplumun da facianın sorumluluğunu Moskova’nın sırtına yüklemesine olanak tanıyacaktır.
Başlarına gelebileceği tahmin eden Ruslar böyle bir oldubittiye karşı olduklarını Grossi’ye bildirir, plana karşı çıkarlar. Dinyeper nehrinin güneyindeki cephe birliklerini de takviye ederler. Savaş, artan kayıplar ile bu şekilde bir yıl daha devam eder. Ukrayna sahasındaki dengeyi Medvedev de fazlaca değiştirememiştir. Moskova Batılı ülkelerde bulunan diplomatlarını çekerken vatandaşlarını da geri çağırır.
Bu arada, ABD, İngiltere ve NATO çok da farkında değildir ama, Rusların kırmızı çizgileri pek çok hususta iyice aşılmıştır. Moskova savaşın bundan sonraki safhasının nasıl bir şekil alacağı konusunda net kararını vermiştir. Mesele artık sadece bunun için gerekli askeri kaynakların planlanmasını yapmak ve düğmeye basmak için gerekli zamanı beklemekten ibarettir.
Aylar bu şekilde geçer. 2025 yılı bahar aylarında bir gün ajanslar Medvedev’in Macron’u telefonla aradığına dair haberler geçer. Görüşmenin ayrıntıları gizli tutulmaktadır. Ancak Medvedev’in Macron üzerinden savaşı sone erdirecek bir barış planı önerisi ilettiği konuşulmaktadır. Statükodan memnun olan ve kendisi de bir sonraki safhaya geçme düşüncesinde çiçeği burnunda yeni ABD Başkanı, barış planını hızla reddeder.
Birkaç gün sonra Amerikalılar Washington DC saatiyle sabaha karşı saat 02.00’de uydu haberleşme sistemlerinde güçlü bir enterferans algılarlar. Neler olduğu çok kısa bir süre içinde anlaşılır. Rus jetlerinden ve üslerindeki platformlardan fırlatılan ve nükleer başlık taşıyan binlerce hipersonik Kinzal, Zirkon ve Avanguard füzesi düşman hedeflerine doğru ilerlemektedir. Füzeler kaşla göz arasında NATO ve NORAD karargahları ile ABD topraklarındaki hava üslerini, nükleer silah silolarını ve balistik füze vurma kabiliyetine sahip ABM sistemlerinin yer aldığı hedefleri vurur. Britanya donanmasına ait bazı nükleer denizaltılar da nükleer torpidolarla batırılmıştır.
Her şeye rağmen NATO üslerinin çoğu ayaktadır. Bu ilk saldırıların sivil kayıpları 10 binler düzeyinde kalmıştır. Koşullarını düşmanın dikte edeceği bir barışa razı olmak istemeyen NATO, yüzlerce nükleer savaş başlığı taşıyan seyir füzeleriyle Rusya’ya karşı yeni bir saldırı başlatır. Lakin ayakta kalan anti-balistik füze (ABM) tesislerindeki rampalardan fırlatılan seyir füzelerinin çok büyük kısmı hedeflerine ulaşamadan S-300 ve S-400 füzeleri tarafından vurulur. Nükleer silolardan ya da denizaltılardan fırlatılarak stratosfere giren ve her biri farklı bir hedefi vurmayı amaçlayan termonükleer savaş başlıkları içeren balistik füzeler daha başlıkları açılmadan S-550 füzeleri tarafından imha edilir. S-500’ler de nükleer savaş başlığı taşıyan REV'leri daha inmeden vurur. Rusya yakınlarındaki NATO gemileri de daha fazla füze atılmasını engellemek amacıyla kısa bir süre içinde gemi-savar füzeler ile imha edilir.
Yine de Moskova ve bazı Rusya şehirleri, denizaltılardan fırlatılan ve 100kT’luk güce sahip W76 termonükleer savaş başlıklarından onlarca isabet almıştır. Nükleer seyir füzelerinden bu şehirlere isabet eden nükleer silahlar 1 milyon ila iki milyon aralığında bir zayiata yol açar. Büyük ölçüde savaşın dışında kalmış ve denizaltıları limanlarından ayrılmamış Fransa dışında, NATO’nun diğer büyük aktörleri o kadar şanslı değildir. Rusya'nın ikinci nükleer saldırısı Avrupa’daki NATO şehirlerine ulaşmış ve NATO’nun endüstriyel üsleri ile savaş yürütme kabiliyetinin çok büyük ölçüde yok edilmesini sağlamıştır. Havaalanları, limanlar ve pek çok tesis tamamen tahrip olmuştur. Kayıplar, on milyonlar düzeyindedir. Şehirlerde korkunç bir felaket yaşanmaktadır.
Rusya’nın ilk nükleer saldırısına apansız yakalanan NATO yine de tam anlamıyla savaş dışı kalmış değildir, belirli ölçülerde de olsa komuta ve kontrolü elde tutmaktadır. B61 gibi güdümsüz taktik nükleer bombaları ile B83 gibi 1,2 megatonluk stratejik yerçekimi bombalarıyla donanmış olan ve ilk saldırılardan hasarsız kurtulan, bazı stratejik bombardıman uçakları havada yakıt ikmali de yaparak Rusya’ya doğru seyir halindedir. Ancak bunların da büyük çoğunluğu Rusların uzun menzilli, hipersonik R37M havadan havaya füzeleriyle düşürülür. Bunların düşüremediklerini ise düşmanın belirli bir bölgeye erişimini veya o bölgede harekât yapmasını engellemek amacıyla kullanılan taktik ve teknikler bütünü olan A2AD (Erişimi Engelleme – Bölgeden Men Etme) doktrinince savunma hakimiyeti sağlanan alanlardaki S-400 ve S-300’ler indirirler.
Bu savaşı minimum hasarla atlatmayı hedefleyen Rusya, kimilerinin “kıyamet silahı” da dediği, 200 megatonluk birer savaş başlığı taşıyan iki Poseidon nükleer torpidosu yüklü insansız sualtı aracını İngiltere'nin doğu ve batı kıyı şeridi yakınlarına göndererek ateşler. Bu iki torpidonun yarattığı 500 metre boyundaki radyoaktif tsunami Britanya adasını batıdan ve doğudan kat ederek nüfusun üçte ikisinin hayatını kaybetmesine sebep olur. Ancak kuzeyde ve kırsal kesimde yaşayan insanlar hayatta kalmıştır. Belirli bir elit kesimin girebildiği yeraltı sığınakları dahi radyoaktif tsunamide boğulmuştur. Büyük şehirlerde kimse hayatta kalamamıştır. Toprak yüzyıl boyunca kullanılamaz hale gelmiştir.
Ruslar, ABD’de yaşamını idame ettirebilmiş yönetici sınıf temsilcileriyle temasa geçerek devasa boyutlardaki yıkımı onlara izlettirir. Ardından her kıyı şeridine bu türden sayısız torpido konulacağını ve kısa bir süre sonra da düğmeye basıp basmama kararı verileceğini açıklarlar. Karşılık veremeyecekleri bir silahla topyekûn imha edilme ihtimaliyle karşı karşıya kalan Amerikalılar, nihayet ateşkesi kabul eder ve Ruslar ile teslim olma şartlarını müzakere etmeye hazır olduklarını bildirirler.
Dünyanın geri kalanı çok yönlü komplikasyonları olacak bu saldırılar ve tablo karşısında dehşete düşmüştür. Rusya’nın birkaç dakika içinde bazı ulusların gezegenden silinmesine yol açan böyle “barbarca saldırı” gerçekleştirmesi çok sayıda insanı şoke etmiştir.
Yüzlerce yıl Batı dünyasının saldırılarına maruz kalan ve II. Dünya Savaşı’nda Batı Avrupalıların elinde 27 milyon insanını yitiren Rusya, hayatta kalmak için katlanılan acıyı ve ıstırabı iyi bildiğinin altını çizmekte ve karşı karşıya kalınan bu dehşet tablosundan ötürü dünyadan af dilemektedir.
ABD ve NATO coğrafyasında sağ kalanlar toplumsal hayatı yeniden inşa etmeye ve hasarları onarmaya girişirler. Pişmanlıklarını dile getiren Ruslar ise ABD'nin yeniden bayındır hale getirilmesi için bir bir yardım planı üzerinde çalışmaktadır. Çin, şaşırtıcı bir hamleyle bu insanlık davasının yakından takipçisi olacağını açıklar. İki eski dost, Rusya ve Çin artık yeni dünyanın birincil süper güçleridir. Dünya için şimdi asıl tehlike, bu iki güçten birinin tek süper güç olmayı seçmesi halinde belirebilecek yeni bir çatışma olarak belirebilecektir. Nükleer felaketten sağ kurtulan insanların büyük çoğunluğu “keşke geçmişte çok kutuplu dünya çözümünü benimseseymişiz” demektedir. Ancak olan olmuştur. İnsanların farklı bir dünyayı gözlerinde yaşlarla hayal etmesinin artık bir kıymeti kalmamıştır.
Evet, senaryomuz bu…
Sizce böyle bir senaryo mümkün mü?
Ben hemen söyleyeyim, ben böyle bir felaket senaryosunun gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Böyle bir risk var mı, evet kesinlikle var! Ukrayna Savaşı’nın bundan sonraki evrelerinde beklemediğimiz pek çok gelişme yaşanabilir, ama olacakların doğrudan böyle bir senaryoyu takip edeceğini sanmıyorum. Zaten bu senaryoyu, “Russia will not use nuclear weapons in Ukraine” başlığıyla oldukça kapsamlı, uzun ve derinlikli bir tahlili “Cirno” mahlasıyla geçtiğimiz günlerde sunan bir siyasi analistten ödünç aldım. Gelişmelerin hiç hayra alamet olmadığını biraz daha net vurgulamak için de köşelerini biraz daha sert hale getirip parlattım. Niyetim, böyle bir konjonktürde nelerin savaşan tarafların liderlerinin imkânları (!) dahilinde olduğunu göstermek ve karşılıklı el yükselten adımlarla nerelere gidilebileceğini göstermekti. Bu arada, hemen belirteyim, yazısında en iyiden en kötüye çok sayıda senaryoya yer veren Cirno’nun en kötü senaryosu da bu değil. İnsanlığın yeryüzünden yok olmasına giden bir senaryo olduğu gibi nükleer bir saldırının ABD tarafından başlatılacağını temel alan bir senaryo da var. Ancak nasıl bir senaryonun gerçekleşeceğini bugünden bilmemiz mümkün olmadığı gibi, öyle bir an geldiğinde düğmeye ilk kimin basacağının şu aşamada çok önemli olduğunu da düşünmüyorum.
Ancak bu tip senaryolar yoluyla nelerin ihtimal dahilinde olduğunu bilirsek, bu sayede kendi “senaryomuzu” geliştirebilir, çılgınca yeniden vassallaştırılmaya çalışıldığımız coğrafyalarımızda neyi istemediğimiz konusunda sesimizi daha gür çıkarabiliriz. Eksterminizmle mücadeleyi yeniden toplumların gündemine koymayı deneyebiliriz. Özellikle, kendilerini kara bir kışın beklediğini bildiğimiz Avrupalıların son haftalarda artan sokak protestolarıyla NATO için ölmeyi daha net bir dille reddetmeleri, eksterminizmle mücadelede bu anlamda bir umut anlamı taşıyor. Galiba bu konuda da işe, entelektüel ve politik yaşamının önemli bir bölümünü CND’ye (Campaign for Nuclear Disarmament) ve nükleer savaş karşıtı mücadeleye hasreden E.P. Thomson’ın New Left Review dergisinin 121. sayısında (1980 Mayıs/Haziran) yayınlanmış “Notes on Exterminism; the Last Stage of Civilization” başlıklı yazısını yeniden okuyarak başlamak da mümkün. Sonradan Verso’nun “Exterminism and Cold War” başlığıyla derlediği bir kitap çalışmasında da kendine yer bulan bu makalenin 40 küsur yıl sonra yeniden “güncel” olması da hepimizin ayıbı. Ve elbette epey düşündürücü.
Düşünelim ve Ukrayna’yı savaşır tutmak için AB’nin Kiev yönetimine ayda 1,5 milyar Avro tahsis ettiğini açıklayan AB Komisyonu Başkanı Von Der Leyen’in 7 çocuğuna da bir ümit olabilecek barışçıl bir gelecek perspektifi için kendi alternatif “senaryomuzu” yazalım. Yoksa, kıyamete biraz daha yaklaşacağız!