Sert bir kış oldu, bir sürü dört ayaklı arkadaşımı kaybettim yine. Hiç birinle vedalaşamadım, bakışlarını gözlerime emanet edemeden gittiler. Aniden şiddetli bir kar bastırmıştı, feci hastaydım ve bir hafta hiçbir yere çıkamamıştım. Açtılar şehrin kuzeyinde, yalnız ve buzdan bir uykuya kim bilir hangi sıcak düşlerin refakatinde teslim oldular.
İnsanı hiçbir yere yetişememenin kahrolası çaresizliğiyle yetersiz ve beyhude hissettiren, kırılgan bir zamanı bu yüzden yılın. Bazı akşamlar eve gelip arabanın motorunu susturduktan sonra araçtan çıkamadan gözlerimden inen yaşlarla dakikalarca hesabımı veriyorum.
Sert bir kış oldu. Yine de siz bu yazıyı okuduğunuzda ilk cemre havaya düşmüş olacak. Kışı söndüren kor halde bir ateş yaşamdan taze bir sayfa açmak üzere kendisini havaya bırakacak. Birer hafta arayla suya ve toprağa düşecek sonra. Zulmü dindirmiş ve belki de unutturmuş olacak, acılar tazeyken daha…
Her yıl aynı zamanlarda gelip ormanın ucundaki en uzun meşe ağacının tepesine tüneyen iri gagalı kuş, kocabaş her şeyin farkında. Kıpırdamadan o sapsız meşe ağacının bir dalında dakikalarca öylece duruyor. Renklerine vurgun olduğum kocabaş! Kış bitmek üzereyken dağılan sürüsünden ayrılmış belli ki. Ormanda tek başına böylecene birkaç gün duracak. Kışın bu son günlerinde kocabaşlar acımasız günlerde yitirdiklerini son kez düşünürler sanırım. Acıları yüklenmiş olmanın ağırlığı onları yerinden kıpırdatmaz. Zalim kışta kaybettiklerini hatırlar, cemre öncesinde onları anar, hatıralarıyla son kez vedalaşırlar. Bu ormanın yeni sayfasına soluğu yetmeyenlere saygı duruşudur. Bir dişiyi yine bahara ve kendisine cesaretlendirip teşvik etmeye çalışmadan önce böyle duracak kocabaş birkaç gün. Arada gidip gelecek yine. Ve soluk renkli gagası iyice kararmadan, muradına ermiş olacak. O yüzden yapacak çok şeyi var; geçen yıllardan biliyorum.
Bana sırtını dönmüş, ormana tepeden bakıyor şu an. Üzerindeki ağırlığı içinden hissettiğim için tünediği yerden uzun bir süre daha gitmeyeceğinden emin çayı demlemeye gidiyorum, yanı başıma kıvrılmış kediyi rahatsız etmeden usulca koltuktan kalkarak. İki tane karanfil atsam demlenirken çayın içine ne olur sanki!
Çözülsün diye buzluktan çıkarıp tezgâhın üzerine koyduğum ilikli kemiklerin sıcaklığını iki parmağımla kontrol ederken, göz ucuyla pencereden meşenin tepesine bakmayı da ihmal etmiyorum. Kocabaş hâlâ orada. Kafasını benden yana çevirip bana bakıyor bir ara. Bir kuşla cemre öncesinde bakışıyoruz resmen. Uzun uzun…
Bir kuş bir ormanda size bakarsa o bırakmadan gözlerinizi kaçırmanız doğru olmaz. Ben de kaçırmıyorum. Yitirilenlere rağmen ümidin kardeşçe hattı bu bakışlarla kurulur. Son birkaç gecedir yattığım yerden ötüşünü yakaladığım alaca baykuş da tüm bu sükûnetin içinde gizli ümidin farkında sanki. Gecenin en karanlık anında yalnız olmadığımızı hissettiriyor o da.
Kocabaşla bakışmamız sona erince çayı demleyip tekrar pencerenin kenarındaki koltuğa dönüyor, usulca kenarına ilişiyorum. Bir kediyi sanat eseri gibi kıvrıldığı yerinde rahatsız etmemek lazım. Arada gözlerinizi kısarak bakabilirsiniz sadece. Kuşlara ise gözlerinizi açarak.
Bir kuş, uçuşundan fazla bir şeydir. Kuş, bir dert ortağıdır meşenin mesela. Civara dadanan orman sarmaşıklarının, hedera’ların geçen kış nice kardeşini nasıl kuruttuğunu ve fırtınayla el ele son darbeyi nasıl indirdiklerini anlatır meşe. Kuş bakışı diye bir şey var, kuş hepsini görmüştür. Sarmaşıkların bahçe duvarına tutunuşunu dahi görür onlar. Joyce’un dizelerini bir tek bana bırakırlar:
“Ivy, ivy up the wall The ivy whines upon the wall And whines and twines upon the wall The ivy whines upon the wall Ivy, ivy up the wall!”
Ormanın en eski sakinlerinden alakargalar uçuyor alçaktan, parlak renkleriyle ağaçların arasından izlemesi nasıl da güzel. Onlar pelitlerinden tanır her bir meşeyi. O pelitler sayesinde atlatmıştır kışı alakarga. Sert geçen aylarda aç kalmamak için, daha sonbahardan toprağa gömerlers pelitleri; kaç kez tam o anda göz göze gelmişizdir. Toprağın altındaki bazı pelitlerin yerlerini bana da göstermişlerdir. Orman, bilmek, görmek ve duymak isteyen herkese fısıldar sırrını.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ben İstanbul baharının yarı hasta, havada, suda gizli ürpermeler, tereddütlerle dolu başlangıcını severim,” diyordu. Şimdi kışın zulmünü ve kuruttuklarını arkada bırakma, ölümleri unutma mevsimi. Artık baharın ve yeşeren ümidin zamanı. Şimdi “tereddütlerle dolu başlangıçların” zamanı.
Başlangıçları daha ümitvar tutmak için civardaki meşelere yine arsızca sarınmış sarmaşıkları temizlemem gerekiyor bugün, yarın. Ağaçlara su yürüyecek yakında. O su palamutlara ve pelitlere can verecek. Pelitler alakargaları sonraki kış hayatta tutacak. Meşelerin yaşaması lazım ki biz de yaşayalım. O sırrı bana fısıldadılar.
Çay demlenmiştir. İçine bir de portakal kabuğu atarım. Kalkıp koyayım da, ardından ufak ufak işe koyulayım. Daha bir sürü şey var yapmam gereken. Daha Naciye Hanım’ın hasta kocası için çorba yapılacak.
Birkaç güne kalmadan her yer bahar kokacak. Sabahları şen şakrak ispinozların, akşamüzerlerini kırların tezenesinin, karatavukların tatlı melodileri sarmalayacak. Kırların ve çobanların gizli tanrısı Pan gibi, insanı hüzne boğan sesleriyle ormanın en kuytu köşelerine baharı müjdeleyecek karatavuklar.
Dün Dilek ile Tunç haber verdi, birkaç gün evvel bir arkadaşları Kuzguncuk’ta sabah vakti gökyüzünde 17 leylek saymış. Cumartesi de Beykoz korusunda 6 yırtıcı görülmüş. Göç başlıyor. Cuma günü 3 şahin de ben gördüydüm kuzeybatıya doğru giden. Ümit geri dönüyor şehre, kuzeye yürüyor bahar, dosdoğru içimizden geçerek. En erken ürkek bakışlı göçmen kuşların yüreğinde patlıyor ama. Telaşsız, süzülerek yollara düşürüyor.
Tarçın kabuğu da koymakla iyi ettim çaya. Karanfil ve tarçın kokulu cemreden güzeli yok. Kocabaşa kadar uzanmış mıdır acaba kokusu? Ona bakarak çayımı tazeliyordum ki, baktım kocabaş gitmiş…
Ölülerle vedalaşmasını tamamladı belki de. Kış zalim geçti. Eski kuş yuvalarının, üreme alanlarının bir kısmı yüksekliği neredeyse 1 metreye yaklaşan son karın altında ezilip yitti gitti. Daha kendisine belki yeni bir yuva bulacak o yüzden kocabaş. Yeni bir sürünün bir parçası olacak. Onu baharın başında tekrar ve bu kez yeni sürüsüyle birlikte göreceğim. Yeniden bakışıyor olacağız, bu kez yeşermiş meşe dallarının arasından. Sonra yaz için orman içlerine çekilecek sürüsüyle. Güçlü gagalarıyla orman içlerindeki sert meyvelerin çekirdeklerini bile kırıp paylaşacaklar. Şehrin kuzeyinde bir grup kocabaş zulme birlikte direnecekler.
Kalkıp işlere koyulma vakti artık. Zalim bir kışın ardından uzun ve sakinleştirici bir bakışma oldu bizimkisi. Taşınan ümidi ormana yürütme vakti artık. Ve karanfil ve tarçın kokuyor şimdi cemre!
twitter: @akdoganozkan