2020 mart ayının ortasından beri çekinerek yaşamakta olduğumuz tuhaf durumun içinden tam geçip gitmekteyken sayılardaki birden bire artış endişeleri çoğaltamaya başlamakta. Ne oldu? Nasıl bu hale tekrar döndük? Bu soruların cevapları malum ama başka bir noktaya dikkat çekmek gerekecek belki de. O da: Modernlik. Ne demekti modern olmak? Aydınlanma düşüncesinden beri başladığı ileri sürülen, yöntem olarak baktığımızda bir gözlem ve araştırma olarak öne sürülen deneysel bakışın yeniye doğru gözlerini çevirmesiyle ivme kazanan bir görüşün modern bir bakış olduğu söylenebilir. Roger Bacon (1214 - 1292) gözlemiyle başlayan, Giordano Bruno (1548 - 1600) ile "sonsuzluk fikrine açılan, Montesquieu (1689 - 1755) ile hukuk alanına, "kanunların ruhuna" doğru dönen ve kanunlar ile âdetleri ve örfleri teolojik olandan ayıran bir araştırma alanı siyaseti modern bir siyaset anlayışına çevirmiştir.
Montesquieu ile sosyolojinin başladığını ileri süren Raymond Aron ile insan merkezli bir bakışın yani insani bilimlerin ancak 19. yüzyılda gelişebildiğini öne süren Michel Foucault arsındaki tartışma yine "modern nedir?" sorununa odaklanmaktaydı. Beşeri bilimler ve insan bilimleri arasındaki epistemolojik ayrım tartışması iki alanı birbirlerinden farklılaştırmaktaydı. Ve Foucault bir bakıma, modernliği Kant’ın (1724 - 1804) antropolojisiyle başlatarak, onun "Aydınlanma nedir? sorusuna cevap" adlı küçük metine (1784) dönüyordu. Hatta bu metnin üzerinde birden çok dönüp duruyordu.
O halde, modern olan; kimsenin etkisinde kalmadan bir kişi, ne ağasının ne din adamının ne de hocasının etkisinde kalmaksızın kendi karar veriyorsa o moderndi. Kendi kelimelerim ve cümlemle özetlediğim bu durum, bize bireyin kendi kendine karar vermesi ve etrafının etkisinde kalmadan hareket etmesi anlamına geliyordu. O zaman; kolektif bir güruhun içinde olan kişinin kendi kararını verebilmesi için bu kalabalığın etkisinden uzak bir mesafe içinde, kendi kendine düşünüp ne yapacağına, neyi seçeceğine, nasıl davranması gerekeceğine karar verme yetisine sahip olması o kişinin modern olması demekti.
Birey yalnız yaşayan biri değil ailesiyle, cemaatiyle, arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, sınıfıyla, iş arkadaşları ve hatta patronlarıyla yaşayan birisi olarak etki altında kalmakta ve etki yaymaktadır. Kolektif bir ortamdaki alışkanlıklar, âdetler ve örfler ile yaşayan biri, verili olan kolektif alışkanlıklara ait olarak hayat sürmektedir. Ancak; burada modern olmak ile kalabalığın veya toplum olarak adlandırılanın âdetlerine bağlı kalmak bireyin aklına göre düzenlenmeyip, tarihi geleneklere göre düzenlendiğinde, hangi toplum olursa olsun âdetler belli durumlarda insanları bağlar gibi durmaktadır. Yapılmazsa olmaz gibi duran âdetlere bağlılık, bir toplumun bireylerini birbirlerine iliştirmekte önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu bağların "sosyal izolasyon", "maske takma" gibi bir dönemde nasıl kullanılabileceğini, bireyin kendi başına durumu tartarak, düşünerek hem kendine hem de başkalarına, sevdiklerine nasıl yardımcı olabileceğini idrak etmesiyle mümkün olacaktır. Bu durum istisnai bir durum, görece kısa zamana bağlı olduğundan dolayı, bir birey âdetlerden çok daha rahat vazgeçme imkanlarına sahiptir. Âdetler eğer kolektif hale sokmaktaysa bizleri, o zaman, mesafe ve hatta izolasyon önemli bir adet dışı davranış olarak durmaktadır. Modern olmak işte tam da alışkanlıkdışı olan davranış biçimine doğru yönelmek anlamına gelmektedir. Başkalarının etkisinde kalmadan mesafeyi koruyabilmek, bugünkü halde, önemlidir; bu bireysel olduğu kadar vicdani bir durumdur da.
Burada, tarihi olarak Batı'da, iktidarların insan bedenlerinin sağlığıyla ilgilenmesinin modernlik olduğu ileri sürülebilir. Bu, bir anlamda, biyo - politikanın başlangıcı olarak da adlandırılabilir. Modernliğin emeğin değer olarak kabul edilmesiyle, ekonomik çıkarlar adına, insanların sağlık politikaları üzerine eğildiği de doğrudur. Böylece, "kontrol toplumlarında" bedenlerin itaati üzerine kurulu olan denetleme mekanizması kendine bir yer edinerek modernliği oluşturmuştur. İkili bir modernlikten söz edebiliriz: Biri, emek gücü olarak bedenlerin sağlığı için, devletin yardım cemiyetleri vasıtasıyla modern sağlık kontrolleri yapmaya başlaması; diğeri, bireyin kendi iradesiyle kimsenin etkisinde kalmadan hareket tarzlarını kendi egemenliğine geçirmesi. İki modernlik biçiminden biri nüfusu yukarıdan denetlemesi, diğeri ise bireyin kendi kendine bir sağlık denetimi yaratması anlamını taşımaktadır.
Modernlik bizde pek sevilmedi. Neden sevilmedi? Tepeden denetlemenin zor olduğundan değil herhalde, ama geleneksel olanları bir kenara bırakma kapasitesi olduğundan, yeniliklere açık olduğundan dolayı sevilmedi. Halbuki Cumhuriyet tam da modern bir projeydi. Ama belli bir siyasi görüşe göre, bireyin eski geleneksel âdetlerinin bazılarını bırakacağından korkuldu. Modernin yeniye açık bir yaşam olarak, tek başına karar verilebilecek bir ruh halini gerektirmesinden çekinilmekteydi belki de? Halbuki, modern kalabalıklaşmaya başlayan şehirlerin yeni halini göstermekteydi. Siyaseten görüntüde moderni isterken (büyük binalar, AVM’ler vb.) esasta modern karşıtı olundu (âdetlere ve geleneklere bağlılık). Halbuki o adetler modern görüntüyle az uyuşmaktaydı.
Ancak âdetler var adetler var: Eve girdiğimizde, kendimizin de eve gelen misafirlerin de ayakkabı çıkarması ve terlik giymesi adeti bir temizlik göstergesi olarak durmakta. Bu âdetin olumlu yanı sağlık açısından da etkili durmaktadır. Tıpkı misafire kolonya ikram etmek gibi. Bir zamanlar otobüslerle seyahatler yaparken bu âdet temizlik ve mikroplara karşı durma açısından ehemmiyetliydi. Bu iki âdet de bireyi bir kişi olarak görmekte değil mi? Yani ellerinize dökülen kolonya size ait olarak durmakta, terlikler sizin ayağınıza verilmekte; ama aynı zamanda bu, otobüstekileri, ev sahibini ve misafirleri korumakta.
İkinci durum ise, bugün içinde yaşamakta olduğumuz kolektif davranışları göstermekte (bugünkü pandemi sırasında aile toplantıları, ortak dini ayinler, mekanlarda, cami içlerinde dua etme, namaz kılma, düğünler ve bütün bu alışkanlıklarla maske takmayarak, sosyal mesafeyi korumayarak eskisi gibi davranmak). Âdetler, burada, sosyal alandaki geleneği yaşatmaya devam ederken sağlık açısından tehlike arz etmekte. Hatta bu tip âdetlerin bazıları şehir kültüründe yaşanmaya başlayan yeni âdetler olarak gözükmekte. Asker uğurlama; kalabalık bir zümrenin arabalara dolarak sokak sokak dolaşması bir âdet; ama bu âdet siyasi bir göstergeye işaret etmekte ve böyle bir anlam taşımakta. Oysa âdetlerin ve örflerin çoğu kolektif olarak hukuka ve sosyal alana bağlı; siyasi olmaktan çok sosyal bir işleve sahip gözükmekte. Bu anlamda, bazı âdetler sonradan çıkarılan âdetler (eski köye yeni âdetler). Mesela, eskiden futbol maçlarında tezahürat vardı tabii, ama meşale yakmak diye bir âdet yoktu. Asker uğurlama âdetleri de eskiden, benim bildiğim kadar, şehirde yoktu. Sosyal olmayan siyasi kolektif davranışlar her zaman vardı.
Sosyolojinin kurucusu olarak geçen Emile Durkheim kalabalıklardan, insanların "kolektif bir bilinç" içinde davranmalarından her zaman şüphe duymaktaydı; çünkü tek başına yapmayacağı bir şeyi kolektif bir güruh halinde yapabileceğinden (mesela linç girişimi) ve sonra bundan pişmanlık duyabileceğinden korkmaktaydı. Sosyolojik bir kavram olarak "kalabalık" bu dönemde gündeme gelmişti. G. Le Bon’un "kalabalıklar psikolojisi" bu zamanlara ait modern bir âdetin başlamakta olduğunu göstermekteydi. Şehirlerin yeni hali, kalabalıklaşması ve kırdan gelenlerin şehirlerde iş bulması sanayi toplumlarına has bir durumdu.
Âdetler var, adetler var! Aynı kelime aynı anlamı taşımamakta. Bazılarına sarılıp bazılarını da ertelemeye bırakma zamanında değil miyiz?