Ateş, hava, su, toprak birer eleman olarak fiziki olduğu kadar fikirsel bir temsiliyete de sahiptir. “Ateşin düştüğü yer yanar”. Bu söyleme tarzı düşünsel varoluşumuz da belli bir anlama sahiptir ve bu anlamda kullanılan kelimelerin bir nesnel gerçekliği vardır. Bu nesnel gerçeklik ise bizim duyu organlarımıza hitap ettiği zaman, ya sıcaklık veya soğuk gibi bazen negatif bazen ise pozitif olarak algılanan kelimelerin gerçek nesnel hayattaki temsilleri de kendileri de içimizi yakmaktadır.
“Küresel ısınma” ve bazen “kasti” olarak çıkarılan yangınların etkisi sadece can, mal üzerine odaklanmakla kalmaz aynı zamanda bizim hissiyat dünyamızı altüst edecek olan bir hale sokar. Yangınlarda kaybedilenler aynı zamanda belleğimizin de kaybettiği nesnelerdir ve en kötüsü de canlardır. Bu canlılar; sadece insani kayıpları değil aynı zamanda üretim yapılan alanların, üretilen ürün veren hayvanların veya insan dostu canlıların kedilerin, köpeklerin, kuşların, ceylanların, kuzuların, koyunların, ineklerin, tavukların, horozların, sineklerin, akreplerin ve bütün bu gibi canlıların, yani uçanlar sürüngenler dört ayaklılar, hepsi birer doğa canlısı olarak bizim hayatımızın bir parçasıdır ve biz onlarla birlikte insan türü olarak yaşamaktayız yüzyıllardan beri.
Bugün bir haftayı geçen bir süre zarfında her gün izlemekte olduğumuz felaketler (Türkiye, Yunanistan, İtalya vb.) bizim sadece yaşam alanlarımızı kısıtlamakla kalmıyor aynı zamanda eyleme imkanlarımızı da kısıtlayarak bizi hareketsiz hale sokuyor.Bir belediye reisi eğer “elimiz kolumuz bağlı” diye bir söz söyleyebiliyorsa bu çaresizliğin ateşin arkasındaki karanlığa seslenişidir. Çığlığı duymaya çalışan bizler, kulaklarımızla duymadığımız bu çığlığı temsili olarak algılamakta olsak bile bize direkt olarak etkilerini, duygularını, duygulanımlarını bedenimize çarpmaktalar, bizi allak bullak etmekteler. Bu çığlığı duymayan ses ise, cevap vermekte zorlanan bilemediğimiz nedenlerden dolayı değil, kayıtsızlıktan, siyasi görüşün kısıtlılığından, düşüncesizlikten, ekonomik çıkarların ağır basmasından, önünü göremeyen bir politikadan ve bütün bunlardan ibaret olan elin kolun bağlandığı bir durumdur.
Ulysses'in eğer kolları bağlıysa, bu kendini hayatta tutabilmesi için yaptığı bir çabadan ortaya çıkmıştır. Musaların sesini duyarak kendisini denize fırlatmamak için, yani aklını kaçırmamak için kendini dümene bağlayan bu mitolojik kahraman kurnazlığıyla ünlüdür. Elleri kolları bağlı olan siyaset ise hâlâ siyaset yapmaya devam ediyorsa, o zaman ellerin ve kolların bağlılığı imkânsızlık karşısında bir kurnazlığı içinde taşımaya başlayabilir ki bu kurnazlığın tilkiliğini, ekonomik çıkarların, gayri insani bir düşünce tarzının belirmesidir.Ellerin kolların bağlı olması eğer kurnazlıksa ve bu kurnazlık felaketlerden bir çıkar bekliyorsa, bütün yok olan canlıların, ağaç yapraklarının, dallarının, hayvanların ve insanların yok olmaya başladığı bir durumda kabul edilemez bir kayıtsızlık olarak anlaşılmaktadır.
Eğer uzmanların, yangınla haşır neşir olan meslektekilerin bilgisi, yani teknik bilgisi olmaksızın eğer felaket yöneticiliği yapılıyorsa, orada siyasi olarak büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Bu sorun bizi bu sefer elleri kolları bağlı hale sokar. Çaresizliğin hareketsizliği burada bizi yakalıyorsa, o zaman “genel bir felaket ekonomisine” tutulmuş olduğumuzu fark ederiz. Ve bu, artık bizim en zayıf anımızı ortaya koymaktan başka bir şey göstermiyor anlamına gelmektedir.
En üzücü olan ise belki de bu hale girmek.