Her sabah gazetelere göz atmaktayım. Neler oluyor dünyada ve Türkiye'de? Merak, eski bir alışkanlık belki de. Hegel modern insanı sabah gazetesini okuyan insan olarak tarif etmekteydi 19. yüzyılda ve eski dönemlerle kıyasladığında sabah duası edenler gibi modern insanın gazeteleri okumasını modernlik olarak algılıyordu. Benim neslim de gazeteyi çocukluğunda evinde görmüş olduğu gibi haberleri merak etmeye ve bilgilenmek üzere okumaya devam etmekte. Kâğıt olarak olmasa bile "Gazete gazetedir" diye bakıyorum. Yazılı basın eski bir alışkanlık. Belki de yeni nesiller görsele o kadar takılmışlar ki, yazılı cümleler okumak onlara herhalde sıkıcı veya hatta zor geliyor.
Belli bir zamandan beri haberlere bakarken -ister televizyonda ister internet gazeteciliğinde, ki bunlar kimi zaman ikili bir formda yayıyorlar haberlerini- bazen gözlerimi ovuşturuyorum. Benim bildiğim ve yaşamış olduğum dünyada anormal bir şeyler mi oldu? Başka ahlaki bir ruh hâli mi doğdu? Dünyam öbürü olan bir dünyaya mı dönmekte? Zihinleri değiştiren siyasi ve medyatik manipülasyonlara açık, teolojik ve paranormal bir dünyaya mı girdik? Gerçek hangisinde? Doğru mu okudum? Okuduğum haberdeki kişi acaba gerçekten böyle mi düşünmektedir? Bazıları yaptıklarının bilincinde midir? Nasıl bu çağda böyle konuşulabilir? Bu kadar şiddetli konuşmalar? Bu kadar şiddetli saldırılar? Kim ve nerden gelirse gelsin, alışık olmadığımız, alışmadığımız tarzda konuşmaları, kullanılan kelimeleri gördüğümde veya okuduğumda gözlerimi yine ovuşturmaktayım. Rüyada mıyım? Hangi dünyadayız? diye. Bazen tarih üzerine konuşanlar var ki tarihi baştan okuyorlar (olaylar ve olgular bile yanlış yerde durmakta, bazıları ise neredeyse tarihi yeni bir arşiv kuracaklar (bu başkalaşan yeni arşivde mücadeleyi kazanan ile kaybeden yer değiştirebilmekte). Acaba bilim kurgu romanlarında, hikâyelerinde veya bunlardan uyarlanan bilim kurgu filmlerinde miyiz? diye insanın kendi kendine soracağı geliyor; çünkü bu kadar ayrı ve gittikçe farklılaşan dünyalardaymış gibi yaşayan insanlarının aynı dünyayı paylaşmaları nasıl mümkün olacaktır?
Başka veya başkalaşan dünyaların var olması değişik ruh hallerini de ortaya çıkarmakta değil midir? Farklı ruh hallerinin iç içe girdiği vaziyetlerde değişik ve başka dünyaların insanları bir toplumu oluşturmaya başlıyorsa, kamusal alanda "beraber yaşamak" üzerine kurulu aynı dünyayı paylaşmak nasıl mümkün olabilir? Belki de bilim-kurgu edebiyatının en kuvvetli şekilde keşfettiği budur: Beraber yaşamının getirdiği zorluklar. Türkiye'de bilim kurgu yayınlayan yayınevleri acaba bunun farkına mı vardılar? sorusunu sormadan edemiyor insan. Stanislas Lem, Ursula Le Guin, Philippe K. Dick gibi bilim kurgu yazarlarının (hatta George Orwell'in 1984 adlı kitabının bu kadar çok baskı yapması) kitaplarının çok okunduğunu görmek buna bir cevap olabilir mi? Bilmiyorum. Herhalde diyebiliriz. Ben geç uyanmakta ve algılamaktayım belki de, bu değişen ve başkalaşmakta olan dünyayı görmeye.
Arkadaşlarımdan biri olan, 2000'li yılların başlarından başlayarak çok defa konferanslar vermeye Türkiye'ye gelen ve on sene boyunca düzenlemiş olduğum "Gilles Deleuze Konferansları"na katılan David Lapoujade'ın yeni kitabı Philippe K. Dick üzerine. "Dünyaların Başkalaşması" adıyla yazdığı eser, Fransa'da Minuit Yayınları tarafından yayınlamdı. David Lapoujade'ın 2000'li yılların başında önermiş olduğum ilk kitabı Ampirizm ve Pragmatizm adındadır. Gilles Deleuze üzerine düzenlediği kitapların ilk ikisi (Issız Ada ve İki Delilik Rejimi, üçüncü cilt daha yayımlanmadı) Bağlam Yayınları tarafından Türkçede yayımlanmıştı. Başkalaşan Dünyalar bize ilginç bir şekilde kendi içinde yaşadığımız dünyanın olmasa da Philippe K. Dick'in "şizofrenik dünyasının" başkalaşma üzerine oluştuğunu ve "dünyaları çoğaltan" bir yazar olduğunu yazmakta. James'in kavramından (plurivers) yola çıkarak "evrenlerin çoğaldığını", ama bunların Einstein'ın görelilik fiziği ile ilgili olmadığını belirten Dick'in bakışına göre, kendi dünyamızı nasıl tekrar bulabileceğiz sorusu önem kazanmaktadır.
Farklı dünyaların iç içe girdiği bir yaşam bize belki de eski bir tartışmayı hatırlatacaktır. 1960 ve 1970'li yıllarda Marksist literatürde "üretim biçimlerinin birbirlerine eklemlenmesinden söz edilmekteydi. Sınıf ittifakları bu birbiri içine girmiş olan üretim biçimlerinin komşuluğu yüzünden sürmekteydi. Köylüler ve burjuvalar ittifakı yerine bu yıllarda köy eşrafı ve şehir burjuvazisi ittifakını düşünmekteydi. Komprador burjuvazi ulus-devlet sınırlarının dışında ittifakların yerel piyasaya dönük bir şekilde çalışmakta olduğunun üzerine odaklanmaktaydı.
Bugün değişik ruh hallerinin ittifaklarından ve birbirlerinin içine giren yaşamlarından bahsetmekteyiz. Dick bize şunu hatırlatmadır: "Dünyalar arası savaşlar (Star Wars filmlerini hatırlayabiliriz) ruh halleri arası savaşlar olarak gözükmektedir". Değişik dünyaların değişik ruh hallerinin savaş hallerini ortaya koymaktadır yazar. Bu içinde yaşanan dünyanın artık gerçek kavramından uzaklaşmakta olduğunu da göstermekte değil midir? Kimin gerçeği hâkim olacaktır? Ruh hallerinin savaşı bunu gösterecek midir? Buna göre soru başka bir yöne doğru uzanmaktadır: Hâlâ aynı dünyada yaşamaya devam edebilecek miyiz? Bilim kurgu "başkalaşan dünyalar ve ruh halleri" içinde dünyaların çeşitlendiğini anlatan hikâyeler ortaya koymaktadır. Ama bu hikâyeler, bizim içinde yaşamakta olduğumuz toplumda, toplumlar ve ülkelerde bu şekilde bilim kurgu edebiyatının başkalaşan dünyalarını yaşatırken, gerçek dünyamızın halinin gerçek-sonrası bir bilim-kurgu hikâyesine döndüğünü anlatan sosyal olguları göstermekteyse, o zaman ne yapacağız?
Sosyoloji kuruluşunun daha en başında Durkheim, bireye veya özele değil topluma ait sosyal olguların, bireyin yaşamında "baskılayıcı nesnel olgular olarak fenomen kategorileri halinde" işlediğini göstermişti. Bugün sosyal olgulara (eş olma, inanç sistemi, işaret ve dil sistemleri, hukuk anlayışı, vicdan, kullanılan para birimi) bakışımız bu kadar farklı olduysa, erkek ve kadın arasındaki eşitlik üzerine kurulu söylem bile yara almaktaysa (gerçek gelir eşitsizliğinden söz etmiyorum, sadece söylemde olandan bahsediyorum- söylemdeki bakış bile değişmeye yüz tutmuş durumda artık), aile değerleri erkeğin kadına karşı şiddeti üzerinden yaşanmaktaysa (şiddet hatta cinayet), taraflar ahlak sınırı tanımadan kendi yandaşlarını sonuna kadar fanatik bir şekilde koruyacak kadar etik dışı bir söyleme girmiş ise, hakkaniyet anlayışı başkalaşmışsa, medeni davranışlardan şiddetin getirdiği sinirsel tutumlar ve ruh bozukluğuna giren davranışlar topluma hakim olmaya başlamışsa, gençlerin eylemlerinin şiddeti (bilhassa orta okul ve lise sınıfındaki genç erkek çocukların) toplumda başkalarını ölüme götürecek kadar gerçekleştirilmekteyse, o zaman değişmeye başlayacak olan dünyanın yeni farklı ruh halleri ile bildiğimiz modern dünyanın ruh halleri, heterojen ve çelişkili şekilde yaşandığında, "ortak bir konsensüs" nasıl kurulabilecektir?
Bilim kurgu dünyaları en azından hikâyelerde kalmakta ama gerçek dünya bilim kurguya dönmeye kalkarsa (insanlar artık birbirlerini duymaz ve görmez hâle gelirse), bildiğimiz bu dünya üzerinde ortak bir şekilde yaşamayı nasıl başarabileceğiz?