Kapitalizmin formunun değiştiğinden bahsedenler var; yeni bir ekonomi alanına geçtiğimizi iddia edenler de. Hatta kapitalizmin artık işlerliğini yitirip bazı adalarda konuşlanmaya başladığı ve yatırım yerine "yatmayı" tercih ettiğini görenler de var. Bu yeni durum artık işçilerin emek gücünün üzerinden geçmekten de çıkmaya başladığını mı göstermekte? Emek yoğun bir analiz yapmanın imkanları dünyanın birçok yerinde ve bilhassa teknolojinin ilerleyerek kullanıldığı sektörlerde kalmadığı bile söylenebiliyor. Ama madenler, turizm ve otelcilik gibi alanlarda emek üzerinden ilerleyen bir kapitalizm hala sürmeye devam etmekte. İnşaat sektöründe "işçi cinayetleri" olarak adlandırılan iş kazalarının sıklığı emeğin "sömürüsünün" kölelik devrindeki kadar sert koşullarda sürmekte olduğunu kanıtlayarak haberlerde yerini almakta.
O zaman değişen nedir? Emek üzerine kurulu bir kapitalizmin arkamızda kaldığını söyleyen ekonomistlere bakarsak, teknoloji çoktan beri Batı toplumlarında emeğin yerini almış durumda. Jeremy Rifkin emeğin sonunu ilan etmişti 1980'lerde. Bu durumda, emek yoğun bir çalışma ortamından bahsedemiyorsak, başka bir şeyden söz etmek çok dikkat çekici bir şekilde mevcudiyetini göstermektedir. O da, kültür malları ekonomisinin bollaşmaya başlamasıyla emeğin işlendiği ve bilhassa eski deyimiyle söylersek "kafa emeğinin" işlendiği bir sektör "ender olan mallar ekonomisinin" yanına yerleşmiş durumda (kültür ve sanat dünyası).
Biz bu iki ekonominin (malların ekonomisi ve dikkat ekonomisi) örneklerini bugün yaşamaktayken ve bunları sıralamaya geçeceğimizi düşünürken, 19. yüzyılın sonunda bir sosyoloğun, 20. yüzyılı çok uzun zaman önce yakalamış olan Gabriel Tarde'ın "psikolojik ekonomi" anlayışını es geçmiş olduğumuzun altını çizmek zorunda kalıyoruz. Tarde için eko-lojik ve ekonomik olan daha 1902'de belirli olmaya başlamıştı. Yüz yıldan fazla bir zamandan beri var olan bir durum belki de ancak şimdi içinde yaşadığımızı fark etmeye başlayacağımız bir hale gelmekte. Tarde'ın "zamansız" olduğunun altını hemen çizmek lazım.
Bir başka açıdan baktığımız zaman Tarde'ın bize "dikkat çeken" bir durumdan söz etmekte olduğunu ileri sürebiliriz. Dikkat, elbette bizim sinir sistemimiz ile birlikte işlemekte. Bugün nöro-ekonomiden bahsedenlerin herhalde atladığı bu Tarde'ın "dikkat ekonomisi" üzerine düşündüğüdür. Sanayi kapitalizmin içinde bulunan bir dikkat ekonomisi en başından verili reklamlar üzerine kurulu bir kapitalizmin "dikkat ekonomisi" yaratmak için insanların nöronlarını kullandıklarını söylemek olduğu gibi çıplak ve açık duranı hatırlatmak demek olacak. Neden bahsettiğim herhalde anlaşılmıştır. Bay Nureddin Nebati'nin gazetelere düşen ve "Zaytung bir haber gibi herkesi çarpan konuşmasından bahsetmekteyim.
Birçok yerde tartışılan ve gündeme gelen ve belki de benim rastladığım kadarıyla Selçuk Üniversitesi mensuplarının tartışmaya açtıkları bu "davranış nöro-ekonomisi" bugün kapitalizmin emek üzerine kurulu olan yapısından çıkmaya başlamasıyla alakalı olarak gündeme gelmekte. Ancak tabii bunun tartışma yerinin haberler olmasıyla belki de başka bir şey yapılmakta mıdır? Dikkat ekonomisi bu tartışma alanına doğru çekilmekte olup, yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin müsebbibinin "emek yoğun bir klasik ekonomi" olduğunu iddia edip, dikkat ekonomisini başka yeni bir umuda doğru çevirme arzusu mudur? Bu cümlenin içine bir de "epistemolojik kopuş" gibi bir ifade girdiğinde tartışma düzeyi mi yükseltilmektedir, yoksa anlaşılırlık açısından "algı imkanları" daha mı kısıtlanmaktadır?
İşin içinde "felsefi kavramlar" da var: Epistemolojik kopuş. Bunun geldiği yer nerden kaynaklanmakta? Gaston Bachelard'dan mı? Türkiye'de Marksizmden gelen bir okurun, bu kavramın Louis Althusser'den mi alındığını sorduğunu duyar gibi oluyorum. Acaba Bay Nebati eski bir Marksist miydi? Neden kıtaların arasındaki "arşitektonik kopuştan" değil de "epistemolojik kopuştan" söz etmekteydi acaba? Klasik ekonomi mi suçlanmak istenmekteydi? Halbuki klasik ekonominin emek unsuru, olduğu gibi yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, yani doğanın verdikleriyle birlikte kullanılmaya devam edilmekte bilhassa batı-dışı ülkelerde. Kullanmakta olduğumuz akıllı telefonların malzemeleri emek yoğun olarak klasik sömürü modelinden kaynaklanmaya devam etmekte. İnşaat sektörü ki ekonominin motoru niteliğinde, olduğu gibi emek gücünü kullanmakta ve dolayısıyla emek-yoğun bir sektörde bu işletilmeye devam edilmekte.
Değişen aslında, emek yoğun modelin arkada kaldığı "epistemolojik bir kopuş" değil, ama Tarde'ın 20. yüzyılın başında ikaz ettiği "dikkat ekonomisinin" içinden geçen bir yönetimin ekonomiyi bağladığı ve idare ettiğidir. Sanayi aşırı üretimin mallarının üzerinden Tarde'ın düşündüğü reklamların dikkat unsuru olarak kullanım biçimidir. Dikkatimizi sabitleyecek olan anlaşılır bir şekilde reklamın kullanılmasıdır. Bay Nebati'nin de reklam unsuru olarak kullandığı yeni ekonomi formatı bugünün tartışılan alanıdır ve bunun ucunun çok eskilere kadar giden bir düşünce biçimi olduğunu hatırlatmak isterim. Bugün hayatımızın hemen hemen her yerinde reklamlarla yaşamaktayız.
Okuduğumuz haberlerden, sosyal medyadan, duvar afişlerinden hatta sanatlara kadar sirayet etmiş olan "dikkat ekonomisi" reklamlarla belirlenmektedir. Godard boşuna ileri sürmemişti: "Televizyonlarda filmler reklam aralarına sıkıştırılmışlardır". Bugün diziler ve hatta sosyal medyada ve internet ortamında dinlemeye kalktığımız müzikler bile reklamdan geçilmeden dinlenemiyor ve bir zamanlar var olan bir dünyayı aratıyor.
Hatta gündelik hayatımızda kullandığımız aletler sayesinde haberlere bakmak bile reklamsız olamıyor. Bloglar, selfiler, reklam amaçlı kişisel fotoğraflar hepsi para ekonomisine dönüşecek olan reklamlardan (dikkat ekonomisinden) başka bir şey değiller. İletişim ile demokrasi geleceğini sananların tersine iletişim ve reklam sayesinde kapitalizmin teknolojik gücü bir kat daha arttı. Yeni tüketim maddelerine doğru geçildi. Bir evvelki neslin kullanmadığı ve bilmediği bir sürü alet hayatlarımızın parçası haline geldiyse "reklam ve dikkat ekonomisi" sayesinde bunlar gerçekleşti. Tofler daha 1970'lerin sonunda "iletişim bombardımanından" söz etmekte değil miydi? Dikkat ekonomisine bugün yeni bir isim verilmiş gibi duruyor: Nöro-ekonomi! Psikolojinin yerine biyolojiyi kullanan bir analiz biçiminin içinden geçen aslında hiç de dikkat ekonomisinden başka bir şey gibi durmuyor. TDHA olarak adlandırılan ve bugün çoklukla çocuklarda olduğu kadar emek altında ezilenlerin de çalışma koşullarında yoksun oldukları dikkat eksikliği ve konsantrasyon bozuklukları yüzünden gelişen bir hiperaktivite okullardaki en önemli sorunlardan biri gibi gözükmekte. Yeni dijital teknolojilerin rolü burada es geçilemeyecek kadar kuvvetli durmakta.
Arzularımızın ve öznelliğimizin kapıldığı ve yönlendirildiği bu ortamda peki nereye doğru koşup duruyoruz?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |