Son zamanlarda İstanbul başta olmak üzere, ilerlemeye başlayan yaşlardan itibaren bazılarımızın eski lise veya ilk okul arkadaşlarıyla yeniden gruplar kurarak, hem sosyal medyayla hem de yemekli toplantılarla, bir anlamda, "hasret gidermekte" ve "nostalji" yaşamakta olduğumuzu dikkatle izliyorum. Bu yeni bir fenomen olarak durmakta. Fenomen kelimesini, burada kullanmanın ne kadar doğru olduğu tartışma konusu olsa bile, medyada çok konu edildiğinden dolayı kullanıyorum. Fenomenoloji ile burada kullanmış olduğum "fenomen" kelimesi arasında tabii uçurum var. Ancak, bu kelimenin "fenomenlerin unutulmaz sözleri" "sırf fenomen olmak için sosyal medyayı kullanmak", "medyanın yeni fenomeni", "fenomen tutkumuz" ve hatta "son dakika fenomen haberleri" gibi kullanım biçimleri var. Burada benim fenomen kelimesini kullandığımda ise, anlamı "olay, görünme biçimi" veya hatta "olgu" anlaşılmalı.
O halde, bir sosyal olgu olarak bu yeniliği "nostaljiyle buluşmalar" olarak adlandırabiliriz. Sosyal olgu tabii, sosyolog E. Durkheim'ın kullandığı anlamda düşünmek lazım. Durkheim tarafından sosyolojiyi açıklayan bir kavram. Sosyal olgular ile gündelik yaşama ait olgular arasında bir fark gördüğünde Durkheim, sosyal olguyu bir baskı aracı olarak toplumla bütünleşme anlamında kullanmaktaydı. Yemek yemek, acıkmak veya susamak gündelik yaşama aittir, biyolojiktir; ama evlenmek veya kardeş olmak sosyal bir olgudur. Topluma ait kuralların yerine getirilmesidir. Bunlar istemeyerek veya zorlanarak baskıyla (mahalle baskısı gibi) yapılan bir sosyal durumdur. Hatta bu anlamda milli paranın kullanımı bile sosyal bir olgu anlamına gelmektedir.
Nostaljinin sosyal bir olgu olması ne anlama gelmektedir? Nasıl olur da nostaljiden bir sosyal olgu ortaya çıkabilir? Yurt özlemi veya sıla özlemi nostalji yaratmaktadır. Ama daha yakın zamanlara ait bir açıklamaya baktığımız zaman, eskiye veya eski yaşam tarzlarına duyulan bir özlem olarak gözükmeye başlar. Benim burada kullandığım anlamıyla, nostaljinin hem bir yere hem de eski zamana ait olan duyguların dışavurumu olduğu söylenebilir. Acıyla karışan bir özlemdir. Acı eskinin yok olması değildir belki de? Ama eskinin zorlanarak yok edilmesidir. Bir zorlamaya ait acı söz konusu edilmektedir. Bir yenilik veya istenç dışı bir uygulamanın verdiği hasara karşı duyguların eskiyi nerede bulabileceğinin sorgulanmasıdır. Eskide kalanlar bu dönemdeki kadar çok özlenmedi, belki de? O kadar kayboldu ki şehrin hem mimari dokusu hem de nüfusunun dokusu, özlem arttı. Aynı zamanda nüfus ve yaşam kalitesi değişti. Ne aynı kalabalıktayız ne aynı eğitimdeyiz ne aynı yemekleri yemekteyiz ne de aynı eğlenme şekillerimiz ve gülme veya kızma, hiddetlenme biçimlerimiz var. Aynı dünyada da yaşamıyoruz. Bir sergi ismini hatırlatırsam, Bruno Latour'un ZKM'de yaptığı: "Sen ve ben, aynı dünyada yaşamıyoruz"
En azından modernlik ile birlikte eskinin terk edilip yeniye olan merakın yerine yenilenenlerden kaçarak eskiyi özlemek bu son dönemdeki nostaljik vaziyeti bize açıklamakta. Kentsel dönüşüm bunun en büyük sorumlusu olarak durmakta. Bu durum, mahallelerin yok edilip, yolların değiştirilip, manzaranın yok olmasıyla yeni ve alışılmadık bir manzaraya dönüşen şehirdeki insanların "tekinsiz" (unheimlich) olarak adlandırabilecek ruh hallerine girmeleriyle ilgilidir. Freud'un bir kavramı olan bu kelime Fransızcaya "endişe verici yabancılık" olarak çevrilmişti. En tandık olan yerin tuhaf bir şekilde yabancı bir yer gibi hissedilmeye başlanmasıyla gelişen duygular, kendini yabancılaştıran veya daha doğrusu yabancı gibi hissettiren duygulardır bu insanlar için. Acı buradan kaynaklanmakta en başta.
Tanıdık bir yerin tanınmaz hale sokulmasıdır. Gözün alıştığı yerin artık yok olup başka bir yer gibi yeniden kurulması karşısında, vücudun verdiği bir tepkiden kaynaklanmaktadır. Reaksiyon duymayla ilgilidir. Yine Almanca bir kelime olan "tatbestand" "vaziyet, yerin hâli" anlamına gelmekte olan bir kelimeyi daha buraya ekleyebiliriz. Zamanın içinde yerin, tam ve tüm olarak değişikliğe uğramasıyla birlikte insanların yaşadıkları şehrin eski halini hatırlayamayacak hale geldikleri durumdur. Aradıkları eski. İnsanların eskiden geriye ne ve kim kaldıysa, onlara tutunmaktan başka çareleri kalmamış görünüyor. O zaman işte, eskilere, eski kadim, çıkar veya iş ilişkisi olmaksızın arkadaşlara dayanılıyor ve direnç noktaları aranıyor hala onlar varken!
Freud; "gündelik hayatın psikopatolojisi" olarak adlandırdığı 1901'e ait bir deneme yazısında, insanların hiç de motive olmadıkları bir durumda yaptıklarının baştan belirli olduğunu ve konuşurken bir dil sürçmesine, lapsüse maruz kaldığını, nesneleri kaybederek hatırlamadıklarını vurgulamıştı. Burada, ses benzerliği ile bir kelime yerine başka bir kelimenin telaffuz edilmesinin bir rastlantı olmadığının altını çizmekteydi. Bunun bir nedensellik ilişkisine bağlı kaldığını yazmıştı. "Semptomatik hareketler" olarak adlandırmaktaydı arkada saklı kalan nedenler üzerine yapılanlar ve söylenenleri.
Bugün bu kadar çok sayıda insanın eski arkadaşlarıyla buluşmaya başlamasının ve bilhassa sanırım, İstanbul'da yaşayanların eski lise veya ilkokul arkadaşlarıyla, aradan geçen senelere rağmen, sıkı fıkı dostluklar kurmasının arkasında yatan nokta buraya mı bağlanmaktadır? Herhalde bu kadar çok sayıda, nerdeyse artık birbirlerini tanımayan insanın, aynı şekilde, yeniden eskiye bağlı dostluklar kurması bir rastlantı olmasa gerek! Kaybolanın peşinden gitmek Proust'un romanında olduğu kadar belleğe ve istence bağlı mıdır? Geçmiş zamanın peşinden koşan bir kişinin (Proust) zamanı yeniden bulduğunda artık bir yazar olduğunu keşfetmesi gibi, eski sınıf arkadaşlarını yeniden bulanlar için de, şimdiki zamanda her şeyin tanınmaz hale geldiği bir noktada, eskilerin yeniden geri gelmesinin tek yolunun bu, yani hâlâ var olan eski dostları bulmak olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Bu insanlar geçmişin kendisini bulamasa bile gerçek insanlar tarafından gerçekleşen geçmişin bir temsilini elde etmekteler. Bu "semptomatik hareketi" yaşayan insanların ne kadar duygusal olağanüstü bir buluşma içinde olduklarını düşünmek, bana kalırsa, bir kenara bırakılamaz. Kaybolanın peşinden ancak "gerçeğin temsilini" canlandıranlar gidebilir.
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |