İstiklal Caddesi’nde sivillere saldıran teröristin ve bazı işbirlikçilerinin kısa sürede yakalanması bir başarı mıdır?
Kuşkusuz ki başarıdır.
Demek ki polis, kameraları, plaka tanıma sistemlerini kullanarak yakalamak istediği suçluları kısa sürede ele geçirebiliyor.
Bunu zaten biliyorduk, daha önce de eskiden faili meçhul kalabilecek birçok suçun faillerinin kısa sürede yakalandığını çok gördük.
Buradan şuna varmak istemiyorum elbette ama o sonuç da çıkıyor kaçınılmaz olarak: Acaba polisimiz, suç ve suçlular arasında bir ayrım yapıyor mu?
Bazı suçluları kısa sürede ele geçirirken, bazılarını nedense yakalayamıyor mu?
Ancak bugün konumuz İstiklal Caddesi’ndeki terörist saldırı.
Saldırının ardından sorulan bazı sorular, bazı kesimleri sinirlendirdi.
“Ortada kutlanması gereken bir başarı varken, neden hala soru soruluyor” denilerek.
Evet, ortada kesin bir başarı var ancak o başarı, kesin bir başarısızlığın arkasından geldiği için önemini yitirmemekle birlikte, sorgulanır hale geliyor.
Normal olarak böyle konuların parlamentoda, halkın temsilcilerinin gerçekleştireceği bir araştırma – soruşturmayla aydınlatılması gerekir.
Ancak bizim parlamentomuz adı “Büyük” olmakla birlikte, o kadar da “büyük” davranamıyor, günlük kısır parti politikacılığının ötesine geçemiyor.
Onun için TBMM’den böyle bir şey beklemek, mavi karın yağmasını ve pembe fillerin havada uçuşmasını izlemeyi beklemek gibi.
Bir demokraside bu tür konuları deşmek, kurcalamak aynı zamanda medyanın da görevidir.
Ancak Türkiye’nin aşırı kutuplaşmış politik ortamında bu soruları sorunca, sanki teröriste hizmet ediyormuşsunuz muamelesi de görüyorsunuz.
Hayır beyler, o iş öyle değil.
Gazetecinin işi kuşku duymaktır ve özellikle de kamu otoritesinin açıklamalarından kuşku duymamız gerekir.
Kuşku duymalıyız ki halkın gerçek doğruyu öğrenebilmesi için görevimizin gereklerini yerine getirelim.
Resmî açıklamaları otomatik olarak doğru kabul ederseniz, resmî yayın organı olursunuz. Geçmişteki Pravda gibi. Al Ahram gibi. Ulus gibi.
İçişleri Bakanı’nın yanıtlaması gereken çok soru var ve bu soruların yanıtını vermek zorunda olmasının nedeni benzer hataların tekrarlanarak, başka canların yanmasını önlemektir.
Bakan, dağdaki teröristin ayakkabı numarasını bile biliyor ama İstanbul’un bir semtinde kimine göre bir yıldır, kimine göre dört aydır yaşayıp, çalışan bir yabancının farkında bile değil.
Bu nasıl olabiliyor?
Hani İstanbul’da artık “düzensiz göçmen” olmayacaktı? Hani göçmenler, kendilerine gösterilen kentler dışında iş kuramayacak, çalışamayacak ve yaşayamayacaktı?
Bakanlığın bu konuda görevini eksik yapmasının bedelini sadece İstiklal Caddesi’nde teröre kurban giden canlar ödemedi.
Evini yurdunu bırakıp kaçmak zorunda kalan ve hayatta kalabilmek için Türkiye’ye sığınan masum göçmenler de bu beceriksizliğin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar.
Irkçılıkla karışık göçmen düşmanlığının bu saldırıdan sonra daha da yükseleceğini söyleyebilirim.
Bu iş başladığından beri göçmenler sorununun ciddiye alınması gerektiğini, çoğu geriye dönemeyecek göçmenlerin uyum sorunlarının, çocukların eğitim sorunlarının çözülmesi gerektiğini yazdığımda çok kez ırkçılıkla suçlandım.
Hayır. Irkçı değil, gerçekçiyim.
Bu insanlar çok uzun yıllar bizimle yaşayacaklar, Suriye’de her şey yolunda gitse bile en az yüzde 70’i geri dönmeyecek, çocukların ezici çoğunluğu zaten yurttaşımız, burada doğdular ve onları görmezden gelmek gerçek bir “beka sorunu”!
Saldırının ardından İçişleri Bakanı açıkladı ki asıl sorumlu ABD imiş. Taziye dileklerini bile kabul etmedi.
Cumhurbaşkanı, Biden ile baş başa görüşme heyecanıyla taziyeyi kabul etti ama.
Böyle durumlarda “dış güçleri” sorumlu tutmak sadece beceriksiz yöneticilerin işidir.
Dış güçler böyle istiyorsa senin elin armut mu topluyor? Niye kendini savunamıyorsun?
Hani liderin dünya lideriydi, herkes karşısında sıraya diziliyordu?
Bunlar boş laflar ve boş laflarla peynir gemisi yürümediği gibi Türkiye’nin dış politikası da idare edilemiyor.
Sınırlarımızın geçirgen olduğu söylendiğinde başta Milli Savunma Bakanı olmak üzere İçişleri Bakanı çok kızmıştı.
Ellerinden gelse ellerine birer sopa alıp hepimizi döveceklerdi.
Peki bu teröristler sınırdan nasıl geçebildiler o zaman?
Onlar gibi sınırdan rahatça geçip, bir tekstil atölyesinde çalışmaya başlayan, ev tutup yerleşen daha kaç terörist var?
Masum göçmenler ile terörist göçmenleri nasıl ayıracağız?
Bakın Ankara’da 5 Afganistanlının öldürülmesinden sorumlu olan Afganistanlının Afganistan’a geri kaçtığı belirlenmiş.
Bu nasıl bir sınır güvenliği?
Giren belli değil, çıkan belli değil.
Saldırının hemen ertesinde Mobese kameralarına yansıyan görüntüler medyada da yayınlandı.
Ancak bir fotoğraf var ki onu nasıl bir kamera çekti, gerçekten merak ediyorum.
Bombacı teröristin bir elinde bir gül, diğer elinde bir telefonla görüntülendiği fotoğraf.
O zaviyede ve o açıda Mobese kamerası olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
Eğer mağazaların güvenlik kameralarının bir görüntüsüyse, sistemi kurana helal olsun, o derece yüksek çözünürlüklü bir güvenlik kamerasına para veren işletmeyi de tebrik ederim.
Benim isteklerimi elbette yerine getirmelerini beklemiyorum ama kendisine gazeteci süsü veren yandaşlardan birine bu kameranın maharetlerini anlatan bir açıklama yapsalar o da ballandırarak yazsa ne kadar iyi olur.
Polisten elde edilen bilgilere dayanılarak yazılan haberlere göre terörist, teröriste yardım ve yataklık edenlerin hepsi Suriye çıkışlı, Arap.
Bir Kürt ayrılıkçı hareketi olan PKK, artık bazı Arap gruplarını da içine alabildiyse bu ciddi bir uyarı sayılmalı.
İstanbul’da, neredeyse bin odalı saray kadar büyük bir yerleşke kuran MİT, bütün bunların farkında değil miydi ki bu duruma herkes şaşırıyor?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |