“Bir gün yeniden çıkacağız buyolculuğa sevgilim! Çünkü kalmakölümdür gezgine. Bugünü yarınıunutacağız. Geçmiş de kaybolacak.Deniz, yolları hiç eskimeyen, bitmeyenbir şimdide daima yeni ve biricikkalacak. Ve güneş zamanı yakacak”.
Önay Sözer, Piri Reis’in Kayıp Adası
Felsefeci arkadaşım Güçlü Ateşoğlu’nun sosyal medya hesabından öğrendim, Önay Sözer’i kaybettiğimizi. 1990’lerin başında, benim Paris’ten İstanbul’a dönmüş olduğum yıllarda; felsefe alanında genç felsefecileri toplamıştı ve ortak çalışmalar yapılıyordu. İstanbul’a konuşma yapmak üzere davet ettikleri arasından günümüzün önemli düşünüleri Derrida, Agamben, Malabou, Sloterdijk gibilerini yurt dışından çağırmıştı. Bu felsefecileri İstanbul’a taşıyan ve onları fiziki olarak İstanbullulara tanıştıran 1936 doğumlu Önay Sözer’in ölüm haberini, üzüntüyle, evet, büyük bir üzüntüyle okudum, öğrendim.
Bu dönemde yeni geri gelmiş olduğum şehirde genç bir felsefeci nesli tanıdığımı hatırladım. Onlarla birlikte toplantılar yaptık, yemekler yedik, içkiler içtik: Ali Vahit Turhan, Ferda Keskin, Zeynep Direk ile tanışmam Önay Sözer sayesindedir. Derrida’nın İstanbul’a davetinde, tekneyle Boğaz turu yaptık. Akşam danslar ettik. Derrida orada bulunan kadınların hemen hemen hepsini dansa kaldırdı. Bu anılar Öney Sözer ile yaşadığımız güzel anılardı.
Onu; 1980’li yıllarda, biz Paris’teyken geldiğinde tanıdığımı ve sonra da uzun zaman süren bir dostluk ilişkimizi anımsadım. Jacques Derrida’nın, François Chatelet’nin, Jean Pierre Faye’ın ve Dominique Lecourt’un girişimiyle ve 1981’de iktidara gelen Sosyalist Partisi'yle birlikte François Mitterand’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında 1983’te kurulan College internationale de philosophie’nin davetlisi olarak Paris’e gelmişti. “Hegel Felsefesinde Göstergebilimsel bir Problem olarak anlam ve düşünce” adlı konuşmasında, Hegel ile dil arasında kurduğu ilişki üzerine derslerini vermişti (bu konuşmalar, Fransızca olarak “Maurice Blondel sayısında” 1988 yılında yayımlandı).
Biz de Ömer Uluç ve Vivet Kanetti ile birlikte onu dinlemeye gitmiştik. Ömer Uluç uzun zamanlardan beri Önay Sözer’in arkadaşıydı. Daha doğrusu, “Önay” diye çağırarak devam edeceğim, daha Melih Cevdet Anday’ın olduğu kadar Macit Gökberk’in zamanından, “Mavi Yolculuklardan” beri Türkiye’deki felsefe ve edebiyat çevrelerinin içine girmişti daha genç yaşlarından beri. Daha sonra babamın ve Selahattin Hilav’ın da arkadaşı olduğunu öğrendim. 1980’li yılların sonlarında, babam ve Fethi Naci ile gittiğim Bodrum, Türkbükü’nde bulunan Eda Pansiyon’daki, kulakları 17. yüzyıldaki insanların iki yandan yanaklarına düşen saçları gibi uzun kulakları iki yandan sarkan köpeğe “Spinoza” adını verdiğini hatırlıyorum. Bence, müthiş bir benzetmeydi!
O nesilden gelerek daha sonraları kendisinden çok daha genç yaştaki nesillerle birlikte çalışmalar yapmış olması Önay’ın “yaşsız” olduğunu göstermekteydi. Hep aynıydı, fiziki olarak. İtalyan felsefeci eşi Gabriella Baptist ile birlikte son zamanlarda İtalya’da Roma’da yaşamaktaydı; ama ya İstanbul’da ya da Bodrum’da her yaz rastlaşmaktaydık. “Buluşalım” diyerek ayrılıyorduk! Önay her zaman güler yüzlü olduğu gibi aynı zamanda ciddi görünüşünün arkasında mizahi bir gülümseme taşıyordu. Her zaman iyi giyimli ve kendisine bakan biriydi. Espriliydi. Arkadaşlık etmeyi seviyordu. Diğer genç felsefecilerden haber almaktan ve hatır sormaktan hiç vazgeçmedi.
Edebiyat, dil ve felsefeyi birbirleri içinde düşünmekteydi. En son Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nin davetlisi olarak “Sanat” kolokyumunda karşılaşmıştık sanırım tam salgın öncesinde. Akşam ben ve Tansu Açık ile birlikte yemeğe ve içmeye gitmiştik ve ertesi gün de Jale Erzen büyük nezaketiyle bizleri evine davet etmişti. Güzel bir sohbet olmuştu. Önay her zaman hoş sohbetti.
1980’li yıllarda darbe sonrasında YÖK’ün kurulması ve üniversitelere baskı yıllarında “1402’likler” arasındaydı. Üniversiteden çıkmıştı. Türkiye’yi terk ederek Almanya’ya gitmiş, yerleşmiş ve dersler vermişti. İstanbul Erkek Lisesi'nde öğrendiği Almancadan sonra Fransızca ve İngilizceyi de öğrenmişti. Belki de son zamanlarında yaşadığı Roma’da İtalyancayı da? Bu şekilde Türkiye’de İstanbul Üniversitesi'nde ve de Boğaziçi Üniversitesi'nde dersler vermişti. Marksizmin kuvvetli olduğu yıllarda Alman felsefesi üzerine okuyan, düşünen ve yazan Önay, Türkiye’deki entelijansiyada sol hattın içinde yer almaktaydı. Şöyle yazmıştı mesela: “Devran dönecek, devir devrilecek, dönen bir daha dönecek.” İlerleyen bir Marksizme bağlı bir düşünce geliştirmekten çok çevrimsel bir tarihe bağlı olarak, daha antropolojik bir şekilde düşünmekteydi sanırım.
Yazdıklarını daha genç nesiller bilmiyorlarsa eğer, keşfedecekler, bilenler ise onu hatırlayarak kitaplarını okumak ve okutmak için onun çalışmalarını sürdüreceklerdir, eminim. Ben onu mizahi gülümsemesinin arkasında yatan nezaketiyle hatırlayacağım.
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |