Türkiye depremden önce de Cumhuriyetin kurumlarının tahrip edilmesinden, demokrasi ilkelerinin yıkılmasından, yargının bağımsızlığının ve iradesinin gasp edilmesinden, genel olarak akıl ve vicdanın dışlanmasından oluşan bir enkaz altındaydı. Deprem bu siyasi ve ahlaki enkazın üzerine, tam da bu iflas ve çürümüşlük yüzünden boyutları kat kat artan korkunç bir beton enkazını yıktı. Düzgün şehirleşme ve imar olsa idi çöken bina sayısı daha az olacaktı. Üstelik hazırlık ve koordinasyon eksikliğinden, kurtarma çalışmalarının geç başlaması yüzünden un ufak olmuş betonların altından kurtarılabilecek çok canı kaybettik.
Son 20 yıllık siyasi iktidarın deprem öncesi enkazı oluşturmakta, ve depremden sonraki iflasta çok büyük payı var. Bu iktidar bu toplumdan çıktı, desteklendi, gelişti. Demokrasimizde şeffaflık, liyakat değerleri, formel kuvvetler ayrılığının ötesinde demokrasinin işleyişini denetleyecek halk katılımı, kamu kurumlarının ve yerel yönetimlerin özerkliği öteden beri çok sağlam değildi. Bunun ötesinde normal zamanlarda da kurallara uymama, görmezden gelme, mış gibi yapma, hasta değilken rapor almaktan torpil ve rüşvete kadar irili ufaklı kabahat, suç ve kötülükler gündelik, olağan ve yaygındı. Son dönem sadece alaylı akılsızlık ve sorumsuzluğu organize biçimde kat kat artırdı. Toplum kırılma noktasına gelmişken tektonik faylar da kırıldı. Çünkü faylar tam ne zaman olduğunu bilmesek de hep kırılır ve kırılacak. Peki toplumumuz da tekrar tekrar siyasi ve ahlaki çöküntüler yaşamak zorunda mı?
Önce sorunun derin ve uzun vadeli olduğunu ama çözümsüz olmadığını anlamak lazım. En 'gelişmiş' toplumlarda bile demokrasi kırılgandır. Kriz zamanlarında insanların küçük çıkarları veya çaresizlikleri üzerinden yöneticilerin, hakim çıkarların manipülasyonları ile hatta fazla manipülasyon olmadan da popülizme, totaliter rejimlere kapıldıklarını yakın zamanlarda da, tarihte de görüyoruz. Kendi toplumumuzla ilgili 'biz böyleyiz', 'adam olmayız' olumsuzluğuna ve kaderciliğine kapılmamak lazım. Çünkü bütün toplumlarda farklı düzeylerde de olsa siyasi ve ahlaki kırılganlık var. Buna karşılık Türkiye'de de, başka toplumlarda olduğu gibi halkın, sivil toplumun bir tepki, eleştiri ve örgütlenip problem çözme becerisi var. Hukuki düzlemde olduğu kadar toplum içinde ve kültürel düzeyde de daha iyi dayanışma, katılım, hesap sorma ve yönetimleri kontrol etme usulleri ve pratikleri geliştirilebilir. Bu uzun vadeli süreçler kısa vadeli bilinçli örgütlenme ve müdahalelerle kolaylaştırılabilir. Karmaşık sistemlerin bilimi küçük müdahalelerin önemli davranış dönüşümlerine yol açabileceğini gösteriyor.
Somut olarak Türkiye'de halkın kendiliğinden ortaya çıkan dayanışma potansiyeline bakalım. Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra ortaya çıkan dayanışma, bugün yaşadığımız felaket öncesinde kalıcı biçimde doğru yapılaşmaya ve afet hazırlığına dönüşmedi. Ancak 1999 depremleriyle ortaya çıkan sivil toplum örgütleri bugün epeyce gelişmiş durumda; resmi kurumlardan daha çabuk sahaya indiler ve resmi kurumlara rağmen organizasyon ve koordinasyon sağlayabildiler.
Sivil toplumun bu gelişmesine paralel olarak muhalefetteki siyasi partiler bir süredir liyakat söylemini öne çıkardılar. Bunun somut plan ve pratiğe nasıl dönüşeceğini partiler de toplum da şimdi düşünmeye başladılar. Bu konuda arayış içindeyiz. 'Nasıl?'ın ilk adımı bu olmalı.
Deprem öncesinde Bilim Akademisi (bilimakademisi.org) Cumhuriyetin 100. Yılında ileriye dönük yeniden inşa için bilim rehberliğinde stratejilerin tartışıldığı bir dizi panel planlamış, sağlık alanındaki ilk panel Ocak ayında yapılmıştı. Bu sırada siyasi partilerin internet sitelerinde teknik içerikli raporlar, çalışmalar aradım. Olumlu ilk adımlar var. Hemen hemen her siyasi partide ekonomi ve sosyal politikalar başta olmak üzere mesela sağlık, tarım, eğitim konularına da uzanan bazı yayınlar, bültenler var.
Bunun ötesinde siyasi partilerin her alanda (sağlık, eğitim, tarım, ekonomi, deprem ve afetler, şehircilik, planlama, vs) kamu ve sivil toplumdaki ve üniversitelerdeki uzmanlarla birlikte çalışacak, sivil toplumun siyasette uzman muhatap bulmasına yarayan, ve birlikte çalışma noktası oluşturacak uzman yetkilileri, ofisleri olması çok yararlı olur.
Şimdi Bilim Akademisi deprem konulu 4 panelle başlayarak, ardından bilim insanlarının katılacağı bir çalıştay yapacak ve ardından rapor yayınlayacak. Bu çalışmayı Bilim Akademisi Yönetim Kurulu üyesi Aydın Alatan (ODTÜ) koordine ediyor. Paneller 3 Martta saat 18:00 de Galatasaray'da Yapı Kredi Loca salonunda yapılacak "Sesimi duyan var mı? Afetlere karşı Akıl ve Bilim" başlıklı giriş paneliyle başlıyor. Benim yöneteceğim bu panelde koordinatörlerimiz Bilim Akademisi üyeleri Naci Görür (İTÜ – emekli), Sibel Salman (Koç Ü.) ve Ersin Kalaycıoğlu (Sabancı Ü.) konuşacak. Daha sonra 15 Martta "Afet Yönetimi, Ekonomi ve Sağlık", 19 Nisanda "Mühendislik ve Yer Bilimleri" ve 17 Mayısta "Sosyal Bilimler" panelleriyle koordinatörlerimiz deprem sorununu uzmanların katılımıyla jeoloji, jeofizik, mühendislik, planlama, lojistik, kamu yönetimi, sosyal bilimler, ekonomi ve siyaset bilimi ve diğer alanlarda geleceğe dönük sorun ve stratejiler çerçevesinde ele alacaklar.
Panellerimiz herkese açık ve ücretsiz, bilimakademisi.org üzerinden kaydolabilirsiniz. Panellerin video kayıtları YouTube üzerinden yayınlanacak. Sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve medya temsilcilerini de özellikle bekliyoruz.