Herkes, Ergenekon davasının simge ismi haline gelen İlker Başbuğ hakkında konuşuyor, yazıyor...
Fakat bir problem var: Bu konuşmaların, bu yazıların sahipleri -Ergenekon davasına bakan yargıçlardan Mehmet Fatih Uslu'yu haklı çıkartacak biçimde- davadaki olgusal verilerin çoğundan bîhaber görülüyor.
(Milliyet gazetesine konuşan yargıç Uslu, davanın bütününü kast ederek, “Ergenekon davasıyla ilgili konuşanların dediklerine bakınca, maalesef kimsenin dosyanın içeriğini bilmediğini görüyorum” demişti).
Yorum yazarken olgu gizlemeye tenezzül etmeyeceklerinden emin olduğum bazı gazetecilerin yazılarına bakınca, ben de ister istemez aynı sonuca varıyorum: “Bu yazarlar” diyorum, “yorumlarını temellendirmeye çalışırlarken şu, şu, şu olguları hiç zikretmediklerine göre, onların varlığından habersiz olmalılar...”
Bu söylediğimi, tek bir yazıda davanın tümü ve yorum sahibi yazarların tamamı için gösteremem... Fakat mademki İlker Başbuğ'a atılı suçlar ve mahkemenin kendisiyle ilgili verdiği karar davanın en “absürd” sonuçlarından biri olarak öne sürülüyor, bu işi İlker Başbuğ örneği üzerinden bir yazıda yapabilirim...
Yorum yaparken olgu gizlemeye tenezzül etmeyeceğinden emin olduğum gazetecilerden biri olan Taha Akyol, İlker Başbuğ'a yönelik suçlamaları ve bu suçlamaları destekleyen delilleri, olguları ele aldığı yazısında (Hürriyet, 10 Ağustos 2013) “Ben Başbuğ’un suçsuz olduğuna inanıyorum” sonucuna vardı.
Taha Akyol'un yazısı, davadaki olgusal verilerin bir bölümünün bilgisine sahip olmadan sonuca varmanın tipik bir örneği olarak çıkıyor karşımıza ve bu da bana, yukarıdan beri açımlamaya çalıştığım iddiamı Akyol'un yazısı üzerinden gösterebilme imkânı sağlıyor.
“Başbuğ davası” başlıklı yazısıyla bana böyle bir imkân sunan Taha Akyol'a teşekkürlerimle, başlıyorum...
Taha Akyol, Başbuğ'un masumiyetine olan inancını savunurken önemli bir kıyaslama yapıyor ve şu soruyu soruyor:
“TSK’da 2003-2004’te müdahale çalışmaları oldu, Org. Hilmi Özkök’ün dirayetli tavrı bunları önledi; Başbuğ o dönemde Özkök’ün yanındadır. 2008’de yani sivil rejim daha bir sağlamlaştıktan sonra niye darbeci olsun?”
2003-2004 dönemindeki Sarıkız ve Ayışığı (sonraki safhaları Yakamoz ve Eldiven) adı verilen darbe hazırlıklarında Başbuğ'un pozisyonunu hatırladığımızda, doğru ve haklı bir soru... Başbuğ'un pozisyonu o dönemde gerçekten de Akyol'un tarifine uygun görünüyor.
Bunu, Özden Örnek'in günlüklerini yayına hazırlarken ben de fark etmiş, hatta Nokta'nın günlükleri yayımladığımız sayısının editoryal sayfalarında bunu ayrı bir başlık halinde ben de not etmiştim: “Büyükanıt ve Başbuğ için 'uzak duruyorlar' yorumu...”
O başlık altında yer alan, Özden Örnek'e ait üç “günlük” notunu burada bir kez daha hatırlatayım:
1 Aralık 2003: “Aklımızda hep uyutuluyor muyduk endişesi vardı. İkinci Başkan (İlker Başbuğ) güvenilecek bir general değildi. Kendi yararını ülke yararı üzerinde tutuyordu. Ve bize kesin cevaplar vermiyordu.”
6 Ocak 2004: “Öğleden sonra 2. Bşk. geldi. 14 Ocak günü yapacağımız toplantı için eşgüdümde bulunmak amacındaydı. Çok sinsi bir adam olduğunu değerlendiriyorum. Tamamen Genelkurmay Başkanı olmak amacına kilitlenmiş.”
13 Ocak 2004: “2. Bşk. İlker Başbuğ ileride Genelkurmay başkanı olacağım diye Genelkurmay Başkanı'nın her söylediğini yapıyor ve risk taşıyan hiçbir olaya karışmıyor. (...) Genelkurmay Başkanı devreden çıkmış ve İlker'siz hareket etmemektedir. Yaşar Büyükanıt ise bundan sonraki Genelkurmay Başkanı olacağı için kendini korumaya almış ve hiçbir konuda aktif olmuyor ve fikrini de açıkça söylemiyor.”
2003-2004 döneminin darbe hazırlıklarına “uzak duran” iki müstakbel genelkurmay başkanından biri (Yaşar Büyükanıt, o dönemde 1. Ordu Komutanı) 2007'de hükümete muhtıra verdi, ikincisi ise (İlker Başbuğ, o dönemde Genelkurmay 2. Başkanı) 2013'te darbecilikten müebbet hapse mahkûm oldu.
İşin içine Büyükanıt'ı da katmakla neyi imâ ettiğimi anlamışsınızdır: 2003-2004'te darbe girişimlerine “uzak durmak”, TSK'nın tepesini ele geçirince de uzak durmak anlamına gelmeyebilir.
Madem spekülasyon serbest, ben de şöyle diyebilirim: Bu iki komutan, a) Genelkurmay Başkanı'nın (Hilmi Özkök) kesinlikle karşı olduğu bir darbe girişiminin başarısız olma ihtimalini görebilecek kadar basiret sahibi oldukları için, b) bir darbenin kendi garantili genelkurmay başkanlıklarını riske sokacağını bildikleri için dönemin maceracı darbeci komutanlarından uzak durmuşlardır...
Spekülasyonumun ikinci adımı: Bu komutanlar aynı zamanda “irticacı hükümet”i gönderen komutan şerefine nail olmayı o zamandan kafalarına koymuşlardır ve “sinsice” (ben demiyorum, Özden Örnek diyor) Genelkurmay Başkanı olacakları günü beklemektedirler.
Fakat bu faslı fazla da uzatmamalı... sonuçta Taha Akyol da ben de spekülasyon yapıyoruz. En iyisi, Akyol'un yazdığı gibi
somut iddialara ve kanıtlara bakmak...
Taha Akyol, “somutlar” bahsini açarken şöyle diyor:
“Dosyada 'Genelkurmay’da Komutan’ın haberi olmadan kuş uçmaz!' diye beyanlar var. Fakat bu genel ifade, somut durumun kanıtı olamaz. Araştırmak gerekir...”
Bu takdim, bence epeyce problemli. Çünkü, sanki savcıların İlker Başbuğ'u suçlarken sadece “Genelkurmay’da Komutan’ın haberi olmadan kuş uçmaz” (öyleyse, karargâh içinde suç teşkil eden eylemlerden mutlaka onun da haberi vardır) argümanına dayandıkları gibi bir algı yaratıyor...
Oysa, biraz sonra göreceğiz, Başbuğ'a yöneltilen iki temel suçlamadan birinde (İnternet Andıcı), suç içerdiği öne sürülen eylemlerini inkâr etmeyen subayların bir bölümü, yapıp ettiklerinden İlker Başbuğ'un (da) haberinin olduğunu açık bir biçimde dile getiriyorlar.
Başbuğâ yönelik ikinci temel suçlamaya (İrticayla Mücadele Eylem Planı) gelince... Bu defa astları ona ilk örnekte olduğu gibi “senin de haberin vardı” demiyorlar... Fakat Başbuğ'un, iki suç delilinin ortaya çıkma ânında Genelkurmay karargâhında hafta sonunda geceleri de kapsayacak biçimde yürütülen “bilgisayar kayıtlarını silme ve belge kırpma” faaliyetinden haberinin olmadığını söylemesini nereye koyacağız?
O hafta sonu Genelkurmay'da izinli personelin de çağrılarak böyle bir faaliyet yürütüldüğü bir iddia değil, sanıkların doğruladıkları bir hakikat... Nitekim bunu İlker Başbuğ da inkâr etmiyor, sadece bilgisinin olmadığını söylüyor.
İddianamedeki satırlarla söylersem:
“(İrticayla Mücadele Eylem Planının) deşifre olmasından sonra karargahta mesai saatleri dışında acele ile yapılan ve gece geç saatlere kadar devam eden, izinde bulunan personelin dahi göreve çağrıldığı bu olağanüstü hadisenin şüphelinin bilgisi ve emri olmadan yapılmasının mümkün olmadığı...”
Taha Akyol'un “'Dosyada 'Genelkurmay’da Komutan’ın haberi olmadan kuş uçmaz!' diye beyanlar var” diye gönderme yaptığı hadise, işte bu.
Doğru, savcılar, “bilgisayar kayıtlarını silme ve evrakları kırpma” emrini Başbuğ'un verdiğini kanıtlayamıyorlar... Fakat böyle durumlar için hukukta, nedense hiçbir zaman ısınamadığım “hayatın olağan akışına uymamak” diye bir suç karinesi var...
Yargıçlar gerekçeli kararlarında, bu karineye dayanarak, “Sanık, haberinin olmadığını söylese de...” diye başlayıp, “... Genelkurmay karargâhındaki o sürreel hafta sonundan haberinin olmaması hayatın olağan akışına uymamaktadır” diye devam eden bir cümle kurarlarsa, kimse şaşırmasın.
İlker Başbuğ'la ilgili en ciddi suçlamalardan biri şu: Hükümete karşı kara propaganda yapmak üzere internet siteleri oluşturmaya matuf “İnternet Andıcı” hazırlanması için emir vermek...
İddiaya göre, 1999'dan beri faaliyette bulunan bu sitelerin Taraf gazetesinin 4 Şubat 2009 tarihli haberiyle deşifre olmasından sonra, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ sitelerin faaliyetlerinin durdurulmasını emretti.
Fakat sadece iki hafta sonra dört yeni site için bir “andıç” hazırlandı.
Andıçta, tam 12 rütbeli subayın parafı vardı ve 12. paraf, “komutana arz” notuyla birlikte Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız’a aitti.
Yukarıda “iddiaya göre” dedim ama, aslında, buraya kadar anlattıklarım, 12 rütbeli subayın tamamı tarafından kabul edilmiş bir vakıa...
Olay bundan sonra flulaşıyor ve İlker Başbuğ bakımından savcıların öne sürdüğü bir iddiaya dönüşüyor.
Soru şu: Bu andıç, İlker Başbuğ’a arz edildi mi?
Savcılar “arz edildi”, Başbuğ “edilmedi” diyor ve gerekçe olarak belgede parafının bulunmamasını gösteriyor.
Taha Akyol da, yukarıda gördüğünüz gibi belgede parafın olmayışını yeterli buluyor ve meseleyi kapatıyor.
Başbuğ, hazırlık aşamasındaki bu dört siteden ancak konuyla ilgili yeni gelişmelerin Kasım 2009’da basında yer almasından sonra haberdar olduğunu ve derhal emir vererek hazırlıkları durdurduğunu söylüyor.
Bu da bir vakıa... Gerçekten de Kasım 2009'da Başbuğ böyle bir emir veriyor... Fakat ilginç olan nokta şu: Genelkurmay Başkanı, karargâhında gerçekleştirilen ve suç teşkil eden birtakım fiilleri ancak basında çıktıktan sonra öğreniyor ve onları durduruyor...
Teorik olarak bu da mümkün tabii, fakat bir Genelkurmay Başkanı'nın bütün bu olup bitenlerden habersiz olması ne kadar inandırıcıdır? Yargıçların bunu inandırıcı bulmamaları çok mu tuhaf.
Fakat mesele bundan ibaret değil... Başbuğ'un, İnternet Andıcı davasından yargılanıp mahkûm olan karargâh arkadaşlarının bir bölümü ifadelerinde ya “böyle bir andıcın Genelkurmay Başkanı'nın bilgisi olmaksızın hazırlanamayacağını”, ya da “andıcın komutana arz edildiğini” açıkça söylediler.
Yazı çok uzayacağı için bu yöndeki ifadeleri buraya almıyorum. Fakat isteyen, İnternet Andıcı iddianamesiyle birleştirilen “İlker Başbuğ iddianamesi”ni internetten kolayca bulup okuyabilir (uzun değil, sadece 39 sayfa).
Fakat bunlardan çok daha önemli bir tanıklık, dava sürerken ortaya çıktı, bu tanıklığa burada yer vereceğim... Sanıyorum Taha Akyol da, farkında olmadığı için değerlendirmesine dahil etmediği bu bilgiyi işin içine katması durumunda, İnternet Andıcı'nın “komutana arz edilmediği” sonucuna varamayacağını kabul edecektir.
"İnternet Andıcı" davasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesinden sonra Ergenekon tutuklusu haline gelen Korgeneral Mehmet Eröz, İlker Başbuğ henüz suçlanmamışken, mahkemeye müracaatla Başbuğ'un tanık olarak dinlenmesini talep etti; ne var ki bu isteği gerçekleşmedi.
Andıcın hazırlandığı tarihte Genelkurmay Harekat Başkanı olan Korg. Eröz, davanın 8 Ekim 2012 tarihli duruşmasında mahkemeye bir dilekçe verdi (ki artık Başbuğ da davanın tutuklusudur) ve andıçtan İlker Başbuğ'un haberinin olmadığının gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Radikal'in “Başbuğ andıçla ilgili defalarca bilgilendirildi” başlığıyla verdiği haberden aktarıyorum:
“(...) Bu durumda sanki Harekat Başkanı olarak ben andıcı Hasan Iğsız'ın emrine rağmen Başbuğ'a arz etmemişim ve andıçta imza ya da parafı bulunan kişilerle birlikte kendi başımıza iş yapıyormuşuz gibi bir yanlış anlam çıkabilir. Oysa gerçek bu değildir. Sayın İlker Başbuğ'un internet andıcından haberi olmadığı şeklindeki beyanlar doğru değildir. Sayın İlker Başbuğ'a andıçla ilgili olarak defalarca bilgi verilmiştir.”
(Biliyorsunuz, Ergenekon davasında İlker Başbuğ'la birlikte Mehmet Eröz de müebbet hapis cezasına çarptırıldı.)
Radikal'in haberinde, Mehmet Eröz'ün dilekçesinde Başbuğ'a bir de soru sorduğu belirtiliyordu:
“Başbuğ'un internet andıcı ve yeni sitelerin kurulmasından haberi olmaması durumunda, 4 Kasım 2009'da ikinci ihbar mektubu ekinde yer alan internet andıcını gördüğünde kendileri hakkında işlem yapması” gerekmez miydi?
Bu da önemli bir noktaydı ve ben bu soruyu Eröz'ün dilekçesinden dokuz ay kadar önce sormuştum:
“Başbuğ, hazırlık aşamasındaki bu dört siteden ancak konuyla ilgili yeni gelişmelerin Kasım 2009’da basında yer almasından sonra haberdar olduğunu ve derhal emir vererek hazırlıkları durdurduğunu söylüyor.
“Şimdi bir an için andıcı hazırlayan grubun, aradan geçen yedi ayda ikinci başkanın imzasına rağmen andıcı Genelkurmay Başkanı’na arz etmediğini düşünelim.
“Bu durumda, kasım ayında Genelkurmay’daki durum şöyledir: Genelkurmay Başkanı, gazetede okuduklarından sonra meseleye eğilir ve 12 paraflı “yasa dışı” (Başbuğ’un
kendi sözleri) andıcın varlığını öğrenir... Ve tabii yedi ay boyunca kendisine arz edilmediğini de...
“Peki, hakikati öğrenince ne yapmıştır Başbuğ? Hiçbir şey. Soruşturma? Hayır. Çünkü yapsaydı, bunu savunmasında mutlaka söylerdi.” (Taraf, 10 Ocak 2012).
Bu tabloya bakıp da, “Ne olursa olsun, Başbuğ'un parafı yok o belgede, dolayısıyla suçlanamaz” diyebilir misiniz?
Ben, 10 Ocak 2012 tarihli yazımda, Etyen Mahçupyan'ın tahminine katılarak, Başbuğ'un her şeyi bildiğini fakat belgeyi özellikle imzalamadığı görüşünde olduğumu yazmıştım:
“Bu durumda ben, Etyen Mapçupyan’ın tahmininin gerçeğe en yakın tahmin olduğunu düşünüyorum: Andıç Başbuğ’a arz edilmiştir, fakat o kendini korumak için imzalamayıp bir kenara ayırmıştır. Yani bir tür, 'yapın ama ben görmeyeyim' tavrı...”
Ocak 2012 tarihli o yazımın son paragrafı da şöyleydi:
“Toparlarsam: Başbuğ’un andıçta imzasının bulunmaması keyfiyeti, tek başına onun bu faaliyetten habersiz olduğunu kanıtlamaz. Hâkimlerin kanaati, buna rağmen onun andıç konusunda bilgi sahibi olduğu yönünde tecelli edebilir.”
Hep birlikte izledik... Öyle oldu.
Herkes gibi gerekçeli kararı ben de merakla bekliyorum.
Dördüncü ve son yazı: Ergenekon'da yanıldığım nokta...