Taksim Gezi olayları sırasında ön plana çıkan gruplardan biri de LGBT’ler oldu.
Onları, ellerinde gökkuşağı bayrakları, taşıdıkları yaratıcı dövizler ve sıradışı sloganlarıyla yakından takip ettik.
Türkiye’deki LGBT hareketini ve eşcinsellerin durduğu noktayı daha iyi anlayabilmek için Uluslararası Gey ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’nun bu yıl ki, ‘Felipa de Souza Ödülü'ne layık görülen avukat Yasemin Öz’le konuştuk.
Öz, 18 yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğu LGBT hak mücadelesi içerisinde birçok önemli hukuki rapor ve belgenin oluşturulmasında ve hak ihlallerinin kayıt altına alınmasında önemli rol oynadı. Aynı zamanda Pınar Selek’e Adalet kampanyasının yürütücülüğünde ve sözcülüğünde de görev alan isimlerden de biri oldu.
Kendisini ‘lezbiyen bir feminist’ olarak tanımlayan Kaos GL Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yasemin Öz, aldığı ödülü, Türkiye’de eşcinsel olmayı ve Gezi olaylarında LGBT’ler olarak neler yaşadıklarını bizler için anlattı.
- Uluslararası Gey ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu'nun bu yıl ki, ‘Felipa de Souza Ödülü'nü aldınız. Öncelikle bu ödülün sizin için öneminden biraz bahsedebilir misiniz?
Kaos GL kolektif bir hareket, biz bireylere değer veren ama bireyleri öne çıkararak ilerlemeyen bir hareketiz. Bu anlamda ödüle layık görüldüğüm söylendiğinde kabul edip etmemek konusunda iki gün düşündüm. Böyle kolektif bir hareket içinden gelirken bu ödülün tek başıma bana verilmesi politik olarak doğru gelmedi bana. Eğer ödül örgüt olarak Kaos GL’ye verilseydi çok sevinirdim. Kaos GL’den arkadaşlarla ve başka arkadaşlarla konuştum. Verdiğimiz mücadelenin görünür olması açısından ödülü kabul etmemin doğru olacağını söylediler. Çoğunluğu Müslüman bir ülkeden feminist bir lezbiyenin ödüllendirilmesi sonuçta dikkat toplamak için iyi olabilir diye düşündük. Ama beni en çok Pınar Selek ikna etti diyebilirim. Hem Kaos GL’deki arkadaşlarımın, hem de Pınar’ın sağduyusuna güvenirim. Ödül gecesinde ise gerçekten doğru şeyi yaptığımıza inandım.
- Peki, ödül töreni nasıl geçti?
Ödül törenindeki konuşmamda çocukluğumdan itibaren bir lezbiyen olarak neler yaşadığımı ve örgütlü mücadeleyle hangi noktaya geldiğimizi anlattım. Ben eşcinselliğimi kabullenemedim uzun yıllar, ergenlik ve gençlik yıllarım tarif edilmez buhranlarla geçti. Kendimi kabullenmeme aracı olacak hiçbir bilgi veya insan da yoktu. Bu yokluk insanı nasıl uçurumlara sürükler iyi biliyorum. Eşcinselliğim bana “lanet” gibi gelirdi. Başkalarına benzememek beni çok ürkütürdü, değil söylemeye, düşünmeye bile korkardım. Eşcinselliğimin büyüyünce geçecek bir durum olmasını umardım. Çünkü benzemek üzerine kurgulanmış bir sistemin içinde abluka altındayız. Bugünse başkalarına benzemekten korkuyorum. Kaos GL’nin kurulmasının ardından aynı uçurum kenarına başkası gitmesin derdim oldu hep. Ödül bu anlamda sembolik olarak bana hoş geliyor. “Lanetin ödüle dönüşmesi” gibi.
Bu ödül başkalarına da güç verdi biliyorum. Zaten ödülü alırken bunu şahsım adına değil, bana güç, ilham ve umut veren yeryüzündeki tüm LGBT aktivistleri adına aldığımı söyledim.
- Kendinizden biraz bahseder misiniz? Nerede doğdunuz, nasıl bir ailede büyüdünüz…
Afyon’un bir köyünde doğdum, annem oraya öğretmen olarak gitmese bugün olmayacaktım. Muhalif bir ailede büyüdüm. Kız çocuklarının maruz kaldığı baskılardan çok az nasibimi aldım. Sanırım ergenlik yaşlarımda eşcinsel olabileceğimi akıllarından geçiriyor ama bunu düşünmek istemiyorlardı. Kardeşim ve annem zor kabullendi bence ama kardeşim en büyük destekçim bugün her anlamda. Ödüle bile benden çok sevindi.
21 yaşımda Kaos GL’ye katıldım, 18 yıl olmuş. Kaos GL’ye katılınca kardeşime ve anneme açıldım. Babama açıldığımda 30 yaşlarındaydım. Ama tuhaf bir biçimde en kolay o kabullendi ve bugün de cidden desteklediğini hissediyorum.
- Ya avukatlık ve aktivistliğe uzanan süreç?
Üniversite tercih sisteminin bir saçmalığı olarak avukat oldum. Ne hak savunuculuğu vardı aklımda, ne de prestijli bir meslek sahibi olmak. İki yıl alışamadım okula, bırakmaya bile çalıştım. Ama bu da benim lanetimmiş demek ki, avukat oldum. Avukatlığın tek iyi yanı ise insanlar ihlale uğradığında ona karşı mücadele olanağı vermesi, bu adalet sisteminde ne kadar olursa işte. LGBT savunuculuğuna başladığım da ise daha öğrenciydim, sonrası hep öyle devam etti. Avukatlığım en çok aktivistliğime yaradı belki.
- Siz 18 yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğunuz LGBT hak mücadelesi içerisinde birçok önemli hukuki rapor ve belgenin oluşturulmasında ve hak ihlallerinin kayıt altına alınmasında önemli rol oynadınız… Peki, tüm bu deneyimlerinize dayanarak ülkemizde LGBT’lerin karşılaştıkları hukuki sorunlar daha çok neler oluyor bize açıklayabilir misiniz?
LGBT’ler en çok aile içi ve toplumsal şiddete maruz kalıyorlar. İşyerleri de büyük sorun. Sürekli gizlenerek yaşamak zorunda kalıyorlar, bir yaştan sonra da evlenme baskısına maruz kalıyorlar. Tehdit, şantaj, gasp gibi suçlara çok maruz kalıyorlar. Daha da kötüsü kimliklerinin açığa çıkacağı korkusuyla adli makamlara başvuramıyorlar. Dava açmak istediklerinde önce güvenliklerini sağlamak için neler yapmaları gerektiğini konuşuyor, sonra dava faslına geçebiliyoruz. Oysa basit birkaç yasal düzenlemeyle mahkemeye başvurduklarında güvenlikleri sağlanabilir, dosyada gizlilik kararı verilebilir vs. Ama en homofobik ve transfobik kurum devletken hiçbir şey yapılmıyor tabii. Cinsiyet değiştirme meselesi de çok mantık dışı koşullara bağlanmış. Bunu bile değiştirmiyorlar. Askeriye zaten başlı başına bir ihlal sahası, ona girmeyeyim hiç.
- Türkiye’de devletin ve yargının LGBT’lere bakış açısından örneklerle anlatır mısınız?
Tüm LGBT örgütlerine kapatma davası açıldı. Tek sevindiğimiz hiçbirinin kapatılmaması oldu. Kaos GL ilk dernekleşen LGBT örgütü. Ankara Valiliği kapatılmamız için dava açtığında Ankara Cumhuriyet Savcılarından Kürşat Kayral’ın Kaos GL’nin kapatılmaması yönünde verdiği takipsizlik kararı hem hukuken çok dolu bir metindi, hem de bizi en sevindiren karardı.
Eryaman’da translara yapılan saldırılar sonucu açılan davada sanıkların örgüt suçundan ceza alması da sevindiriciydi. Bazı LGBT cinayetleri davalarında mahkemeler sanıklara indirim yapmadan ceza verdi. Bunlar da hukuken olumlu kararlar. Ama LGBT cinayetleri davalarının çoğu faili meçhul kalıyor, araştırılmıyor, dava açılsa bile sanıklara haksız tahrik indirimi uygulanıyor. Baki Koşar davası gibi pek çok örneği var bunun. Bunlar LGBT bireylere yönelik şiddeti meşrulaştıran kararlar. Bu konuda yargıda bir birlik yok. Bunun sağlanması için hakim ve savcıların eğitimlerden geçmesi lazım. Ama devlet LGBT’lerin öldürülmesini sorun saymazken değişim çok güç.
- Hiç umutsuzluğa düşüp mücadeleden vazgeçmeyi istediğiniz anlar oldu mu?
Umutsuzluğa düşüp yaşamdan vazgeçmeyi istediğim anlar oldu ama mücadeleden vazgeçmeyi düşündüğüm anlar olmadı. Benim yaşamım bir sonuç vermeyebilir ama mücadele her gün sonuç veriyor. Ancak LGBT örgütler birbirinden çok farklı ve sürekli şiddete maruz kalan bireylerden oluşuyor. Kendi içimizde bile birbirimizi anlamak her zaman mümkün olmuyor. İletişimin imkansızlaştığı zamanlarda uzaklaştığım oldu ama o an bile vazgeçmedim.
- Türkiye’deki LGBT örgütlü mücadelesi ne zaman başladı ve bu mücadelede gelinen noktayı bize anlatır mısınız?
LGBT mücadelesi 80’lerin sonunda filiz vermiş, 90’ların başında örgütlenmeye dönüşmüş diyebiliriz. Ben 1995’te Kaos GL’ye katıldığımda birkaç sayı dergi çıkarmışlardı. 20 kişi bile değildik diyebilirim.
İlk kurulduğumuzda kafelerde toplanırdık, yan masaların baskısı olurdu üzerimizde. Sonra bize bir odasını veren bir vakıf olmuştu haftanın bir günü birkaç saatliğine. O bile cennetti. 2001’de bir fon kuruluşundan bağış aldı Kaos GL, o parayla ilk kültür merkezi açıldı. Aynı yıl ilk defa 1 Mayıs yürüyüşüne LGBT’ler olarak katıldık. Nasıl bir korkuydu anlatamam herkesin içinde eşcinselim diye yürümek. Ben korkudan Kaos GL pankartının arkasında değil önünde yürümüştüm. Biri görse yalanlarım diye. 20 kişi bile değildik belki o yürüyüşte. Bu yıl on binlerce insan Onur Yürüyüşü’ne katıldı. CHP milletvekili Binnaz Toprak Meclis’e LGBT bireylerin sorunlarının araştırılması için araştırma önergesi verdi, Meclis’te LGBT’ler tartışıldı. Kaos GL Dergisi yıllardır Türkiye’nin her yerine dağıtılıyor. 1995 yılında bunlar benim için hayal dahi değildi. LGBT mücadelesi toplumsal olarak hayallerimizin bile ötesine geçti.
Ama bu hala LGBT’lerin ancak büyükşehirlerin bazı bölgelerinde görece güvende olduklarını, toplumsal lincin hala büyük bir tehdit olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ama artık daha çok nefes alma alanımız var ve LGBT mücadelesi bir insan hakkı mücadelesi olarak kabul gördü en azından.
- “Anayasa değişsin, ayrımcılık yasası çıkarılsın” talepleriniz var. Bu alanda gelinen nokta nedir?
Toplumsal olarak görece sağladığımız farkındalık ve değişim yasal olarak hiçbir ilerleme kaydetmedi maalesef. Hükümet bu konudaki hiçbir talebimize olumlu yanıt vermedi. Bazı yasa taslaklarına cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının engellenmesine ilişkin maddeler konulsa da, bu maddeler sonraki aşamalarda taslaklardan çıkarıldı.
Anayasa değişikliğine ilişkin talebimize Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu “Toplum henüz buna hazır değil! Belki 22. yüzyılda” diye cevap vermişti. Önceki Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Kavaf ise hatırlarsanız LGBT bireyleri “hasta (!)” ilan etmişti.
“Toplum henüz buna hazır değil” demek, LGBT bireylerin toplumca kabullenmediğinin ve siyasi iradenin de bu ayrımcılığa karşı toplumla işbirliği yapmayı tercih ettiğinin açık bir ifadesidir. Bu ifade ayrıca, toplumsal çoğunluğun ayrımcılık uyguladığı gruplara karşı siyasi iradenin de çoğunluğun yanında yer alacağını, ötekileştirilen toplumsal kesimlerin haklarını güvenceye almak konusunda irade göstermeyeceğini, ayrımcılığa uğrayanları temsil etmeye gönüllü olmadığını açıkça teşhir etmektedir.
- Siz de bir eşcinselsiniz, cinsel tercihiniz nedeniyle iş alanınızda hiç ayrımcılığa maruz kaldınız mı?
İş yaşamına ilk başladığımda işverenime bir kez açıldım, olumsuzlukla karşılaşmadım. Sonraki işyerlerimde ise bazı arkadaşlarıma açılsam da işverene veya bütün çalışanlara açıldığım bir iş yeri olmadı. Zaten kimin nasıl karşılayacağını az çok tartabiliyorsunuz çünkü ömrünüz bununla geçiyor. Son 10 yıldır çalıştığım işyerinde ise ne işverenime, ne de çalışanlara açıldım. Açılırsam işimi kaybederim diye korkmuyorum, insanların saçma soru ve tavırlarına maruz kalmak istemiyorum. Zaten bu bitmeyen bir işkence. Eşcinselsen cinsellikten ibaretsin gibi davranılması. İşyerindekiler muhtemelen eşcinsel olduğumu akıllarından geçiriyorlardır, belki sağdan soldan okumuş da olabilirler. Bazen imalar olsa da kimse bana bir şey sormuyor. Sorsalar inkar etmem ama kimseyi ilgilendirmediğini düşünüyorum. Ben de kimsenin yatak odasını merak etmiyorum. Açıldıktan sonra bana eskisi gibi davranmayacaklarını bilmek, en hafifinden laubali, pis şakalara maruz kalacağıma emin olmak ayrımcılığın ta kendisi bence.
- Peki, LGBT nasıl bir cinsel özgürlük talep ediyor? Bu talebi Türkiye’de olur kılmak mümkün mü?
LGBT’ler kimsenin aklından geçen fantastik şeyleri talep etmiyorlar. Eden varsa da sıra ona gelmiyor. LGBT’ler eşitlik istiyorlar, ayrımcılığa maruz kalmak, şiddet görmek istemiyorlar. Yalnızca kendileri gibi yaşamak istiyorlar. Partnerleri cezaevine düştüğünde görüşmek istiyorlar, hastaneye yattığında muhatap kabul edilmek, miras haklarından yararlanmak istiyorlar. Ama en çok da beden ve cinsellik üzerindeki baskı ve tahakkümün kalkmasını istiyorlar. Bu da oldukça devrimci bir istek. LGBT olmanın tümüyle yasal statüye kavuştuğu ülkelerde bile LGBT’ler sorun yaşıyor. Ama güvence altındalar. Bir gün bu güvence Türkiye’de olur mu bilmiyorum. Olmaz demiyorum. Gezi’den önce sorsalar Gezi direnişine kim inanırdı? Her zaman her şey olabilir. Şu anda Türkiye’nin çoğunluğu güvence altında değil. Seçim sistemi sayesinde azınlığın çoğulcu değerleri hiçe sayıp kendini dayattığı bir dönemden geçiyoruz. Ya çoğulcu değerlere sahip olup üzerimizdeki ablukayı dağıtacağız ya da her dönem olduğu gibi faşizme talim edeceğiz. Halk bu konuda neyi seçerse başına o gelecek. LGBT hareketinin tercihi belli. Ekolojist, şiddet karşıtı, anti-kapitalist, anti-milliyetçi ve anti-militarist bir dünya. Başka bir dünyada onun elinden bunun eline savruluruz. Biz kendi yaşamımıza sahip olmak istiyoruz. Bu ülke de neyi tercih ederse onu görecektir. Hep birlikte göreceğiz.
- Yakın bir geçmişte Fransız Ulusal Meclisi, eşcinsel çiftlerin evlenmesine ve evlat edinmesine imkân tanıyan yasa tasarısını kabul etti. Sizce böyle bir tasarının kabulü Türkiye için bir hayal midir?
Dediğim gibi hiçbir şey hayal değildir. Ancak mesele evlenme ve evlat edinme hakkı değil bana göre. Eşit yaşamak, güvenlikte olmak. LGBT’ler güvende değilken kendilerini güvende sananlar bence bunu düşünmeli.
- Biliyorsunuz Türk çocuğu Yunus'un Hollanda'da eşcinsel iki kadına evlatlık olarak verilmesi Ankara'nın tepkisini çekmiş, konu Avrupa'da da yankı bulmuştu. Sizce eşcinsel bir çift sağlıklı bir çocuk yetiştiremez mi?
Bence çocuğu istismar eden, şiddet uygulayan, cinsel taciz ve tecavüz eden ortamlarda büyümemeli çocuklar. Çocuğun benliğini hiçe sayan heteroseksüel ailelerde yetişen çocuklardan çıkan dünyanın ne olduğunu görüyoruz. Heteroseksüellik çocuk yetiştirmeye yetse bu kadar kötülük ve karanlık nerden çıkıyor? Önemli olan çocuğun gözetilmesi, çocuğun eşcinsel veya heteroseksüel bir ailede büyümesi değil. Eşcinsel bir çift çocuğu gözetmeyi beceriyorsa çocuk niye sağlıksız olsun? Ruh hastası heteroseksist bir toplumda büyümüş çocuklar dünyaya ne verdi? Bizim siyasilerimiz heteroseksüel ailede büyüdü de ne oldu?
- LGBT’nin AKP hükümeti ile ilişkileri ne noktada oldu?
BDP ve CHP milletvekilleri LGBT’ler konusunu Meclis’e defalarca taşımışken hükümet buna sürekli ayak diredi. Farklı bir hükümette biraz da olsa belki yol kat edilebilirdi. Ama CHP de bugün hala kurumsal bazda LGBT’ler hakkında hiçbir şey söylemiyor. İyi niyetli CHP milletvekillerinin çabasından öteye gidilmedi henüz. BDP ise bu konuda çok yol kat etti. Zaman değişimlere gebedir yine de. Çünkü sivil toplumda ciddi bir muhalefet var bu yönde. AKP ve MHP gibi muhafazakâr yapılardan ise bir şey beklemek bence iyimserlik olur. Bırakınız istekli olmayı, bu konuda çok cahiller. Meclis’te AKP milletvekillerinden biri LGBT’ler için verilen araştırma önergesi aleyhine söz aldı. Hem tam tersi bilgiler verdi, hem iki lafı bir araya getiremedi. Bir konuya karşı çıkmak için bile bilmek lazım. Ama cehaletin ve küçük kurnazlıkların bile bu kadar para ettiği bir ülkede kendini yetiştirmeye ne gerek var tabi!
- Peki, Türkiye’de feminist ve LGBT örgütleri arasındaki ilişkiyi bize biraz anlatır mısınız?
Feministler ve LGBT’ler arasındaki en ortak özellik beden ve cinselliğin denetimine, nesneleştirmeye karşı çıkmaları kısaca. Bu hayatın tepeden tırnağa dönüşmesi demek, ciddi bir özgürlük tahayyülü. Ankara’da LGBTler ve feministler daha iç içe örgütlü. İstanbul’da ise hem bir aradalık, hem dağınıklık var. Ama iyi niyet, birbirini anlama çabası ve dayanışma baskın bence yine de. Birbirilerini anlamadıkları konular, yan yana gelmez farklı politik tutumları da var. Yine de en güçlü ittifak feministler ve LGBT’ler arası bence.
- Yine gündemden bir sorum olacak; oyuncu Rüzgâr’a cinsiyet değiştirmesi için rapor veren Profesör Şahika Yüksel, “Transseksüellik ne bir hastalık ne bir tercih ne de bir heves” açıklamasını yapmıştı… Bunu tüm LGBT bireyleri için de söyleyebilir miyiz?
Aynen katılıyorum. LGBT olmak seçilebilen bir şey olsa kimse bu kadar zulmü ve şiddeti seçmez, vazgeçerdi diye düşünüyorum. Şimdiye kadar hiç heves edip de LGBT olmuş, sonra da vazgeçmiş birini görmedim. Heves meselesi LGBT’leri manipüle etmek için uydurulmuş bir paranoya bence. Madalya mı takıyorlar, kim niye heves etsin?
- Ayrıca Şahika Yüksel, “Çoğunluk Rüzgâr’a sempatiyle bakıyor. Çünkü bizim gibi toplumlarda, ‘erkeklik mertebesi’ne ‘yükselmek’, kadınlığı terk etmek daha anlaşılabilir ve olabilir bir şey” diyor. Siz de bu sözlere katılıyor musunuz?
Bu sözlere katılıyorum diyebilirim. Erkek olmak yüceltilen bir şey toplumda, translar ve geyler bu yüceliği (!) reddettikleri için de bunca korku yaratıyorlar bence. Kadınların cinselliği genel olarak da ciddiye alınmadığı, cinsellik kabul edilmediği için bir erkekle beraber olmadığı sürece sanki kadınlara pek ilişmiyorlar. Fallusu cinsellik sanan bir kendini bilmezlik içinde yaşarken şaşırtıcı bulmam Şahika Hanım’ın tespitlerini.
- Peki, LGBT’nin ülkemizdeki seks işçiliği konusunda nasıl bir tutumu var? Türkiye’de bu alanda ne gibi adımlar atılmasını istiyorsunuz?
Özellikle translar seks işçiliğine itildikleri için bu konu kuşkusuz LGBT hareketin konusu. Seks işçilerinin güvenceye kavuşmasını talep ediyoruz. Sendikalaşmalarını destekliyoruz. Benim gönlümden geçen ise seks işçiliğine gereğin kalmadığı bir toplum. Gerek ortadan kalksın da ondan sonra isteyen olsun.
- Son sorum; LGBT bireyleri Gezi olaylarında hep en ön saflarda gördük. Gezi’nin LGBT’lilere faturası ağır oldu mu?
LGBT’ler Gezi direnişine toplumun diğer kesimleri gibi yoğun bir biçimde katıldılar. Çünkü baskı ve şiddetin nerelere vardığını en çok deneyimleyen gruplardan biri LGBT’ler. Şimdiye kadar görmediğimiz bir destek gördük direnişçilerden. İnsanlarda farkındalık oluştu, homofobik ve transfobik küfürler kitlesel bazda kesildi. Onur Yürüyüşü’ne 100 bine yakın insanın katıldığı söyleniyor, önceki yıllarda en fazla 10 binin üzerine çıkabiliyorduk. Ancak LGBT’lerin Gezi direnişindeki görünürlüğü bir anda insanları LGBT’ler için de sokağa döktü.
Tabii bu ileri vadede neye evrilir bilmiyoruz. Gözaltına alınan bir kişi oldu duyduğumuz, birini daha almak istemişler ama bırakmışlar. Gözaltına alınan kişiyi tanımadığımız için ulaşamadık emniyette ama bırakıldığını duyduk. Ama LAMBDA İstanbul’un kapısı zorlanmış polisler tarafından. İçeridekiler oranın dernek binası olduğunu söyleyince biraz zorlayıp rahat bırakmışlar. Dernek ofisine izinsiz olarak girmelerinin mümkün olmadığını biliyorlar oysa ki. Ama direniş boyunca her türlü hukuka aykırılık pervasızca yapıldı. Direnişin faturası bize LGBT olmayanlardan fazla olmadı sanırım, bol gaz, bol kimyasallı su yani!