Pazar günü için tüm karamsarlığımı bir yana bırakarak umut dolu, iyimser bir yazı yazmayı tasarlamıştım. Özellikle AKM'nin bitmek üzere olmasıyla, Atlas sineması içindeki İstanbul Sinema Müzesi'ni gezebilmiş olmam ve edindiğim son derece pozitif izlenimlerle... Ve Beyoğlu'nda Taksim'den Galata'ya uzanacak bir Kültür Yolu'nun açılması ve bunun bir ölçüde hükümetle İBB'nin işbirliğiyle gerçekleşmesi perspektifinden bakarak...
Ama ne gezer... Sabah sabah öylesine haberler üst üste geldi ki; adeta yağmur gibi yağdı. Kalan tüm umut kırıntılarımız da yok olup gitti.
Zaten son günlerde özellikle HDP'nin parti olarak kapatılma çabaları, birçok Kürt milletvekili veya belediye başkanına karşı başlatılan davalarla tam bir ırk savaşına dönüştürülmüş bir ortamda... Üstelik Cumhuriyet'in kutsallarından diye bellediğimiz andımızın da yasaklanmasıyla iyice çığrından çıkmış bir ülkede, son birkaç gün içinde inanılmaz şeyler oldu. Sanırım çok kişiyi de şoke eden... Ki içlerinde bir zamanın koyu AKP yanlıları da var... Bir bakıyorum, artık Erdoğan yönetiminin bir zamanki sadık sözcüleri bile bunlara karşı çıkmış... Artık isimlerini siz arayıp bulun!..
Hepimiz ayni ülkede yaşıyoruz. Ve ortak bir çok şeyimiz, paylaştığımız birçok kaygı, duygu, ilke ve görüş var. Ama bu ülkeyi uzunca bir süredir yönetenler öylesine ayırıcı, bölücü ve diyaloga kapalı bir siyaset güdüyorlar ki... Tüm bunlara karşın yine de hala ortak kimi yanlarımız varsa, bu artık neredeyse bir mucize sayılmalı.
Bakınız, son dönemin olayları içinde benim kutsallarıma ciddi biçimde dokunanlara... Öncelikle Ayasofya'nın, ardından Kariye'nin camiye çevrilmesi. Çok geniş ve genel tutmayayım; ama onlar benim hayli uzun sürmüş tercüman-rehberlik yıllarım içinde sayısız din ve dil sahibi gruplara gezdirdiğim, tarih ve inanç açısından önemlerini anlattığım yerler oldu. Yakın zamana dek kendim için ya da torunum Ozan'a göstermek için de gittiğim...
Onların hala, içindeki Hristiyan kökenli resim ve mozaiklerin de rahatça nefes alabileceği; herkese, her dine açık olacağı; hep birlikte ve ayni zamanda gezilebilecek mekanlar olarak kalmasını ne kadar isterdim... Evet, elbette ben de müslümanım. Ama eski halleri sanki benim itikadıma daha uygundu.
Sonra İstanbul'un tarihi, doğası, yeşili. Yıllar boyu bunlar üzerine çok yazdım ve onları da kutsallarım arasına aldım. Ama bu da artık ne kadar zedelendi ve sanki bitmez bir tahribata dönüştü. Kendi imkanlarıyla mucizeler yaratmaya çalışan ve başaran Ekrem İmamoğlu'nun çabalarına rağmen... Bakınız, ayni gün içinde (dün) Cumhuriyet gazetesinde tüm askeri alanların ve birçok yeşil alanın imara açılması; bunun yanısıra da ülke çapında 'sulak alanların şirketlere açılması' haberlerine... Sayın Erdoğan ve AKP için tüm bunlar önemli olmayabilir; ama bizler için yine bir tür kutsalımıza saldırıdır.
Ya en son haberler? Yani öncelikle "Gezi Parkı'nın İBB'den alınması ve Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı'na geçmesi" haberi? O Gezi Parkı ki bizler için yine bir kutsaldır: çok sevdiğimiz, içinde birçok kuşak için sayısız anılar bulunan, kentin çok önemli bir yeşil alanının yok edilip yerine kışla benzeri bir yapının konmasını bu kentin ortak bilinci kabul etmemiştir. Ve inanın asla da etmeyecektir!...Bu uğurda canlar verilmiş, gencecik hayatlar sönmüştür. Ama ağaçlar kurtarılmıştır.
Ama muktedir bunu unutmamış, unutamamıştır. Öylesine mağrur ve kindar bir zihniyettir ki bu...Yenilgi saydığı bir olayı asla unutup bağışlayamaz. Dünyanın her yanında, her ülkede ve her çağda böylesi eylemler olmuştur, olmaktadır: gençlik ağırlıklı yürüyüşler, protestolar, başkaldırılar... Ve bunlar kimi zaman tarih yazarlar: '68 olayları' gibi... Bizim muktedir ise meydanın öbür yanına devasa bir cami dikmiştir: Cumhuriyet anıtının yanında ufacık kaldığı... Ama bu bile o öfkeyi yenememiştir. Ve yıllar sonra Gezi, bir dini vakfa keslim edilmiştir. Bakar mısınız!..
Bize elbette yine protesto etmek düşecek... Tıpkı on yıl önce Emek sineması ve Gezi Parkı protestolarına katıldığım gibi. 82 yaşıma rağmen yine orada olmazsam namerdim!..
Ve de pastanın kreması. Yine dün bomba gibi düşen bir haber. "Türkiye, ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi'nden Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ayrıldı". Yani o ünlü kadın hakları ve kadına karşı şiddetle mücadele çabaları derin bir yara almış oluyor.
Elbette zil takıp oynayanlar yok değil!.. Örneğin Milli Gazete. Şu başlığa bakınız: "Aile düşmanı sözleşme çöpe atıldı!". Ya da şu sözler: "Hamdolsun, Allah razı olsun"... Bilin bakalım, kim söylemiş: Ayasofya Camii Baş İmamı ve İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Boynukalın... Böylece tepeden tırnağa, Cumhurbaşkanı'ndan baş imamına hepsi tam bir görüş birliği içindedirler...
Allah asıl bizleri korusun: öncelikle kadınlarımızı (ki onlardan ciddi protestolar geleceğine eminim); sonra tüm laikleri, akılcıları, doğa ve tarih aşıklarını... Hepimizi çok zor günler bekliyor.