Beyoğlu'nda gezerken diyen o eski şarkı aklımda... Bu deyim çoğumuza anılar getiriyor; Yeşilçam'ın orada arz-ı endam eden eski dönem starlarını, sayısız sinema ve tiyatroda izlenenleri, caddenin gündüz kalabalıkları sonrasındaki gece ışıltısını, hareket-bereketini, her biri birer marka olan mağaza, pastane, tatlıcı, dükkan, bar-pavyonlarını ve başka şeylerini hatırlatıyor.
Ben sadece en az üç kitapla bu semte aşkını açıkça itiraf etmiş onulmaz bir tutkunu değilim oranın... Aynı zamanda en zor dönemlerde bile oradan elini ayağını çekmemiş bir müptelasıyım. Şu zor günlerde bile -elbette büyük kapanmadan önce- ne yapıp edip oraya kapağı attım. Ve bilemezsiniz ne kadar mutlu oldum!..
Bir kez cadde hâlâ öylesine canlıydı ki... Her yaştan ve her milletten insan, neşe ve hevesle vitrinlere bakıyor, pasajlara giriyor, resim, selfie çekiyor, kestaneyle mısırı birleştirmiş yeni usül satıcıların önünde kuyruk yapıyordu. Cadde veya yan sokaklarda güzel kadın modeller profesyonel fotoğrafçılara poz veriyordu. Kaybolmuş kimi eski markaların yerine yenileri gelmişti ve olası alıcılara yeni fikirler, farklı ürünler, çekici öneriler sunuyorlardı. Şu belalı günlerde bile Beyoğlu ayaktaydı ve pes etmeye hiç de niyetli gözükmüyordu. Tıpkı 6-7 Eylül yağmasından, o meşum terör olayından veya diğer belalı günlerden sonra olduğu gibi... Bu arada gözde lokantam Lades'te bir yemek yedim; tek başıma olsam da, çok keyifliydi.
Aslında ben belli bir amaç için gitmiştim; tam o günlerde Atlas sineması binasında açılan Türk Sineması Müzesi'ni görmek için... Bir sinema tutkunu, bir Beyoğlu aşığı ve de bir 'eskiyi koruma' hastası olarak merak ettiğim bir şeydi bu... Gazeteci olarak indirimli biletimi alıp girdim; o görkemli merdiveni tırmandım. Elbette bol bol resim de çektim; son dönemde Beyoğlu fotoğraflarına odaklanmış ve belki bunlarla bir sergi açmayı da hayal eden bir amatör fotoğrafçı olarak...
Ama asıl müzeye eğilmek isterim. Doğrusu bu kadar büyük ve zengin olduğunu bilemezdim. Bizler Atlas sineması dışında sadece onun bir kat üstüne çıkmıştık. Orada bir zamanlar İstanbul festivalinin bir basın bürosu vardı. Daha üst katları bilmiyorduk, kapalıydı. Bu kez onarılmış olarak açılmış. Sanıyorum en az dört katı birden... İlk kat merdiveninden sonrasında asansör de var.
Ve o gıcır gıcır olmuş, tarih kokan mekanlara sinemamızın tam bir geçmişi yerleştirilmiş. Çok öncesinden, örneğin Karagöz-Hacivat döneminden veya sinema öncesi aygıtlardan başlayıp sessiz sinema ve sonrası... Değişik dönemlere, ünlü yönetmenlere, Yeşilçam efsanelerine, kimi unutulmaz filmlere ait özel vitrinler, balmumu heykeller, eşya ve anılar konarak...
Doğrusu bu özenle hazırlanmış müzeyi çok beğendim. Ama elbette daha eksikleri var, hem de çok... İyi bir yönetimle bunlar tamamlanabilir. Şimdilik müze deyince Türker İnanoğlu'nun Galatasaray'daki TÜRVAK müzesi hâlâ başa güreşiyor. Çok daha planlı, zengin ve rasyonel biçimde sergilenmiş. Ayrıca karşı sıradaki eski Emek sineması yerine yapılan blokta açılmış olan Balmumu müzesinde de sinemamızla ilişkili figürler var.
Tüm bunları illa da birbiriyle rakip olarak görmek gerekmiyor. Tersine birbirlerini tamamlıyor, bütünlüyor ve bu semtin yüz küsur yıl boyunca yüklendiği 'sinema merkezi' olma misyonuna da çok yakışıyorlar.
Ama keşke o salonları, tiyatroları ve mekanları da korumuş olabilseydik... Başta Emek olmak üzere Lale, Ar / Yeni Ar / Sinepop, Küçük Emek / Rüya, Elhamra, Yeni Melek gibi salonlar yerli-yerinde olsaydı... Tiyatrolara ise hiç girmeyeyim...
Ya da hâlâ yıkılmamış duran Beyoğlu sinemasını, yine çok eski Alkazar'ı, duruyor mu tam bilmiyorum ama Fitaş-Dünya salonlarını hayata döndürebilsek... Nispeten yeni Majestik de öyle... Atlas'taki müze güzel. Ama onu açarken örneğin kültür hayatımızın iki büyük mekanını, sayısız tiyatronun oynadığı Küçük Sahne'yi ve de aydınların buluşma yeri Kulis Bar'ı açmak da düşünülemez miydi? Müzenin görkemli salonu olarak onarılan Atlas deyince, umarım ki sonradan eklenen o ikinci salon da yerindedir. Ayrıca onarıldığı söylenen bir diğer kutsal tiyatro mabedini, Muammer Karaca tiyatrosunu da hayata döndürmek, o Taksim'de başlayıp Galata'ya uzanacağı söylenen Kültür Yolu projesine ne uygun düşerdi...
Şunu da ekleyeyim. Sözünü ettiğim bir devlet projesidir. Kültür Bakanlığı'nın çabasıyla gerçekleştirilmiş... Ama kararlı bir muhalif olsak da, sırf bu yüzden olayın önemini yadsımak istemiyoruz. Yeter ki o cephe de aynı biçimde davransın... İstanbul'un bence kavuşabileceği en iyi yerel yönetici olan, açıkladığı ve uygulamaya başladığı her projeyle tüm İstanbul-sever, kültür-sever, tarih-sever kitlelerde heyecan uyandıran Ekrem İmamoğlu'na bu konularda destek olsun, en azından köstek olmasın... Özellikle konumuz olan tüm o restorasyon, satın alma, tarihi koruma, yeşile yer açma, yürüyüş parkları yaratma, ulaşım vb. projeleri için bunu söylüyorum. Elbette sosyal destek içerikli başkaları da var.
Ama örneğin konu Beyoğlu ise, onun eski deyimle cüz-zü mütemmimi (ayrılmaz parçası) olan Taksim meydanını ne yapacaksınız? İmamoğlu'nun çok geniş kesimler arasındaki oylamalara dayanarak yaptırıp sunduğu meydan projelerinden biri olan Taksim tasarımını sabote mi edeceksiniz?
Çünkü yardımın yolu elbette Taksim parkını bir tarikata vermekten geçmiyor!.. Hem de hiç geçmiyor... Ya da, bu kez hukuku işin içine sokarak, o unutulmaz Gezi olaylarına bunca yıl sonra hâlâ intikamcı bir zihniyetle yaklaşmaktan, o davaları sürekli yeni baştan açmaktan, Osman Kavala'yı hâlâ içeride tutmaktan da geçmiyor.
Şunu unutmayın: İnatla o olayın intikamını alma çabasını sürdürür ve o parkı yok ederseniz, sonrasında ne yaparsanız yapın, bu halk sizi affetmez, tarih sizi bağışlamaz. Kültür Yolu'nun açılışına diktiğiniz ve açmak üzere olduğunuz o dev yapılar, ne o iddialı cami, ne de AKM binası sizi kurtarmaz. Şu Gezi sevdanızdan vazgeçin, bizler de gelip o açılışlara katılalım, sizin sevincinizi biz de paylaşalım. Ve gerçekten de ortak bir şeylerde buluşalım. Çok daha iyi olmaz mı?
Bir ikinci İstanbul yazım Emirgan Parkı ve Boğaz kıyıları üzerine olacak. Pek yakında...