ZİNDANLAR VE EJDERHALAR- HIRSIZLAR ARASINDAKİ ONUR X X X (Dungeons and Dragons: Honor Among the Thieves) Yönetim: John Francis Daley, Jonathan Goldstein Senaryo: J. Goldstein, J. F. Daley, Michael Gilio Hikaye: Chris McKay, M. Gilio Görüntü: Barry Peterson Müzik: Lorne Balge Oyuncular: Chris Pine, Michelle Rodriguez, Justice Smith, Sophia Lillis, Hugh Grant, Chloe Coleman, Daisy Head, Rege-Jean Page Paramount filmi, 2023 |
İşte son dönemin belki en iddialı filmi... Sanat açısından değil; ama büyük kitleye seslenen, içinde bol aksiyon bulunan, benim gözde deyimimle dur durak bilmeyen alabildiğine gösterişli, çılgın tempolu, baştan çıkarıcı bir film... Öyle ki 145 dakikalık uzunluğunun nasıl geçtiğini bile anlamıyorsunuz. Kimi zaman gözleriniz hafiften kapanır ve biraz içiniz geçer gibi olsa da!..
Önce 15 dakikalık bir Sunuş. (Asıl film adının yazılmasıyla 15. dakikada başlıyor). Kimilerinin Alain Delon'a benzettiği yakışıklı Edgin Davis (Chris Pine) Harper'ler denen bir grubun üyesidir. Sevgili eşi bir çete tarafından hunharca öldürülür. Ve o tuhaf alemde, Edgin onu yeniden hayata döndürecek bir çare arar. Araya yeni bir kadın girer: tam bir savaşçı ve barbar hatun Holga (Michelle Rodriguez). O arada, kendisine eşinden miras kalan sevgili kızı Kira'yı (Chloe Coleman) biraz boşlayan Edgin, onun bir zamanlar takımın içinde olan Forge (Hugh Grant) tarafından kaçırılmış olduğunu görür.
Takımın artık birçok misyonu vardır. Kira'yı geri almak; Red Wizards denen kötüler çetesini yok etmek; Forge'den intikam almak... Araya sempatik büyücü ufak-tefek Simon; (Justice Smith), bir dişi büyücü Doric (Sophia Lillis), yakışıklı Xenk (Rege-Jean Page) de girer. Ve hikaye dakika başı bir sürpriz temposuyla uzar gider.
Elbette böylesi bir özet her şeyi açıklamıyor: Çünkü yıllar boyu popüler olmuş, bir video oyunundan TV serilerine dönüştürülen bu masa oyunu uyarlaması, aslında öylesine garabetlere gebe ki... Örneğin burada tanıdığımız ve özetle anlattığım o kişiler şöyle sıralanabilir: insanlar, yarı-insanlar ve büyücüler!... Onlar da, sanki kökenlerine dönmek istercesine türlü-çeşitli Tabletler veya Güneş Oyunları peşinde koşuyorlar!..
Ayrıca filmde gösterilen doğa olsun, büyük-küçük kentler olsun öylesine etkileyici ki... O alev gibi akan nehirler; o yeşillikler içindeki köyler; o devasa geyikler, deve kuşları. O "şekildeğiş"ler... O kocaman antik stadyum...
Ve o mezarlıklar içinde bulunup yeniden konuşturulan ölüler... Evet, ölüler de var: insanlar, yarı-insanlar, büyücüler dizisine eklenmesi gereken... Ve her biri memnuniyetle ağzını açıp öte yandan izlenimlerini aktarıyor!.. Ve de canavarlar... Sinemada bu kadarını görmediğimiz cinsten... Örneğin o Temberchaud'yu herhalde artık unutmam!.. Öylesine devasa ve ürkünç bir yaratık ki... Gelmiş-geçmiş tüm sinema canavarlarının başına geçip oturan...
Ve sonunda özellikle dört ana kişilik bir araya geliyor ve sonsuz kötülüğe karşı savaş açıyorlar. Edgin, Holga, Simon ve Doric... Kazanacaklar mıdır? Kim bilir? (Aslında has sinema seyircisi elbette bilir!)
Böylece karşımıza her dakika bir sürpriz sunan fantastik bir görsel şölen geliyor. Dolgun, zengin ayrıntılarla yüklü bir masal... Ve arada dayanılmaz derecede komik sahneler... Örneğin bir 'şatoya giriş' sahnesi var ki... Antolojilere girer.
Aslında filmin bir özelliği de klasik olmuş uzay ve öteki alemler üzerine fantastik serilerle akrabalığı. Böylece akla kolayca Lord of the Rings - Yüzüklerin Efendisi, Guardians of Galaxy- Galaksinin Bekçileri, Star Trek, Spider Man - Örümcek Adam, The Witcher - Büyücü gibi ünlü seriler geliyor. Belki asıl çekiciliği tüm bu filmlerle ilişkili anılarımızı yeniden canlandırmak olmasın?...
Sonuç olarak büyük yenilikler sunmasa da oyalayıcı bir film. Torunumu alıp bir kez daha izler miyim, bilmiyorum!..
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |